SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Her yıkıntı yeni bir dönemin başlangıcıydı.
Acıtıyordu elbet, bazen de kanatıyor. Merhem bulunmuyordu bazı yaralara. Hele birde kabuk bağlamadıysa.
O son gece, zafer sarhoşu gibiydim adeta. Kazanan ve kaybeden belirsizdi, tartışmaya sunulacak boyutta değildi. Fakat ruhum “iç” diyordu sürekli. Kulak veresim vardı. Birkaç kadehi arka arkaya devirdim.
Bir süre sonra sevinç sandığım hüzün gömleği yapıştı üzerime. Sesli bir ağlamaya dönüştü içimdeki yangın. Kadehimdeki içki dahi kurtaramazdı beni. Yolun yarısında bırakacağı belliydi.
En çaresiz zamanlarda sarıldığımız bir teselli arayışıydı bu. Her şey normale döndüğünde ise kocaman bir aldanış yanında, içinize akıttığınız zehirdi yanınıza kar kalan.
Ama seviyorduk işte! Seviyordum bu pembe düşleri bilincime sunan, şişede durduğu gibi durmayan mereti!
Sonu olmayan bir sevgiydi bu. Kendi sonumu dahi göremiyordum.
Her akşamın sonunda ellerime bakıyordum. Titreyen, vuran, kıran, beş para etmez ellerime. Kadehi sardığı gibi sarmıyordu sevdiklerinin bedenini. Ardında kocaman bir enkaz bırakarak devam ediyordu yoluna. Dedim ya bu bir çaresizlik oyunu diye!
Çukur gittikçe açılıyor, dibi gözükmüyordu.
Ayık olduğumda aynaya bakar, gördüğüm çaresiz ve korkak siluet canımı sıkardı. Bir iki tek atmaya başladığım vakit damarlarımdan süzülen kan bile delice akardı. Cesur olduğumu ancak ve ancak kafam dumanlıyken anladım. Karıncayı dahi incitemeyecek olan ben, sevdiklerime doludizgin odaklandım. Edepsizce ve gözü dönmüşçesine…
Sonu hep aynı kapıya açıldı. Koca bir hiç!
İşe yaramaz bir adamdı Seyfi Konak.
Ellerimi iyice kullanamaz hale geldiğimde bunu daha iyi anladım. Yol arkadaşım bellediğim içki, beni hiç yalnız bırakmadı. Fakat sığıntı bir cesurluğun içine girmemi de yasakladı.
Şimdi ne mi oldu?
Elini dahi kımıldatamayan, krizin eşiğine geldiğim an kamışla dudaklarıma içki dayatılan, gecesi gündüzüne karışmış, ardında helallik verecek bir tek nefes dahi barınmayan kuru bir adam.
Çaresizliğin hiç bu kadar yakışacağını düşünmemiştim oysa ki.
Şimdilerde af dilesem neyi değiştirir ki!
Bu ara kodesin ardını düşlüyorum yarı bulanık zihnimde. Bir yatak ve bir parça ekmek diyorum. Şu halimden daha kötü olabilir mi!
Böylesi beş para etmez bir düş bile gülümsetiyor beni. Ardından hıçkırıklara teslim oluyor gözlerim ve insanlıktan uzaklaşmış haykırışa dönüşüyor unuttuğum sesim.
Son birkaç gecedir aralıklarla yoklayan ölüm meleği, bu gece almaya niyetliydi beni. Kapım açıktı, elimle teslim ettim kendimi.
“Dünyanın rengi nedir?” diye soran Azrail’e gülümsedim ve “beyaz” dedim usulca.
Haddini bilmezlik çıkış kapısında da yakaladı beni.
Ebru Zeynep Dişiaçık