SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Bir gece yolculuğu esnasında Bay Hu ‘nun yolu bir mabede düştü. Kapıyı çaldı, o gece orada kalmak için bir yer istedi. Kapıya ihtiyar bir rahip geldi, dedi ki: “Mabedin içinde seni yatıramayız; doğu tarafındaki binada bir yatak var, orada da ben yatıyorum. Batıdaki binada yer var ama yatak yok. Yalnız, orada birinin bıraktığı boş bir tabut duruyor, geceyi onun kapağı üstünde geçirmek de mümkün ama, bu sizin bileceğiniz bir iş .” Hu: “Ben korkmam, pekâlâ orada yatabilirim. Hatta tabutun içinde inek böğürse bile dama tırmanmaya kalkışmam, boş bir tabuttan daha âlâ yer mi olur?” dedi. Bu söz rahibin hoşuna gitti. Adamı yatacağı yere kadar götürdü; ona bir mum vererek geri döndü. Hu tabutun üstüne çıktı. O kadar memnundu ki, belki de çok geçmeden “genç kızın eli” şarkısını söyleyecekti; ama, az sonra yorgunluktan gözleri kapandı. Ruhu bedeninden ayrılır gibi oldu. Uykuya dalarken bir taraftan da, “yarın ihtiyar rahiple konuşurken tabuttan söz açılınca, o muhakkak benim cesaretime hayran olacaktır” diye düşünüyordu.
Fakat birdenbire tabutun içinde bir gürültü oldu. Hu korktu, etrafına bakındı, her yer karanlıktı. Tekrar bir gürültü oldu. Hu’yu bir titremedir aldı. Büzüldü. Her azası ayrı ayrı titriyordu. Tabutun içinde de bir şey onun gibi titriyordu. Korkusu artıkça içerideki gürültü de artıyordu. Kalbi duracak gibi oldu. Cesareti çoktan uçup gitmişti. Sonra birdenbire tabuttan aşağıya yuvarlandı. O zaman kapağın oynadığını işitti. Canını kurtarmak için kendini kapıdan dışarı, avluya attı. Doğru, doğudaki binaya, ihtiyar rahibin yanına koştu, onu yanına çağırdı. Hu korkudan soluyordu, ayakları dönen araba tekerlekleri gibi durmadan hareket ediyordu. Ancak bir müddet sonra sükûn buldu. Olanı biteni anlatmak için bir yere oturdu. Rakip önce söylenenlere inanmadı. İkisi ellerine birer mum alarak adamın yattığı yere gittiler. İçeri girdikleri zaman tabutun kapağı kalkmıştı. İçinde de bir adam ayakta duruyordu. Rahip korktu, adama kim olduğunu sordu. O da: “Ben bu köyden Ning-wu’yum” dedi. “Peki, burada ne arıyorsun?” Adam şöyle cevap verdi. “Hasta idim, kötü ruhları defetmek için burada uyuyordum. Fakat birdenbire kapağın üstüne bir gürültü duydum. Tabut üstünde bir adamın uyuyacağı hiç aklıma gelmedi. Bunun dışarıdan gelmiş bir ruh olduğunu düşündüm. Misafir de, her halde, benim bir cin olduğumu zannetmiş olmalı, ikimiz de birbirimizi cin sandık. Aklımız fikrimiz cinde olduğu için her şey bize korkunç geldi, etrafımızı hayaletle dolu sandık. Ancak misafirin sizinle konuştuğunu işitince o zaman düşündüklerimin doğru olmadığa inandım. Ve siz de bay misafir, şimdi benim bir cin olmadığımı görüyorsunuz. Uyandığım zaman hastalığım geçti. Artık evime dönebilirim. Ben buradaki köydenim, siz de tabutun üstünde rahat rahat uyuyabilirsiniz.
Adam bu sözleri söyledikten sonra bırakıp gitti. Fakat misafirde artık uyuyacak hal kalmamıştı. Zaten vakit de gece yarısını bulmuştu. Oturup sabaha kadar rahiple konuştu. Doğudan gün belirince yoluna devam etti.
Çin Hikâyeleri Çeviren Wolfram Eberhard, Hayrünnisa Boratav MEB Yayınları S:139