ÖLÜM VE DOĞUM GÜNÜ Bir çukur açıyorum yıllardır. Kazıyorum derine, magmaya yakın en dibe. Çabalıyorum, yoruluyorum, ağlıyorum. Gözlerim şiş, acı dolu uyanıyorum. Öyle bir...
Küflü, beyazımsı sabah ayazından kalma, soğuk ve kuru bir hava. Yanakları, kulakları kızartacak kadar. Olsun. Sevdiği ile bulaşacağı her gün güzeldi. Hazırlandı. Hep böyle yapardı. Yıkanır tıraş olur. Temiz giyinir. Parfüm sıkar, öyle çıkardı evden. Yalan yok kıskanırlardı. En çok da Memet.
Her zaman ki gibi kırmızı bir gül aldı. Yüzünde kocaman gülücüklerle gitti sevdiği ile bulaşacağı o alelade yere. Kız gelmiş, bekliyordu. Her zaman o bekler kız geç gelirdi. Sevgilisinin yanına gidince selam verdi. Ama selamını almadı kız. Ölü sahibi gibiydi yüzü. “Ne oldu ?” dedi. “Baban mı? Ablan mı?” Cevap vermedi. Yüzüğü ve elinde tuttuğu poşeti uzattı. Eli eline değmesin diye dikkat etti. Her daim sıcaklığını hissettiği elinin.
“Senden ayrılıyorum. Ayrılmak zorundayım. Sana ait ne varsa getirdim bu poşette.”
“ Peki, neden?” diye sordu.
“Sen” dedi “babam gibisin.” Başka soru sormadı. Morali bozuktu demek, üstüne gitmedi. Poşeti aldı. Arkasını döndü, yürüdü. Geçer unutur. Kendi arar diye düşündü. Şaşırdı kız, taş kesildi. Hata mı bu diye iç geçirdi. Arardı değil mi, vazgeçmezdi.
Kırık bir fay geçti içinden. Yıkıldı gitti İrem. Demek şimdi her şey bu poşetteydi. İçinden poşeti atmak gelmedi. Ve ya yolundan dönmek baban biri değilim ben, o istediğin ev var ya dördüncü katta balkonu geniş ve kaloriferli olan hani. Onu aldım demek gelmedi. Sigarayı bıraktım. Artık kötü kötü öksürmeyeceğim demek de. Annesi, evet o melek kadın. Babasından hiçbir şey istememiş. Bir göz odada yaşamışlar üç çocukları olmuş. Demek ki; sevmek böyle, bir şey bir poşete sığmayacak kadar işte.
Canı gene tütün istedi. Dumanla demlenmek. Yol üstünde ki bir büfeden iyi öksürten sigaradan alıp yaktı. Elinde ki poşete bakıp onun söylediğini tekrarladı. Sana ait ne varsa bu poşette. Buna kendi de inanıyor muydu acaba? O kadar şey sığar mıydı eski bir poşete? İyi düşünceler geldi aklına, bu ayrılık ilk değil, iki gün sonra kendi özler arar dedi. Söylediğine inandı. İki gün geçmedi. Kız aramadı. Dört gün, on dört gün ve bahar geldi bekledi ama kız hiç aramadı.
Herkes bir şeyler söyledi. O kız zaten sana göre değildi. Gözü yükseklerdeydi. Evlenseniz bile geçinemezdiniz. Yalandı hepsi. Onu teselli etmek için söylenen anlamsız şeylerdi. Herkes onun kızı çok sevdiğini bal gibi biliyordu.
Yusuf Yılmaz