SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Hacı Aliler’in Nazmiye, gelini Hatice’yi de alarak Tayyibe Aba’ya gitmek için evden çıktı. Taş evin tahta kapısını iyice berkitmişti ki yoldan geçen faytonların tekerlek seslerinin bile örtemediği içli bir türkü geldi kulağına. “Tek tek yersem bitmez sandım, Bir sarma için gelin boşanmaz sandım.” Yan evin kızı Emine, daha birkaç ay önce telli duvaklı, davullu zurnalı gelin olmuştu. Şerbetini hep beraber yapmışlar, şerbet tepsisini birlikte süslemişlerdi Emine’nin. Gelin gittikten bir buçuk ay sonra Emine’nin gebe olduğu haberini alınca pek sevinmişti Nazmiye. Emine’yi çok severdi Nazmiye. Elinde büyümüştü Emine, Nazmiye’nin. Emine evlerine girer çıkar, hasta olduğunda çorba yapar getirirdi bitişik komşu Nazmiye teyzesine. Emine, gebe kaldıktan sonra çok geçmeden aşermeye başladı. Hiç aşermeden yedi gebelik geçirmiş kaynanası, Emine’nin aşermesine fena kızmıştı. Tutturdu mu tutturuyordu mevsimli mevsimsiz, olur olmaz her şeyi canı çeken bu yeni gelin. Emine, korkusundan canının çektiği hiçbir şeyi kaynanasına söyleyemez olmuştu. Kocasına gizli gizli söylediğinde de tersleniyordu.
Kaynanası o gün koca bir tencere dolusu etli yaprak sarması pişirdikten sonra mahallenin bilge ablası, Aksaray’ın çağırmasıyla “abası” Tayyibe Aba’ya yollanmıştı. Kış günleri hatta geceleri Tayyibe Aba’nın evinin alt katındaki koca misafir odasındaki ocağın etrafı komşu kadınlarla dolar taşardı. Tam kapının karşısındaki duvara oturtulmuş beyaz kirece boyalı ocağın kenarındaki kaz tüyü minderine bağdaş kurup otururdu Tayyibe Aba. Uzun kış geceleri boyunca örgü örerdi Tayyibe Aba. Sırtını, duvara dayalı Taşpınar halı yastıklara yaslardı. Kocaman yün çilesinden koskoca bir demet çeker çıkarır; onu örer bitirir; ardından başka bir demet çıkarırdı. Tayyibe Aba, haftada birkaç yelek, yün mintan örerdi. Kaynanası evden çıkar çıkmaz evi kaplayan etli yaprak sarmasının kokusuna daha fazla dayanamayan Emine gelin, mutfağa yöneldi. Ağzına kadar yaprak sarmasıyla dolu tencerenin kapağını araladı. Sarmalar dinlenmiş, pişerkenki sıcaklığını kaybetmişti. Gelin, kaparcasına bir sarma aldı tencereden. Ağzına atıp, neredeyse bütün bütün hemencecik yuttu. O kadar lezzetliydi ki sarma, bir tane daha yemek istedi. Aceleyle yuttuğu iki sarmadan sonra tencerenin kapağını kapatıp odasına yollanmak üzere mutfak kapısına yöneldi. Aşeriyordu Emine. Eni konu aşeriyordu hem de. Aklı sarmalardaydı. Canı çok çekiyordu bir sarma daha. Aşermek hiçbir şeye benzemiyordu. Canı bir şeyi çekince gönlü laf dinlemiyordu Emine’nin bugünlerde. Bir sarma daha yemek üzere geri döndü.
Akşam yemeği için eve dönen kaynana, yere sofra bezini serdi. Üzerine tahta siniyi koydu. Yemeği ısıtmak için ocağı yakmaya gitti. Alı al moru mor kaynana, mutfaktan hışımla çıkıp soluğu yeni gelinin odasında aldı. Kapıyı tekmeleyip açtı. Zaten kapının demir zembereği tam kapanmamıştı. Kapının öbür yanında kıvrılıp uyuyan samur kedi, can havliyle miyavlayıp kaçtı. Emine’nin kaynanası burnundan soluyordu. Elleri belinde yeri dövüyordu ayaklarıyla. “Bu sarma ne zaman bitti? Koca bir tencere sarma nasıl biter? Ben topu topu bir iki saatliğine gezmeye gider gitmez”, diyerek tepiniyordu. Emine gelin kızardı, sarardı. Utandı. Benzi korkudan sapsarı kesmişti. Bir şeyler söylemek istiyor ama ne gevelediği anlaşılamıyordu.
-Çok aşeriyorum. Canım çok çekti. Bir tane alırsam nefsim körelir sandım. Körelmedi. Bir tane daha yedim. Yine körelmedi. Derken bir baktım tencerede hiç sarma kalmamış.
-Bana evin bereketini arttıran gelin gerek, tencereyi boş bırakan gelin değil, diyerek kapıyı çarpıp, dönüp gitti kaynana. Ertesi gün Emine annesinin evindeydi. Çok geçmeden de boşanmış taze bir gelin oluvermişti karnında bebesiyle.
Nazmiye, Emine’nin dokunaklı türküsüyle iç geçirdi, kapısını berkitirken. Körpecik yaşta, karnında bebeğiyle baba evine döndüğünden beri kızın gözünden yaş eksik olmamıştı. Yaktığı türküyle mahalle inliyordu. Nazmiye, gelini Hatice’nin koluna yapıştı. Acı acı türkü söyleyen Emine’nin iç parçalayan çaresizliği karşısında duyduğu acıdan kaçmak istermişçesine adımlarını hızlandırdı. Az sonra Tayyibe Aba’nın Uluırmak kenarındaki iki katlı taş konağının kapısındaydılar. Tayyibe Aba, misafirlerini pek güzel ağırlardı. Bir de hoş sohbetti. Bir de akıllı kadındı. Onun evinden çıkmak istemezdi mahallenin kadınları. Evi her gün misafirle dolar taşardı. Tayyibe Aba, başında yaprak desenli koyu yeşil yemenisinin uçları arkaya atılmış, kaz tüyü minderinde bağdaş kurmuş otururken, kızı gibi yetiştirdiği Pembe, ona mangalda kahve pişiriyordu. Pembe, mangala misafirler için de kahve sürdü hemen.
Sonbaharda kurdukları kelek turşularından bahsederken Tayyibe Aba, Pembe’den bir tabak turşu getirmesini istedi. Pembe, kayıtdamına koşturup bakır sahan dolusu kelek turşusu getirdi. Üzerine salatalık, gök domates turşularından da koydu başka bir küpten.Daha bakır sahan ortaya koyulur koyulmaz keskin turşu kokusu sardı koca odayı. Sirkeye işlemiş sarımsaklı koku baştan çıkarıcıydı. Hatice, hiç düşünmeden elini tepeleme turşu dolu bakır sahana uzattı. Körpe acur turşusundan aldı bir tane. Acur turşusunu kıtır kıtır yiyip bitirir bitirmez bir de salatalık turşusu aldı eline. Ardından bir kelek turşusu, ardından bir gök domates. Hatice, kaynanası Nazmiye’nin şaşkın bakışları, Tayyibe Aba’nın bilmiş bilmiş gülümseyişiyle kendisini seyrettiklerinin farkında bile olmadan turşuları teker teker yiyip bitirdi. Nazmiye tek bir turşu dahi yiyememişti gelininden fırsat bulup. Bakır sahan boşalır boşalmaz Tayyibe Aba, Pembe’ye sahanı tekrar doldurması söyledi, göz ucuyla Hatice’ye bakarak. Sahanın yeniden dolacağını duyan Hatice’nin yüzündeki memnuniyeti hemen fark etti. O, halden anlardı. Gelen sahan dolusu turşular da Nazmiye’nin hayret dolu bakışlarına aldırmayan gelini Hatice tarafından yenip yutuldu. Hiç daha önce turşu görmemiş gibi iki koca sahan dolusu turşuyu yiyen gelininin bu tavrından utanan Nazmiye,
-Hadi kızım kalkalım, babanla kocan eve dönmeden, dedi. Hatice gönülsüzce kalktı.
Tayyibe Aba’dan çıkar çıkmaz, Nazmiye dayanamayıp sordu gelinine,
-Kızım, miden delinecek. Zorun neydi de yedin iki sahan turşuyu. Evden yemek yiyip çıkmadık mı?
Hatice önce bir şey diyemedi. Sustu. Yanakları hafiften kızardı. Gözlerini yere eğdi utanarak. Kaynanası Nazmiye’nin gözlerinin üzerinde olduğunun farkındaydı. Nazmiye, yolun ortasında durmuş soran gözlerle gelinine bakıyordu. Bir cevap bekliyordu.
-Göynüm kötüledi anne, dedi Hatice.Aksaraylılar “göynüm” derdi “gönlüm” demezdi. Nazmiye öyle bir gülümsedi ki, koca kadın utanmasa yolun ortasında kaşık havası oynayacaktı. Nazmiye, Aksaraylı kadınların ikiye katlayıp üçgen şeklini verdikleri kenarları püsküllü ve püskül uçları çizgili atkısını omuzlarına iyice yerleştirirken,
-Eee kızım, deseydin de sana bir sahan da ev için turşu isteseydim ya Tayyibe Aba’dan, dedi.
*****
Aksaraylı gelinler, açık açık söyleyemezlerdi büyüklerine gebe olduklarını o vakitler. Utanırlardı. Aşerdiklerinde ellerini bir şeye uzatırken hamile oldukları anlaşılacak diye çekinirlerdi. Açıkça “Gebeyim” diyemeyen aşeren Aksaraylı gelinler, “Göynüm kötü” derlerdi. Yani “Olmadık zamanlarda olmadık şeyleri çekiyor canım, aşeriyorum” demek isterlerdi kırklı yıllarda. Bitişik komşu kızı Emine’nin bir tencere yaprak sarması yüzünden evden kovulmasından sonra yaktığı türküyle içlenen Nazmiye, Tayyibe Aba’nın iki sahan turşusunu yedikten sonra gelininden gelen haberle pek keyiflenmişti o kış günü.
Ayşei Yasemin YÜKSEL,