0

Bir huzursuzluk çağrıştıran zilin sesiyle irkildi Refika. Kalktı, birbiriyle yarış halinde olan zonklayan başının ve sızlayan dizinin izin verdiği ölçüde kapıya seğirtti. Belki dedi bakkalın çırağıdır siparişleri getiren ya da bir komşudur içindeki kasveti götüren. Açtı kapıyı kimse yok. Belli ki yine kapıyı çalıp kaçan arka sokağın yaramaz çocuklarıydı, kendiyle değil tüm hayatıyla alay eden. Geçti, tekrar oturdu dikiş makinesinin başına. Süslü Sibel’in ne yapacağına karar veremediği en sonunda kendisine hiç yakışmayacak kol düğmeli, belden robalı bir elbiseye karar kıldığı kumaşın başına. “Olmaz!” demişti, “Memelerini daha da büyük gösterir.” demişti lakin dinletememişti. Olsundu o zaman, ben de dikiverir eline veririm demişti. Demişti ama bir türlü bitmek bilmiyordu bu günlerde elindeki işler. İğne miydi kendisine küsen, iplik miydi hercai düşlerine bağ olmak istemeyen, velev emektar dikiş makinesi miydi parçalara ayrılan bir bütünü tekrar birleştirmek istemeyen? Belki de sorun kendisindeydi. Soluksuz akıp giden sergerdan yılların arkasından hep bakakaldığı için yorgun ve bitkindi. Yani yaşlanıyordu. Hatta yaşlanmıştı hezin hezin.

Kalktı, boy aynasından kendine baktı. Bol entarisini belindeki kuşakla biraz daralttı. Dağılan saçlarını toplayıp ensesinde sıkı bir topuz yaptı. Her yıl yeni birinin sinsice gelip yerleştiği gözlerinin kenarlarındaki kaz ayaklarına, yer çekimine mağlup olan yanaklarına, artık almaktan vazgeçtiği kalem kaşlarına baktı. Yakından baktı bulamadı, yan döndü bulamadı, uzaklaştı bulamadı. Mahallenin mehlikası Refika’yı bulamadı. Ama evet oradaydı işte, görüyordu. Yaşlanmıştı, hem de acımasızca. Eksile eksile yuvarlanmıştı hayat topunda. Yaşıtlarının yeni yeni torun sahibi olduğu elli iki yaş onun hayattan tekmil el etek çekme yaşı olmuştu.

Eprimiş hayatına şekil verip dikememiş, hep yamalarla geleceğini değil gününü kurtarmıştı. Yer yer sökülen ömrünü nafile tutkularla teyellemiş olsa da Refika, tekrar dikiş makinesinin başına oturduğunda, ruhundaki yeni söküklerini gözyaşlarıyla dikmeye çalışır bulurdu kendini. Velhasıl üzerinde tel tel olmuş bir ömrün külfeti vardı Refika’nın.

Erkek kardeşini on altısında kanser illetinden kaybedince başlamıştı hayatının tepe taklak oluşu. Evlat acısının dirhem dirhem çürüttüğü babası da kısa süre sonra vefat edince evin, acının ve dahası matemin yükü binmişti omuzlarına henüz yirmi beşindeyken Refika. “Git” demişti bu kasabanın kendisine dar geldiği Mustafa’ya. “Sana zinhar söz veremem. Ayaklarına düğüm, ikbaline musallat olamam.” demişti. Çocukluk aşkı Mustafa çok yalvarsa da, en sonunda pes edip delişmen bir kararla büyük şehrin denizlerinde boğulmaya gönülsüz revan olmuştu. Çok sonra duymuştu Refika, Mustafa evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştı. Lakin geçen senelerde elim bir kazada karısını kaybettiğini de duymuştu.

Mustafa’nın kasabadan aheste aheste sökün ettiği gün, Refika’nın da evlilik defterini, hercümerç ömrünün muhtelif odalarından birine kilitlediği gün oldu. Çok sevmişti çok. En çok da kaşının üstündeki yara izini saçının perçemiyle pervasızca kapatmaya çalışmasını. Annesi öldükten sonra üç beş kez evlilik düşündüyse de Mustafa’nın yürek ağrısı ağır basmış, vazgeçmişti. Şimdi bu baba yadigârı iki katlı ahşap konakta günlerini ufak tefek dikiş işleri yaparak tüketmeye çalışıyordu.

Etejerin çekmecesini açtı. Mustafa ile lise sondayken okulun bahçesinde çektirdikleri resmi aldı eline. Dokundu kaşının üstündeki derin yara izine. İstemsizce döküldü gözünden yaşlar. Kendi kendine “Aaaa ne oluyor Refika, kendine gel. Yeni yetme gençler gibi hâlâ meczup hâlâ âşık. Yakışıyor mu sana?” dedi. Elinin tersiyle sadece gözyaşlarını değil, yüreğinin ağrısını da silip kalktı mutfağa seğirtti. Tam cezveyi ocağa koyacakken kapı çaldı. Yine çocuklardır diye duymazdan geldi. Yalandan da olsa kızamıyordu çünkü sabilere. Zil tekrar acı acı çalınca, hem kızarak hem söylenerek kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığında ise serzeniş dolu cümlelerinin ortasında donakaldı. Karşısındaki kır saçlı adamın kaşının üstündeki yara mührüne uzun uzun baktı. Efsunlanmış gibi kurcaladı gözleriyle yüzünün her kıvrımını. Kanlı gözyaşlarıyla çizdi Refika, aralarındaki yirmi yedi yıllık sürgün hayatının altını. Neden sonra “Refika” diyen davudi sesle irkildi. Kendisine uzanan eli gördü. Uzattı elini, lakin gözleri hâlâ yegâne aşkının, kaşının üstündeki yara izindeydi.

Emine Peker Şansal

Leave a Comment

İlgili İçerikler