ÖLÜM VE DOĞUM GÜNÜ Bir çukur açıyorum yıllardır. Kazıyorum derine, magmaya yakın en dibe. Çabalıyorum, yoruluyorum, ağlıyorum. Gözlerim şiş, acı dolu uyanıyorum. Öyle bir...
Güldü. Ağzını doldura doldura, pıtrak kahverengisi dişlerini göstere göstere güldü. Üstelik dişlerinin de yarısı yok. Ağzında mağara büyüklüğünde boşluklar… Olan üç beş diş de çarpık çurpuk. Iyyy!!! Maydanoz yaprağı yapışmış dişinin birine de… Adam, o dişleri göstere göstere güldü işte.
Haydi, canım sıkılmasın şimdi! Benim paramla benim yanımda gülmek… Hem de o saçma sapan dişlerle… Oysa benim dişlerim gülmek için daha münasip. Her biri dolu tanesi gibi. Allah için tek bir çürük yok ağzımda. Üstelik hepsi porselen kaplı. Fırçalamayı hiç ihmal etmem. Günde en az iki kez… Hiç sektirmem, altı ayda bir, mutlaka baktırırım dişlerime. Bak, gıcır gıcır… Tak tak… Yani diyorum ki, burada gülmesi gereken biri varsa o da benim, sen hamal kıçına bakmadan kaç paralık adamsın da gülüyorsun. Git önce dişindeki maydonozu temizle… Pis adam!
Bak bak gene gülüyor… İnadıma yapıyor sanki… Bana gülüyor olmasın bu hırt… Yok canım, daha neler… Hem benim gülünecek neyim var? Ondan daha yakışıklıyım bir kere. Şunun tipine bak. Saç sakal birbirine karışmış. Boyu arpa başağı kadar. Çizmelerin boğazı kasığına kadar dayanmış. Bacaklar birer karış. Hey sarı çizmeli Mehmet Ağa… Sen benim koltuğumun altında kalırsın be… Bir kere benim kravatım, senin o pis çizmelerini on kere satın alır. Ohh!!! Nasıl, ağır mı kömür torbası? Güler misin öyle ağzını ayıra ayıra… Şu kamyondaki ameleyi öğütlemeli şimdi; şu gülen adam var ya buna çuvalları çift yükle demeli, inim inim inletmeli. Surata bak kapkara… Benim potinlerim bile senin suratından daha parlak… Burada gülecek biri varsa o da benim. Sen kömür çuvalının altındasın bense ellerim ceplerimde seni seyrediyorum. Ulan bir kere sen böyle bir konağın kapısından ancak kömür taşımak için girebilirsin!
Bak işte! Yine gülüyor. Asabım iyice bozuldu. Keseceğim yevmiyeni. Hamal… Sen hamalsın! Beş kuruş vermesem ne yaparsın ha? Kaçtan aşağı olmaz. Kime söylersin, polis mi çağırırsın… Dur hele… Son gülen iyi güler. Sen gül bakalım şimdilik. Hem versem ne olacak yevmiyeni, o kavruk yüzlü çocuklarının rızkıyla kahkaha satın alacaksın kendine.
Nasıl da terlemiş. Teke gibi kokuyordur şimdi. Bak nasıl da kömür rengine döndü gözleri. Bunun koca diye koynuna girilip yatana ne demeli. Gerçi bunların karıları da kendilerine benzer. Bakalım o nerede kahkaha atıyor şimdi. Tencere kapak…
Kes şu sırıtmayı! Hakikaten niye gülüyorsun merak ettim. Nedir seni bu kadar neşelendiren? Biraz yaklaşsam da kulak misafiri mi olsam? Yok yok, sonra nimetten sayacak kendini, şımaracak. Herkese kıymetince değer vereceksin… Hem niye gülecek, avam işte; ya açık saçık fıkralar anlatıyorlar birbirlerine ya da mahalleden birinin dedikodusunu yapıyorlar. Moliere’nin “Cimri”sinden çıkıp gelmedi ya kömür çekmeye.
Gözüm görmesin, daha fazla dayanamayacağım bu adamın gülmesine, iyice sinirlerim bozuldu, içeri geçeyim.
*
İçeri geçtim. Yatak odamdaki boy aynasının karşısına durdum. Gözlerimi gördüm, kömür rengine çalıyor. Kravatı boynumdan çıkarıp attım yatağın üzerine. Dişlerimi muayene ettim uzun uzun. Her biri dolu tanesi gibi. Allah için tek bir çürük yok ağzımda. Üstelik porselen kaplı. Fırçalamayı hiç ihmal etmem. Günde en az iki kez… Hiç sektirmem, altı ayda bir mutlaka baktırırım dişlerime. Bak, gıcır gıcır… Tak tak… Dışarıda kahkaha sesleri. Hayır, gülmek bana daha çok yakışır.
Bak şimdi gülmek nasıl oluyor, iyice bak… Aynadaki suretime doğru bir kahkaha fırlattım. Sesim böğürtü gibi aynadan yüzüme çarptı. Olmadı. Ürperdim. İyi de kravatım var, sonra dişlerim…Bir daha denedim… Bir daha denedim… Sesim ağlar gibi kucağıma düştü… Dışarıda kahkaha sesleri…
*
Kravatımı bağlayıp aşağı indim. Kömürü bitirmişler, kamyonun gölgesinde tütün sarıyorlar. Beni görünce gülümseyerek yanıma yaklaştı:
“Bitti beyim. Hepsini taşıdık.”
Dört kişi, yüzerden dört yüz lira… Cebime davrandım, beş yüz lira sayıp ayırdım.
“Şu üç yüz arkadaşlarının, bu iki yüz de senin hakkın.”
“Benim niye fazla oldu beyim?
“Çünkü sen çuvalları çift çift taşıdın.”
Mustafa Soyuer