0

 

Arabayı bakıma bıraktı.

Servisin önünden geçen otobüsün durağı büroya yakın bir yerde olacaktı, aklında kaldığına göre. Arka cebinden cüzdanını çekti ve kentkartı çıkardı. Alınalı bir yılı geçtiğini anımsadı ve üç beş kez anca kullandığını da. Muhasebede birçok şeyin zamanaşımı olurdu. “Hım” diye mırıldandı, “bunun da vardır zaar.”

Emin olmalıydı, değilse taksi çağıracak telefon kaydı da yoktu rehberinde. ‘Orhan Usta’da olmalı’ diye düşündü, ama otobüs göründü. Yakın varken niye uzağa başvursun ki! Döndü, “Usta!” dedi, “Kentkartın zaman aşımı var mı?”

Usta, yanındaki kısa boylu erkeğe, “Ulan Haşim!” dedi, “Var mı böyle bir şey?”

“Yok usta.”

Başını kaldırdı, “Yokmuş Yalçın Bey!” diye bağırdı usta, muhasebecinin arkasından.

Bir adımda uzanıp okuttu kartı. Ortalara doğru yürüdü ve boş gördüğü bir koltuğa oturdu. ‘Oh’ dedi içinden, ‘güzel şey bu ha!’ Son sözle babasını anımsadı, o da komşu bakkal Rüstem’i. Çağrışım çağrışıma, olaylar hayallere karıştı, Rüstem’in fırın açmasına, muhasebeci seçmesine, dernek yönetimine gelişine, kendisini fırıncılara önermesine…

“İmalat muhasebesi kolay değil.” diye mırıldandı, “Anlamayan eline yüzüne bulaştırır. Öyle değil mi ya!”

Sağından bir kadın sesi, “Ne dedin?” diye şakıdı neredeyse.

Yalçın, başını çevirdi, nutku tutuk yutkundu kaldı.

Kadın, içinden ‘ne güzel rastlantı bu, yani’ diye geçirdi. Günlerdir nasıl ulaşacağını düşünüp durduğu insan, koltuk altındaydı işte. “Aa! Sensin ha…”

Yalçın, ‘kimin yanına oturmuşum ben’ diye bağırmaktan kendisini zor tuttu. Kadına döndü, anında kitlendi sözüm ona, ağzı açık, bön bön. Kadın, gülümsüyordu yalnızca, bilindik sıcaklığıyla. Kendisi ise açık seçik bir şapşaldı yine; telefona yanıt vermeyen, üstüne üstlük numara değiştiren, yazdığı mektuptan sonra, ta o günden beri hiç rastlamadığı Aydan’a karşın.

‘Onurcan çıkmasaydı karşıma, çözümü onda bulmasaydım. Amele babam, temizlikçi anam… Bir sığınak, bir atlama tahtasıydı dişçi…’ diye düşündü Aydan, ‘meğer bir sırça saraymış hayallerim, yalancı bir rüzgâr. İnsan sevmeyince yürümüyormuş işte. Tık dedi, her şey tuzla buz…’

Oysa ne hayaller kurmuşlar, ne güzel şeyler tasarlamışlardı gelecek için. Açık öğretim işletme okuyacaklar, SMM sınavına girecekler, mali müşavir olacaklardı.

Bir an fakülte kazandığı an canlandı gözkapaklarında Yalçın’ın, Aydan da muhasebe ön lisans tutturmuştu, ama gitmedi. Bir mali müşavir yanında işe başladı, Aydan da diş deposunda. Fakülte, staj… ‘sonra kendim serbest mali müşavir, ama Aydan da dişçi ile…’

‘İyi ki Gönül çıktı karşıma’ diye düşündü Yalçın, camcı Kadir Usta’ın küçük kızıydı o. Gülümsedi, ‘baştan sona bildiği ben, sonra sendin Aydan. Birlikte sardık kanayıp duran yaramızı. Birlikte kurduk yuvamızı sana karşı, nispet değil ha, ama seninle boğuşa savaşa.’

Hâlâ ilgisinin sönmediğini düşündü Yalçın’ın, eskimeyen gülümsemesine karşın Aydan. Yüreği hoplamaya başladı. “Hiç değişmemişsin sevgili… Yani.”

‘Değişsem ne yazar, değişmesem ne! Sen değiştin de ne oldu?’ Aklından geçenler dudaklarında dondu kaldı Yalçın’ın, ama hemen bir yanıt bulmalıydı Aydan’a, “Öyle mi?”

‘Sana ne diyebilirim, ne bekleyebilirim senden sevgilim! Yine de sen olacaksın geleceğimde, sen olmalısın, anca sen… Bir garipti Yalçın’ın gözleri Aydan’a göre, bir hoştu duruşu. “Alay etme, yani…”

Yine o güne takıldı kaldı aklı Yalçın’ın, telefonu açmadığı o Cuma sabahı hâlâ göz kapaklarının altında depreşip duruyordu. Akşama kadar dişçinin karşısında ağaç olduğu, çıkışında arkasından deli divane koştuğu, tanımadığı bir kapıda Aydan’ın kaybolduğu an…

Aydan, “Nasılsın?” dedi, o kadar çok ‘iyiyim sevgilim’ demesini isterdi ki! “N’apıyon yani?”

Bir an bakışları çakmak çakmaktı Yalçın’ın. Sonra söndü ve donuklaştı. “İyiyim… Ya sen?”

Aydan, ‘eski Yalçın’ım değil sanki karşımdaki!’ diye yordu mat halini. “Tamam da… ‘N’apıyon’ dedim.”

Doğrunun her şeyi yüzüne haykırmak olacağını bilirdi deneyimleriyle Yalçın; ancak temkinli olmalıydı yine de. ‘Hiç değişmemişisin be Aydan. Israrcı, didikleyici, deşici…’ dedi içindeki beni. “N’olacak… Aynı iş.”

Yeni öğrenmişti, mahalleye uğradığında geçen Pazar. Birden hayretle irkildi: ‘Anneme babama bakmam, yanıma almam suçmuş meğer… Öf, Onurcan’la hırgür nedenim olan ailem!’ Ancak, Yalçın diye biri yoktu dünyasında, o zamana kadar. “Duyduğuma göre evlenmişsin.”

Dilinin ucuna gelen ‘sana ne’ sözünü yine yuttu Yalçın, “Evet.”

“Çoluk çocuk?”

Gönül’ün hayali uçuşurken kucağı bebeli, “Bir kızımız oldu” dedi, “Nalân…”

Hasan’ı sekizindeydi Aydan’ın, kendisine taraf olunca Onurcan’ın azarlayıp durduğu. “Çocukluğun tatlı çağında, desene…”

Sol yanağındaki tik üst üste tıkladı, ağzı neredeyse kulaklarına değin gerildi Yalçın’ın, ‘gülümsüyor muyum yoksa? Değmez ama Aydan için… ’ Yutkundu, “Evet öyle.”

Aydan, gözlerini kıstı, Yalçın’ı baştan ayağa süzdü yandan, önden, “Sen” dedi, “beni hiç merak etmiyorsun belli.”

“Etmeli miyim?”

“Yani, belki…”

“Haydi canım sen de!”

Gözleri bir garip büyüyüverdi Aydan’ın, dudaklarını büzdü. Birini alaya almaya karar verdiği zaman çokça böyle yapardı. “Haklısın.”

“Eh! Bayatlamış bir kabullenme olsa da…”

Kızınca sağ kaşı kalkardı Aydan’ın, bu kez solu da yay gibiydi. “Çocukluk… Çocuktuk o zaman be kuzum! Yani…”

Alay etme sırası Yalçın’daydı bu kez, ama muziplikten çok sitem vardı ses tonunda, “Sen öyle san! Neresi çocukluk Aydan? İkimiz de kocaman kocaman insanlardık be!”

Aydan, belini doğrulttu. Yalçın’a tam döndü ve başını ileriye doğru uzattı. Önemli bir şey söyleyeceği vakitteki tavrıydı bu da. “Ben” dedi, “dişçiden boşandım.”

Aniden şaşırmamışı oynamaya karar verdi Yalçın, sersemlediği halde. Dudaklarını büzdü, ‘demek buydu başını dikleştiren şey. Abartılı özgüven…’ Küçümsemekle alay arası, “Ya!” dedi, “Desene, sonunda Onurcan’ın da işini bitirdin.”

Aydan, hafifçe gülümsedi, oysa kızması gerekirdi doğal olarak. Adeta müjde veren bir hareketle, “Bir bankada işe başladım.” dedi.

Olağan koşullarda ‘hangi banka’ demeliydi Yalçın. Yalnızca iş olsun diye bir şey söyleme gereği duydu, “Hayırlı olsun.”

Göz göze geldiler, beş on saniye suspus.

Otobüs aniden durdu ve yolcular inmeye başladı. Karşı bina, büroya yakın durağın arkasındaydı. Yalçın, toparlandı: “Burada inmem lazım.”

“Biliyorum.”

Büroyu mu yoksa inmesi gerektiğini mi kastettiğini anlamak olası değildi Aydan’ın bu sözünden. Gözleri uzaklarda bir noktaya dikili, bakışları donuk, bulunduğu mekânı delip geçiyordu bu kez.

Mükelleflerin çoğunun hesabı olan bankaymış Aydan’ın yeni iş yeri meğer. Birkaç gün içinde öğrenecekti bunu. Birileri, her an karşılaşsınlar diye bir şeyler tasarlamıştı sözüm ona ya da okkalı bir kumpas kurulmuştu Yalçın’a. Rastlantıya ‘kader’ derdi Aydan. Bir rastlantılar dizgesiyse yazgı, birincide değiştirilmesi olanaksız bir olgu, ikincisinde istençle karşı konulabilecek karmaşık bir düzenek olacaktı muhtemel.

Muhasebe de karmaşık düzenekler denklemi değil miydi, ‘çıkarım evvel Allah içinden.’ Akşama Gönül’le de paylaşacaktı ya her şeyi… Dahası, birlikte yeniden kuracaklardı Aydan’a karşı alacakları tutumu; kıskançlık, hazımsızlık, aşağılama, hırgür üzerine değil, tik tak işleyen saat gibi bir tezgâhla…

Bir Cuma günü öğlenden sonra büroya çıkageldi Aydan, kasırgalı son Cuma’yı anımsatırcasına. Buluşma istememişti özel olarak. Sekreter Ayşe, önemsemediği bir şey hakkında bilgi verme gereği duymazdı çoğunlukla. ‘Ne zaman, nerede olacağımı ondan öğrenmiş olmalı’ diye düşündü.

Yalçın’ın anımsadığına göre böylesi anlarda hem neşeli, hem düşünceli olurdu Aydan, bugün de az buçuk böyleydi. Gösterilen koltuğa oturdu. Hal hatırdan sonra getirdiği ve hâlâ elinde tuttuğu kutuyu Yalçın’a uzattı, “Çok sevdiğin şey var ya… İşte ondan.”

İlkin, ‘iki cami arasında beynamaz kalmak’ diye geçirdi aklından Yalçın. Sonra, ‘kendisine neydi sevip sevmediği şey’, daha sonra, ‘almak bir türlü sıkıntı, almamak bambaşka anlamlara çekilmeye, erkenden başlayacak bir savaşa neden olabilecekti kesin.’ Reddetmek kocaman bir kabalık, kabul etmek de bir o kadar gereksiz kibarlık… ‘Öf’ dedi içindeki ben, paketi sümenin yanına bıraktı. Ne teşekkür edecek ne de gülümseyecekti, ‘kararım karar.’ Olası Gönül de böyle düşünür, böyle yanıt verirdi Aydan’a.

Bir ara hınzırca sırıtmaya başladı Aydan.

Olağandı belki, ancak ‘şeytanca’ diye yorumladı Yalçın. Az biraz kızmaya başladığını, kanının ensesine doğru bastırdığını duyumsadı bir an. Dişlerini sıktı, ha birkaç saniye içinde konuşacaktı, ha kesinkes bir şeyler isteyecekti. Ellerini göbeğinde kavuşturdu, dikti bakışlarını Aydan’ın gözlerine.

Derin bir solukla kıpırdadı Aydan’ın dudakları, kenarları belli belirsiz kırış kuruş, “Seninle” dedi, “özel bir şey konuşmaya geldim Yalçın…”

Her şey beklenirdi ondan, “Ya!” dedi, hiç de şaşırmadığına emin olduğu ses tonuyla. Yine hınzırca parlıyordu gözleri Aydan’ın. “Ne gibi?”

Aydan, gözlerini daha bir kıstı, ‘Ben boşanabildiysem’ dedi içinden, ‘neden Yalçın da boşanmasın. Boşanmalı yani… O zaman, bıraktığım yerden başlayabiliriz belki. Başlamalıyız ama…’ Yüreği dopdoluydu, neredeyse inledi, “Geleceğimizi desem…”

Apaçık bir tuzaktı bu, içine düştüğü boşluğu dolduracak güvenilir bir kapı arayışıydı ya da. Yalçın, ‘git başımdan be’ diye geçirdi içinden, ‘kim inanır onca şeyden sonra sana. Olası şapşalın biriyim, ama ha denince kanacak kadar saf oğlan mı sanıyorsun beni sen!’

“Ha! Ne dersin Yalçın?”

Yalçın, üst üste yutkundu. Kızıp kızmama arasında gitti geldi. Gözerlini kıstı, bilincine yüklendi, ‘köprülerin altından nice sular aktığını birileri öğretmeli bu kadına’ diye düşündü. Gülüp geçmek geçti içinden, ancak yine dudaklarını ısırdı. Aklında Gönül’le tasarladıkları kurgu, “Ne geleceği be Aydan!”

“Yani…”

“Kalın bir külle sıvadık biz bu aşkı Aydan, ufacık bir çıngı bile bırakmadık. Sana ait ne varsa sildik süpürdük Gönül’le. Boşuna uğraşma! Ne denli üflesen, ne denli benzin döksen üstüne, tutuşturamazsın artık…”

Aydan, kaşlarını kaldırdı, gözlerini iri iri açtı, olanca var oluşuyla Yalçın’na kitlendi; sağ işaret parmağı ile havada bir şekil çizdi, dudaklarını büzdü, bir an soluğunu tuttu, puflatarak tamamını bıraktı, “Yani!” dedi ve katıla katıla gülmeye başladı.

 

Şaban Şimşek

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler