SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Kış uzun sürmüş ilkyazın oynak havasına hasret kalmıştık. Nisan, mayıs yağmurlarıyla yıkanan bitek topraklardan katmerlenerek fışkıran bereketle uzaktan olgunlaşmış siğil gibi gözüken tomurcuklar bir gecede bitivermişti. Işıldayan tayf altında gök mavileşmiş, ağaçlar hayat emaresini çoktan yitirmiş çiçek fidanları rengârenk gelinliklerini giyip görücüye çıkmışlardı. Kırlar, bostanlar; allı, yeşilli fistanlarını giymiş, taze gelin gibi salınıyorlardı. Her taraf yeşillik ve tazelik kokuyordu.
Kış mevsiminde; etrafını çepeçevre kuşatan yüksek taş duvarlarla yaşamdan tecrit edilmiş mektebimizde zamanı öğüten çarkın paslı zincirlerinin gıcırtısında güneş erken doğar, erken göçerdi. İlkyazla birlikte hareket serbestisi tanınmış, gönlümüzü kalaylayan temiz havanın ruhumuzun derinliklerine sirayet etmesi için bahçede daha fazla vakit harcamamıza müsaade edilmişti. Sörlerin geleneksel çelik iradesine, rahibelerin his ve davranışlarımızı kıskaca alan delici bakışlarına ram olmakta zorlanan katışıksız dik başlılığım azat edilmiş deli tay coşkusuyla özgürlüğüne kavuşuverdi bu sabah ama ne özgürlüktü ya…
Rosalina, Chiselda ve Alexandaria ile tedrisat nihayetinde yapılacak müsamerede sergilenmek üzere; hazırlıklarına haftalar önce başladığımız temsilin kostümlü provasından çıkmış yorgun adımlarla yatakhaneye doğru yönelmiştik ki merdivenlerden inerek bize doğru aceleyle yaklaşan çömez Rahibe Allison:
‘’Miss Nevhilal, Sör Gabriela sizi odasında görmek istiyor hemen,’’ dedi.
Birden telaşlandım, mutlaka bir kabahatim olmalıydı yoksa niye çağrılacaktım yönetim odasına. Tüm davranışlarımı gözden geçirdim şimşek hızıyla zihnimden. Ya da aileme mi bir felaket musallat oldu da onu haber verecekti. Şuurum bulandı, gözlerim karardı. Cezalandırılma korkusu ve endişesiyle sendeledim. Kendime bile yabancı gelen titrek bir sesle:
‘’Teşekkür ederim Rahibe Alison. Hemen gidiyorum şimdi.’’
Merdivenleri hızlıca adımladım, odanın kapısında biraz soluklanıp sırtımı dikleştirdim. Sakin olmaya çalışarak kapıyı tıklattım.
‘’Giriniz.’’
Ceylan çevikliğiyle odaya süzüldüm. Hafif bir reveransla:
‘’Günaydın efendim, beni görmek istemişsiniz.’’ ‘’Geliniz Miss Nevnihal, size de günaydın evlatçığım,’’ diyerek hiçte kızgın olmayan sözlerle hitap etti. Karşısında ki koltuğa oturmamı işaret etti. Kaygı ve korku içinde koltuğa ilişip olduğum yerde büzüldüm kaldım. İlk kez çağrılıyordum dört yıldır Sör Gabriela tarafından
yönetim odasına. Mutlaka çok önemli bir mevzu vardı ama ne? Gözbebeklerime düşen hüzünle buğulandı iri lacivert gözlerim. Uzun, sesiz bir bekleyişin sonunda:
‘’Miss Nevnihal endişeye mahal yoktur. Korkmayınız, sizin davranışlarınızla alakalı bir mevzu için çağırmadım sizi buraya. Zira siz çok başarılı, gayretli, iyi terbiye görmüş bir talebemizsiniz. Konu şu ki paşa dedeniz Nafiz Beyefendi biraz rahatsızlanmış, kendileriyle alakadar olmanızı arzu ettiği içinde kâhyanız Azmi Efendiyi sizi eve götürmek üzere görevlendirmiş. Sene sonundaki temsilin sergilenmesine kadar izinlisiniz. Hemen hazırlanınız zira kâhyanız arabayla sizi mektebin dışında beklemektedir. Lütfen ailenize selam ve hürmetlerimi, geçmiş olsun dileklerimi iletiniz.’’
‘’Teşekkür ederim efendim.’’
“Güle güle evlatçığım… Selametle.”
Gönülsüzce üzerime su yeşili feracemi giydim. Başıma, mine çiçeği işlemeli aynı renk yaşmağımı tutundum. Uzun boylu bir gölge sessizliğinde, ivedilikle iki- üç kitabı çantama yerleştirdim. Kızlarla bile vedalaşamadan Rahibe Alison refakatinde mektebin dışına çıkmıştım. İçi pembe atlas kaplı, iki baklakırı atın çektiği kupa arabasına Azmi Efendi’nin yanına yerleşip paşa dedemin sağlığı ile ilgili sorularımı ara vermeden sordum. Yoksa ölmüş müydü? Ya da vazife yaptığı Yemen çöllerinde malaya hastalığından yitirdiğimiz sırım gibi bir zabit olan ağabeyimin acısını bir nebzede olsa hafifletmek için doktorunun tüm uyarılarına karşın doğurduğu Nusret’e mi bir haller olmuştu maazallah? Bu kadar alelacele eve çağrıldığıma göre…
Fatma Türkdoğan