0

Tevfik, harmanları kaldırmış, cebi bol para görmüştü yine bu güzün. Eğlenceyi, sazı sözü seven Tevfik’in cebinde öyle uzun boylu kalmazdı para. Herkes Tevfik’in parasını nerelere harcadığını iyi bilirdi.

Ulu atalarından beri en az bin baş koyunu olmazsa ona sürü demeyen Aksaray’ın Yeşilova’sından Tevfik’in baharda Hasan Dağı’ndaki yaylada kuzulamış koyunlarından sattıklarından kazandığı, koca bir yılı devirmeye yeter de artardı bile.

Tevfik’in kilim dokumada üstüne olmayan karısı Senem, çok başka bir kadındı. Yüzü de güzeldi huyu da. Oysa pek nazlı büyütülmüş Tevfik’in eli hiçbir işe değmez; ne var ne yok kâhyalar, çiftçiler, çubukçular kotarırdı tarlada, tapanda, yaylada… Tevfik de gelirleri yer içer; gezer tozar; gönül eğlendirirdi orada burada. Tevfik’ten sonra evin en nazlısı evin çocukları değil, Tevfik’in avlarda yanından ayırmadığı,  kuştüyü kadife minderden başka bir yerde yatmayan Afgan tazısıydı.  

Tevfik, tesadüfen bile olsa yolda bir kadınla göz göze gelse hemen ona tutulur, oralarda günlerce oyalanırdı o kadını yoldan geçerken bir kez daha görebilmek için. Bir de Konya’daki sazlı sözlü, çalgılı çengili âlemlere pek düşkündü. Çok parası gidiyordu bu âlemlerde. Ama ne gam! Parası çoktu. Parası bittiğinde de birkaç dönüm tarla satıveriyordu.

Ud çalardı Tevfik. Udunu eline aldığında gözleri kor, kaşları keman kadınlar için yakılmış türküler, şarkılar çığırırdı o güzel yanık sesiyle. Senem, iç geçirerek kafasını sallardı koca bakır leğenin başında çocukların çamaşırlarını yıkarken kulağına çalan kocasının şarkılarıyla.

Tevfik, yer sofrasından kalkar kalkmaz sedire kurulup, sırtını halı yastıklara dayadı. Senem’e seslenip, udunu istedi. Çocuklara yemeklerini yedirmiş, bulaşıkları yıkamak üzere su kaynatan Senem, Tevfik’in sesini duyunca hemen yanına koşturdu.

Tevfik, udunu tıngırdatırken aklı uzaklarda gibiydi. Ahu gözlü, ince belli bir dilberi anlatıyordu söylediği şarkı. Senem, Tevfik’in Adana’daki mi, Konya’daki mi, Niğde’deki mi hangi komşu ildeki hangi yavuklusunu özlediğini anlayamasa da Tevfik’in yine evden uzunca bir süre ayrılacağını hemen anladı. Sabah uyandığında kocasının çoktan sessizce evden çıkmış olacağını ve kim bilir kaç gün sonra eğlenceye doymuş olarak geri döneceğinin farkındaydı.

Bin dokuz yüz kırk dokuz yılının Ekim ayı başlarında gün henüz doğarken ezan sesine uyandı Senem. Hemen kalkmaya davrandı, abdest alıp sabah namazını kılmak için. Tevfik’i döşekte göremeyince gittiğini anladı.

Senem, “Allah’ım, bu karanlıkta kaçarcasına evden çıkıp, kim bilir nerelerde sabahlamaya gidiyor. Sen onu kazadan beladan koru!” diye dua etti Tevfik’in ardından.

 *****

Tevfik, doru atına atlamış, Konya’ya gitmek üzere yola koyulmuştu. Kuş olup uçmak istiyordu bir an önce sazlı sözlü eğlencelere.

Konya’daki yavuklularından birini görmek isteyen Tevfik’in aklına kestirme yoldan gitmek geldi. Atının başını o yana çevirip, mahmuzladı. Daha bozuk olduğunu duyduğu kestirme yoldan hiç gitmemişti şimdiye dek. Henüz güneş doğmadığından, ay da bulutların ardına gizlendiğinden göz gözü görmüyordu neredeyse.

Tevfik, dörtnala sürüyordu atını. Doru at, soluya soluya koşarken birdenbire duruverdi. Tevfik’in kamçısı atın sırtında şakladı. At acıyla kişnedi; ama yerinden kıpırdamadı. Tevfik çok öfkelendi.

Ayaklarını hızla atın karnına vurdu Tevfik. At kıpırdamayınca bir kez daha vurdu. Kamçılı kolu ikinci kez kalktı. Atın sırtında şaklayan kamçının sesi çınladı sabaha karşı ıssız yolda.

Ne kadar atını sürmeye kalksa da at yerinden kıpırdamıyordu.  Ön ayaklarıyla yeri eşeliyor, geri geri gitmeye çalışıyordu. Her defasında Tevfik atı dizginlemişti. Doru atı kırbaçlamasına, karnını dövmesine rağmen at ısrarla öne doğru hamletmeyince Tevfik;

‘’Allah Allah. Bunda bir hayır vardır’’ diyerek atından atladı. Atın yuları hala elindeydi.

Tevfik, bir adım atmıştı ki ayağı bir türlü yeri bulamadı. Ayağının altı boşluktu. Ve atın yuları halen elinde olmasaydı dengesini kaybedip düşecekti az kalsın.

Tevfik, karanlıkta göremediği koca bir çukurun hemen yanı başında olduklarını anladı. Büyük bir üzüntüye kapıldı atını nasıl kırbaçladığı nasıl mahmuzladığını düşününce. Çok utandı. Atının boynuna sarılıp ağladı. Doru oğluna güzel laflar etmeye başladı. Atının alnını, yelesini epeyce okşadıktan sonra atına binip, “Hadi gidelim oğlum” dedi.

Akıl edip atın başını hiçbir yöne çevirmeyen Tevfik, sırtında kırbaç şaklamasına, karnına mahmuz yemesine karşın atının sadakatle bağlı olduğu sahibini tehlikeden koruyacak kadar hisli, kendisinin de atına kırbaç vuracak kadar hissiz olmasından çok etkilenmişti. Sahibini kapkaranlıkta az kalsın kimselerin içinde ölüsünü bile bulamayacağı o koca kuyuda yitip gitmekten,  çürüyüp kokmaktan kurtarmıştı hisli at. 

Gün doğmuştu. Tevfik, mahcubiyetten başı öne eğik, dörtnala koşan atının kendini götürdüğü yöne gidiyordu gözyaşları içinde. Başını kaldırıp bakamıyordu bile ağlamaktan.

Doru at, gün ışıdıktan bir müddet sonra yavaşlayıp durunca Tevfik o zaman başını kaldırıp etrafa baktı. Nerede olduğunu anlamak için.

Hisli at, Tevfik’i evine getirmişti. En güvende olduğu, en sevildiği yere. Onun sevgisine, ilgisine ihtiyacı olan karısının, çocuklarının olduğu eve. Tevfik, kahvaltı için kayıt damındaki üst üste yığılı yufka ekmeklere su serpip ıslatarak yumuşatmış; sonra da içine tereyağı sürüp, çörekotlu çömlek peyniri koyarak çocuklara dürüm hazırlamakta olduğuna emin olduğu karısının boynuna bir an önce sarılmak için can atıyordu.

Tevfik, atından inip evine koşturacakken duraksadı. Geri dönüp atının boynuna sarıldı. Hisli atının alnını, başını okşadı uzun uzun.

-Teşekkür ederim oğlum. Beni karanlık çukurlardan kurtardın. Beni en doğru yere sağ salim getirdin. Benim ayaklarım değil; ama senin ayakların beni olmam gereken yere getirdi. Benim hislerim değil; ama senin hislerin beni doğruya götürdü.

Tevfik, atını bağladığı ahırdan hızla evine doğru seğirtirken, kayıt damında birazdan dürüm yapacağı yufka ekmeklere su serpen Senem, doru atın kocasının geldiğini haber verircesine kişnemesini duyup, yüzünü sevinçle kapıya döndü.

Ayşei Yasemin YÜKSEL  

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler