Yağmur bulutunun içine gizlenmiş haylaz bir çocuğum Akarım yeşile bir şeytan uçurtmasının tepesinden Alacakaranlıkta haykırır delirmiş güneş Hain, cimri ve kıskanç Işığını sakladı sisler...
Güldü. Ağzını doldura doldura, pıtrak kahverengisi dişlerini göstere göstere güldü. Üstelik dişlerinin de yarısı yok. Ağzında mağara büyüklüğünde boşluklar… Olan üç beş diş de...
Onun yüzünü, ilk kez, yakından, bize çiçek verirken görmüştük. Söylenenlerin aksine güleç ve sevecen bir yüzü vardı. Gizemli bir yaşamı vardı ve yalnızdı. Ya...
Mısır saplarını yara yatıra kanalete vardın ve aniden durdun. Adam, yüzüstü yatıyordu; ayakuçları toprakta, topukları hava-da, avuçları yerde, dirsekleri iki yana açık, ha kalktı...
Deniz yıkadı beni dün sabah Vapurda seyrederken İstanbul’u Lodostan poyraza döndü rüzgar Deniz yıkadı üstümü başımı Ve ben hiç itiraz etmedim, Uslu çocuk gibiydim...
Çarşı meydanının büyük çınar ağaçları, yere düşen gölgelerini alacalandırarak, fısıldıyorlardı. Kuvvetli bir rüzgâr esiyordu. Avukat Hacı Namık Efendi, kâğıtlarım uçmasın diye, zümrüt bir kameriyeye...
Güneş alnımda Rıhtım kıyısında bir kayıkta açtım gözlerimi Ya akşamdan kalmışım, Ya da sürüklenmekten yormuş hayat. Rıhtıma umudu bağlamışım Hayallerim kaldığından mı? Nefes aldığımdan...
Mutlak mutluluk var mıdır? İnsanın içini deliye çeviren, sonsuza kadar huzur veren, hiçbir kaygı ve karmaşa içermeyen… Gülümsemeyi unutan, “Bir kedim bile yok.” diyen...
Neden insan aynaya baktığında, aynadaki aksinin kendi yüzüyle uzaktan yakından bir alakası olmadığını düşünür. Bu his öyle her zaman olmaz, arada bir ya da...