KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Birazdan hastalar başlar. Hemşire gelir, “Doktor bey hastalarınız geldi; içeriye alabilir miyim? Hazır mısınız?” der. Benim kendime hayrım yok ki hastaya olsun. Ütüsüz bir beyaz gömlekle her gün işe gidip gelmekten yoruldum. Bitmeyen isteklerden, nefes alamayanlardan, masadaki çaydanlıktan döküleni şelale zannedenlerden de… Hele hele yaptığı tabloları gerçek zannedip, duvara çizdiği ağaca çıkmak isteyenlerden bitap düştüm.
Of! Birazdan afakanlar basacak yine; dizi dizi gelecek hastaların her biri. Dayanamıyorum artık, istifa mı etsem? Şu karıncalar gibi gezip dursam ip yolunda. Bir kahve içemez, uykularımı alamaz, bir yerlere gidemez oldum. Ellerim, ayaklarım bağlı; kalakaldım bu hastanede. Anlattıklarımı dinleyen de yok yahu! Ben boşuna mı doktor oldum? “Tamam anladım, çok iyi anladım.” diyorlar, gerisi yok. Oysa ne güzel ümitlerle başlamıştım mesleğime. Hep çözüm olacaktım problemlere. Makasa verecektim didik didik kırışıklıklarıyla yoran hatıraları. Mavi, pürüzsüz bir atlas olacaktı benimle yol alanlar için denizler.
Yanımda olanlara reçeteler dolusu ilaç değil hayat sunacaktım. Sonra… Sonra baktım ki hiç de öyle değil. Bir ordu kadar hastayı kapıma yığan hemşireler, günden güne çekilmeyen hastalar, günden güne bitkinleşen bir ben.
Anneme dahi uğrayamaz oldum aylardır. Geçenlerde bir demet çiçekle o çıkageldi; sağ olsun. “Sen çok yoruluyorsun. Ben gelmek istedim.” demesi üzerine, onu ne kadar ihmal ettiğimi hatırladım. Hastanenin önündeki banka oturduk. Ellerimi tuttu özlemle. Saçlarımı okşadı. Pişirdiği leziz kurabiyelerden, poğaçalardan getirmişti. Daha kurabiyeden bir ısırık almıştım ki yanımdaki hemşire durur mu; “Hastalarınız bekliyor doktor bey.” diyerek annemle bir konuşturmadı. Oradan ayrılırken ellerini zor bıraktım. Gözlerini yaşlı bıraktım ardımda. Adı Şeker miydi neydi, Şeker Hemşire’nin tayinine çok var mı ki? Bıktım artık sıkboğaz etmesinden. Hasta varsa beklesin! Ama Mualla Hemşire öyle mi? Melek sanki. “Doktor Bey çayınız, Doktor Bey buyurun suyunuz, Doktor Bey biraz dinlenseniz.” Çok iyi, çok düşüncelidir.
Yok yok… Bugün hastaya bakacak mecalim hiç yok; kimse kusura bakmasın! Sahilde gezinip simit çay eşliğinde vapur turu yapmak varken bugünü kendime ayırmaktan vazgeçmeyeceğim. Oradan Çamlıca’ya, oradan da Gülhane Parkı’na… Bütün gün sokakları karış karış gezmek istiyorum.
Bugün Düşünen Adam biraz beklesin. Yine döneceğim ne de olsa. Gelirken ona da kâğıt helva arası bir dondurma getirebilirim. Bu mis gibi havada hastaya mı bakılır? Akıl sağlığımdan oldum vallahi. Eve uğrayıp Mutlu’nun keyfi yerindeyse bir de tiyatroya gider, son çıkan oyunu izleriz ikna edebilirsem.
Geliyor işte Şeker Hemşire. Hastaları yanına takmış yine. Kaç defa dedim ki “Muayenehanenin kapısından indirme şu hastaları!” Neyse yanında Mualla Hemşire de var. Bahçede hastaya mı bakılır? Sinirli mi biraz, bir yere kaybolmadım ki, oturuyorum bahçede. Biraz hava aldım sadece. Ama bugün için izin alacağım; kararlıyım.
“İşte burada alın arkadaşlar. Çok üşümüş bu ayazda! Alın alın! Hemen ısınması lazım. Ardından doktor bey görmek istiyor. İlaçları verildi mi?”
“Verildi.”
“Nereye götürüyorsunuz beni! Bırakın, kimse bana hasta baktıramaz. Bugün izinliyim ben! Duymuyor musunuz? Bugün izinliyim. Ardıç kuşlarını seveceğim; martılara simit atacağım vapurdan. Bırakın beni… Bırakın beni dedim! Bırakın beni!”
İlknur Kaya