OLMAYIŞLAR Nice tebessümler erittin ateşte Teraziler tartmaz oldu yalnızlığı Çıkarcı makamlar Ve sahteliğin anaforunda Savrulup durdu zaman. Filiz filiz umutlar ektin düşüncelere Gerçekliğin...
Gök mavisinin seyreltildiği bir eyyam
rüzgâr sâkine, bulutlar alabildiğine… seferî
mükevvenat bir kıvama hazırlanır gibi
suyun kenarında öylesine izmaritlerin
küskünlüğünde buluşabilir mi… huzursuz…
az önce kaç dalgın bakış
başka bir görmenin eşiğinde sırlandı inim inim.
az önce gölgenin biri soldu,
diğeri iddiayla uzadı,
güneş oralı değildi hiç olmadı, bilinmez nereliydi…
az önce sevda, tohum diye yola çıkmıştı ama
söz olarak düştü kara toprağa…
uzaklarda bir gönül, gibi değil
tam da gurbet diyarı olarak sızladı…
az önce hasret, ayakkabıların altında
saklanacak yer arıyordu…
az önce bir anne vardı burada
öleli yıllar olmuş yavrusunu sallıyordu
uyusun da büyüsün için…
suyun kenarında sessizlik elek satıyordu kesatına
az önce çöl usul usul içli içli geçti
yanından… bir yaslının ağıtına katılmadan
beride kendi kendine köpüren öfkeye aldırış etmeden
ötede umudun perişan yürüyüşünü ıskalaya ıskalaya
helvasını alıp uzaklaştı öylece…
sırf elleri kurumasın diye suyun
üşümek istedi biri, olmadı…
ürperti geldi birden
az önce titredi hava
ateş pis pis esnedi kibirden
az önce “ seni seviyorum,
seni böyle yaratanı seviyorum ”
demek istedi bir kalp bir kalbe
biri işitmeye, biri söylemeye
ölesiye ihtiyaçlıymışçasına
yine olmadı…
az önce yolunu şaşırdı bir karınca
ağaçların şahitliğini hıçkırık tuttu
zayıf… unutulmuş fakirin biri avuçsuz yakarınca…
unutulabilir miydi?
az önce bir dilenci
kendine yenilip durduğuna hayıflanmaktan
vazgeçti…
vazgeçebilir miydi?
ve nihayet
cümle düşüncelerin boyu kısaldı
az önce yetişmek için acele eden
bunu çoktan unuttu
unutabilir miydi?.
az önce bütün bunların hepsi
hayalet bir şimdi ’ye gömüldü
…
o varlıklı mezarlığa…
Halis Tamkoç