Resim çeken kadına, “Shaqiqa” dedim. Öyle utandım ki! Elimi yüzüme kapattım, ama parmaklarımı araladım: “Lkn limadha?” Kadın gülüverdi. Sahici mi, bilemem, “Taerif altturkia.”...
Otuz beş yaşıma yeni girmiştim. Mahalleli “Evde kalmış kız kurusu” diyorlardı arkamdan… Annem “Sana değildir kızım… Daha yaşın ne başın ne! Seni doğurduğum...
Deniz kıyılarından Yüksek kaldırımlara Rüzgarın savurduğu Garip bir köy çocuğu Otlaklar arasında Kaybolurken boyunca Sevmek kaderindeymiş Saksıda tomurcuğu Kararır koca yürek Kalmaz...
Sonun Öncesi Bitişin Sonrasında Zaman boyutunda sarmal Üç perçemli örgüsün Sonsuz Evrende rüzgar Sevda Gönül girdabı Girdabın kapısına Üç mandallı sürgünsün Şaban Şimşek
Yağmur bulutunun içine gizlenmiş haylaz bir çocuğum Akarım yeşile bir şeytan uçurtmasının tepesinden Alacakaranlıkta haykırır delirmiş güneş Hain, cimri ve kıskanç Işığını sakladı sisler...
Güldü. Ağzını doldura doldura, pıtrak kahverengisi dişlerini göstere göstere güldü. Üstelik dişlerinin de yarısı yok. Ağzında mağara büyüklüğünde boşluklar… Olan üç beş diş de...
Onun yüzünü, ilk kez, yakından, bize çiçek verirken görmüştük. Söylenenlerin aksine güleç ve sevecen bir yüzü vardı. Gizemli bir yaşamı vardı ve yalnızdı. Ya...
Mısır saplarını yara yatıra kanalete vardın ve aniden durdun. Adam, yüzüstü yatıyordu; ayakuçları toprakta, topukları hava-da, avuçları yerde, dirsekleri iki yana açık, ha kalktı...
Deniz yıkadı beni dün sabah Vapurda seyrederken İstanbul’u Lodostan poyraza döndü rüzgar Deniz yıkadı üstümü başımı Ve ben hiç itiraz etmedim, Uslu çocuk gibiydim...