0

Ali için yarın piknik günüydü. Akşamdan hazırlandı Ali. Yüreği coşku içindeydi. Annesine sürekli olarak “Pikniğe ne zaman gideceğiz anne ?”diye soruyor annesi de; “Yarın benim güzel oğlum, yarın!” diyordu.

Yarın ne gelmez şeydi öyle! Uyusa mıydı? Evet uyumalıydı. Uyuyunca vakit su gibi geçerdi. Sütünü içti ve erkenden yattı. Ancak yatmadan önce spor ayakkabılarını başucuna koydu, sonra kırmızı topunu… Mahallenin bütün çocuklarının katılacağı pikniği düşünerek daldı uykuya.  Selim ile top oynayacak, Can ile ağaçlara çıkacak ve Nazlılarla ip atlayacaktı. Annesi ve babası Ali’nin erkenden yatışını yarınki piknik heyecanına bağlamışlardı.

Sabah olduğunda erkenden kalktı Ali. Annesine kahvaltıda hiç zorluk çıkarmadı. Annesi ne verdiyse yedi. Yumurta, peynir, kızarmış ekmek… Bir bardak çayını da güzelce içti.

Bütün mahalleli kocaman bir otobüslere doluşup uzunca bir süre yol gittiler. Şehir bitmiş, açık araziler ve tarlalar başlamıştı.  Güzel bir kırlık alanın içinde durdu otobüs. Bir göl ve hemen arkasında uzanan kocaman orman vardı. “Vavvv !” dedi Ali. “Burası ne kadar güzel bir yer.” Koştu, atladı, zıpladı. Papatyalara baktı, bal toplayan arılara… Sonra uçuşan kırlangıçların peşinden koşturdu. Havada zıplayan uçurtmaları yakalamaya çalıştı. Böyle bir başına oynamaktan sıkılınca tekrar annesinin yanına döndü. Ortalıkta büyükçe bir mangal ateşi yakılmış büyük tahta masalar yemeklerle donatılmıştı.

Selim geldi ve Ali’ye;

-Hani top oynayacaktık Ali, ne diye oynamıyoruz?

-Tamam oynayalım, dedi Ali. Tam topunu alacaktı ki Selim heyecanla;

-Dur bir dakika. Boş ver topu. Biraz gezinip etrafımıza baksak nasıl olur sence? diye sordu.

-Olmaz.

-Nedenmiş o?

-Anneme söz verdim.

-Ne sözü?

– Pikniğe gidersek gözünün önünden ayrılmayacağım sözü.

-Onlar çok meşguller baksana. Bence bizim ortadan kaybolduğumuzun farkına varmalar bile. Hadi gidelim. Şu ormana bakalım. Belki sihirli bir yer buluruz. Robin Hoot ormanda yaşıyormuş. Biliyor muydun?  Belki yaşadığı yeri buluruz.

-Korkarım ben öyle yerlerden. Hem annem der ki…

-Boş ver annenin dediklerini, geliyor musun gelmiyor musun?

Çaresiz kaldı Ali. Ne diyeceğini bilmeden Selim’in peşine takıldı. Az ilerlemişlerdi ki yolda Can ve Nazlı’yı gördüler. Onlarda Selim ve Ali ‘ye takılınca dört çocuk ormanın derinliklerine doğru yol aldı.

Ne güzel bir ormandı burası. Her yer yemyeşildi. Yosun tutmuş ağaçlar ne kadar da tuhaftı. Selim ağaçların yaşından bahsettiğinde Ali’nin ağzı hayretten bir karış açık kalmıştı. Ağaçların yaşı olur muydu hiç? Yoksa onların da doğum günleri olur muydu? Düşündü bir müddet.

Küçük bir dere ormanın içinden usulca yol alıyordu. Hep birlikte dereyi takip etmeye karar verdiler. Öyle ya, acep bu dere en son nereye kadar akardı? Çocuklar şimdi bu sorunun peşine düşmüşlerdi. Ayakkabılarını çıkartıp ellerine aldılar ve derenin içinden yürümeye başladılar. Küçük su birikintileri bazen yükseliyor bazen kıvrılıyordu ama dere hep aynı yöne doğru akıyordu. Dere kenarında gezinen küçük kuşlara sevgiyle baktı Ali. Küçük otlar, derede tutunmaya çalışan ağaçlar ne kadar da ilginçti. Çocuklar dere kenarından saatlerce yürüdüler. Ali, Selim’e sordu:

-O kadar yürüdük ama Robin Hoot’a rastlayamadık. Neden Selim?

-Belki az ileride bir yerlerdedir. Olamaz mı? dedi Selim.

Nazlı dere kenarındaki eski bir ağaç kütüğüne oturdu. Ağlamaklı bir sesle;

-Bırakın Robin Hoot’u ben çok açıktım. Hadi geri dönelim artık. Hem ayaklarım da çok ağrıdı, dedi.

Çocuklar anlamadan nasıl da geçmişti vakit. Nazlı acıkmasa hiç duracakları yoktu çocukların. Selim başını kaldırdı. Gökyüzünü neredeyse tamamen örten ağaçlara baktı. Şaşırmıştı. Bu ağaçlar nereden gelmişti böyle. İlk defa korkmuştu. Hemen geri dönmeleri gerektiğini düşündü.

Çocuklar, yürüdükleri dereyi tekrar gerisin geri yürümeye başladılar. Yürüdüler ama bir türlü çıkış yolunu bulamıyorlardı.  Nereden bu dereye inmişlerdi? Hangi tepelik piknik alanına çıkıyordu?

Yüksekçe bir tepeye çıktılar. Ama ortalıkta sadece orman vardı. Koyu ve yeşil bir orman… Sessizlik her yanlarını sarmıştı. İlk ağlayan Nazlı oldu. Hıçkırıyor, gözyaşlarını tutamıyordu. Ali annesini düşündü. Ne diye sözünü dinlemediğine içten içe hiddetlenip kızıyordu. Selim pişman ve mahcup bir halde arkadaşlarına bakıyordu. Can ise sadece düşünüyordu. O hep iyi fikirler bulan zeki bir çocuktu. Birden heyecanla;

-Bağıralım, dedi. Hep beraber bağıralım. Avazımız çıktığı kadar bağıralım. Birlikten bağırırsak sesimizden bizi bulabilirler, dedi.

Bu fikir çocuklara güçlü bir enerji verdi. Bir an da ağlayıp zırlayan çocuklar bağırmaya başladılar. Öyle ki sesleri ormanın derinliklerine dağılıyor, ağaçlara çarpıp daha bir yükseliyordu. Kuşlar, sesten rahatsız bir anda kanat çırpıp uçtular. Büyün böcekler seslerini kesmişlerdi. Her yerde çocukların sesleri yankılanıyordu.

-Anneeee, babaaaa, kurtarın bizi imdat!

Derken hemen ilerden bir ses karşılık verdi.

-Çocuklarrrrr, nerdesiniz? Çocuklarrrrr!

-Buradayızzzz!

Bütün piknik ahalisi dağılmış çocukları arıyordu. Ali karşısında annesini görünce koşup sarıldı. Can’ın fikri sayesinde kurtulmuşlardı.

Ali mahcup ve ağlamaklı bir sesle:

-Affet beni, affet anne! Sözünü dinlemeliydim, dedi.

Annesi hiçbir şey söylemedi. Sadece Ali’ye sarılıp onu yanağından öptü. Çünkü Ali alması gereken dersi almıştı.

Deniz Saygın

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler