0

Mutsuzluk insanı içine çeken kör bir kuyu gibi… Üzüntünün üstüne biriken hayal kırıklıkları da eklenince dibi görmek kaçınılmaz oluyor. İşin daha kötüsü kaçasın varsa da kaçamıyorsun kaderinden. Bir kuytuda en ücra köşelere gizlensen dahi ensenden tutup yakalayıveriyor seni. Ne kadar tepinsen de pes edip boyun eğmeyi, kabullenmeyi öğreniyorsun zamanla. Hırçın bir anne eli gibi hayat, silleleriyle öğretiyor sana bilmen gerekeni.

Çarpa çarpa yalpalayarak öğreniyorsun, düşüp kalkmayı. Yola kaldığın yerden hiçbir şey olmamış gibi yürüyüp devam etmeyi. “Yeter Artık! Bıktım!” gibi isyanlardan soyutlanıyorsun. Hayata karşı donuk bakışlar atıp isyan çığlıklarının yerini “Amaannn! Boş verdim! Oluruna bıraktım!” gibi öğrenilmiş çaresizlik cümlelerine bırakıyor kendini. Nereye kadar böyle gidecek, ne zamana kadar sorularını “Gittiği yere kadar!” deyip kendi kendine cevaplıyorsun kimseciklere muhtaç olmadan. Çünkü etrafında teselli cümleleri ve bir dolu öğütlerden yeteri kadar şişen ruhun dışında çok bir faydası olmuyor işin açıkçası. Sen de “Nasılsın? Nasıl gidiyor hayat? ” sorularına “İyiyim.” demeye alışıyorsun; öyle ki  artık  söylerken hiç tereddüt etmiyorsun. Bu da geçecek. Daha yeni dertlerin tasaların müsebbibi olacağım bugünlerimi unutup yenilerini yaşayacağım. Ama izleri kalacak elbette. O donuk bakışlar… Ağlamaktan şişen gözler, pancar gibi o burnum… Belki de aklıma geldiğinde tebessüm edeceğim. Tek umudum geleceğim. Geçmişe sünger çekip baklavadan daha tatlı olacağını umduğum hayatımı yakalayacağım.

Belki bir gün tüm gücümü toplayıp bir kitap yazacağım. Entel dantel şeylerle ilgilenip her gün farklı şeyler keşfedeceğim. Güzel bir arabam olacak, yağmurlu bir havada, elinde poşetleri ıslanarak evinin yolunu tutmuş bir teyzeyi arabama alıp evine bırakacağım ve bir dolu hayır duası alıp mutlulukla ayrılacağım. Evimizin üst katında kendime özel, minik, şirin bir kitaplık yapıp saatlerce bir elimde kahve bir elimde kitap okuyup yepyeni hayaller kuracağım. Ve bunun gibi daha birçok güzel ümidim ve temennim var geleceğe dair. Hocam bana yazılan ve söylenen şeylere bakıldığında bir yazarın ne söylemek istediğini ne hissettiğini anlamak için en çok kullandığı kelimelere bakın demişti. Ben, hüsran ve hayal kırıklıklarıyla başladığım yazıyı yine hayaller ve umutlarla bir dolu temenni cümleleriyle süslenmiş ve yine upuzun sözlerle tamamlıyorum .“Dünyanın sonu değil ya!” diye beni teselli ettiğini sanan herkese teşekkür ederim, benim kendimle tanışmama vesile oldular.

Aynalar daha samimi geliyor bazen. Hiç değilse yalan söylemiyorlar, insanı kendiyle yüzleştiriyorlar. Belki sırf bu yüzden aynaları bazı insanlardan daha çok seviyorum. Kimsenin bana acımasını istemiyorum, çünkü ben kendime yeterince acıdım.
Açmıyorum telefonları, kimsenin teselli mesajlarını da görmek istemiyorum, beni benimle bırakın, zamanla her şey geçecek biliyorum, geçemese de unutulacak. Evet, üzüldüm. Hem de çok, biriktikçe çoğaldı ağrılarım. Ben kendime neyin iyi geleceğini biliyorum. Biraz Zaman ve sükûnet!
Artık acınası, ağlak, duygu pıtırcığı olmaktan sıyrılıp gerçeklerle yüzleşmeyi tercih ediyorum. En azından kendim için şimdilik en doğrusunun bu olacağını düşünüyorum. Mutluluklarımı paylaşabiliriz ama bırakın dertlerim bana kalsın. 

Ben böyle de iyiyim. Yazıyorum. Yazmak anlatmaktan daha samimi daha riyasız geliyor belki de. Ama en azından söylediklerime  cevaben, daima zoraki beni teselli etme çabasına girip gereksiz fikir edebiyatı yapıp, kimse ruhumu yormuyor ve en azından ben dilediğime cevap veriyorum ya da vermiyorum. Yazıyorum çünkü hem birçok kişiye anlatmış gibi rahatlamış hem de kimsecikler bilmiyormuş gibi huzurlu hissediyorum. Ya da edebiyata gerek yok içimden öyle geliyor sadece.

Gönül Kayıkçı

Leave a Comment

İlgili İçerikler