SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Asansörün kapısına “ ASANSÖR BOZUK” yazılı bir bilgisayar çıktısı asılmıştı. Eski apartmanın, eski asansörüne kızgınlıkla baktı Sema. Markete uğrayıp alışveriş yaptığından eli koli doluydu.
“ Şimdi bir de üç kat çık.” dedi kendi kendine.
Bıkmıştı bu apartmanın sorunlarından. Çaresiz yöneldi merdivenlere, oflaya puflaya çıktı basamakları. Tam merdivenin ortasına geldiğinde, sensörlü kat ışığı sönmese çıkış daha kolay olacaktı. Merdivenden düşmemeye dikkat ederek eliyle, koluyla yaptığı tuhaf hareketlerle, ışığın onu algılamasını sağladı. Çıktığı her katta aynı macerayı tekrarlayarak evinin bulunduğu üçüncü kata ulaştı. Şimdi sıra kocaman çantasından anahtarı bulmaya gelmişti. Elindeki poşetleri tek elinde topladı. Kolu poşetlerin ağırlığından neredeyse yere kadar sarkmıştı. Diğer eliyle çantasını karıştırdı. Bu sorunu hep yaşadığından kocasının aklına uyarak büyük bir anahtarlık almıştı ama yine de nafile, kör olasıca anahtar yoktu!
“Hah, buldum! ” dedi sevinerek. Hay Allah sokakta çöp kutusu bulamadığı için çantasına tıkıştırdığı kullanılmış ıslak mendilmiş. “Nerde bu yahu? Oh neyse buldum. Yok, yok bu da selpak çıktı. Ön göze mi koydum acaba? Ah, buldum! Bu sefer tamam” diyerek kan ter içinde elinde tuttuğu anahtarla kapıyı zor bela açıp kendini içeriye attı. Sokak kapısını kapattı. Poşetleri yere bırakıp kolundaki kocaman çantasını nefretle fırlattı portmantonun üzerine. “ Bıktım bu çantadan. Şöyle bir kullanışlısını alamadım ” diye söylenerek kabanını çıkarıp astı. Poşetleri yeniden yüklenip mutfağa yöneldi.
“ Of, bugün yemeğim de yok. Yapacak vakitte kalmadı. Dolmuş ne kadar da geç geldi bugün. Şimdi söylesen Hayrettin beyefendiye, inanmaz bana. ‘ Hadi hadi yine hangi vitrinlere baktın’ diye birde alay eder. Hıh, sanki bakacak vitrin kaldı da. Ayol şimdi her şey AVM’lerde. Öyle dolmuş beklerken bakacağın mağaza mı kaldı etrafta? Hele ki benim beklediğim durakta. Az ilerde bir sakatatçı var o kadar. Ciğerlerle, işkembelere mi bakacağım acaba? ”
Bir yandan kendi kendine söyleniyor bir yandan da de poşetleri boşaltıp buzdolabına konulacakları kaldırıyordu. Aniden dolaptan başını kaldırdı. Yüzünde yerçekimini yeniden keşfetmiş gibi bir ifadeyle “ Menemen yapayım. Hayrettin sever.” dedi. “Bir de domatesli makarna. Oh, al sana mis gibi yemek, yeterde artar bile.”
Ellerini mutfak lavabosunda yıkadı. Bu durumdan hoşlanmıyordu. Ellerinin kiri lavaboya yapışmasın diye kenarda duran çamaşır suyundan boca edip suyu sonuna kadar açtı, kendince dezenfekte etti. Buzdolabından biberleri domatesleri çıkardı. Soğanı alıp hızla hazırlamaya koyuldu. Tavaya tereyağını koyup içine doğradığı soğanları atarken “ Daha üstümü bile değişemedim. Vakit yok. Şimdi gelir Hayrettin” diye düşündü. Yere düşen küçük soğan parçasını almak için eğildiğinde gözüne bluzunun önünde gittikçe büyüyen birkaç beyazlık çarptı. “ Allah kahretmesin daha yeni almıştım. Gördün mü mikrobu, dezenfekteyi filan, bluzunu mahvettin Sema hanım.” Sıçrayan çamaşır suyunun beyazlattığı bluzuna acıyla baktı. Bir daha giyemeyecek olmanın üzüntüsüyle neredeyse ağlayacak halde biberleri attı tavaya. Tam domateslere sıra gelmişti ki, sokak kapısı anahtar şıngırtısıyla açıldı.
“ Hoşgeldin hayatıııım!” karşılamasına bir erkek sesinin “ Ben geldiiim!” i karıştı. Ocaktan fazla uzaklaşmadan sadece kafasını uzatıp elindeki tahta kaşıkla selamladı kocasını, sonra da onun telaşla ayakkabılarını çıkartıp, tuvalete koşmasına güldü. Her akşam aynı seremoni hiç şaşmadan tekrarlanıyordu.
Harcını hazırladığı menemene yumurtaları kırmadan önce biraz tuz, biber ekleyip şöyle bir karıştırdı. Ocağı yaktı, üzerine makarna tenceresi olarak kullandığı annesinden aşırma büyük teflon tencereyi koydu. Isıtıcıda kaynattığı suyu içine boca etti. Tam makarnayı suya salacaktı ki, Hayrettin homurdanarak mutfağa girdi. Karısına çarpıp, hiç bakmadan pencerenin önünde duran sedirli mutfak masasına yöneldi. Sedire iri, erkek vücudunu zorla tıkıştırıp oturdu ve masanın üzerindeki kumandaya uzandı.
Sema elindeki işi yarım bırakıp, televizyonu açmak için kumandayla savaşan kocasına baktı. Hayrettin televizyonu açmaya çalışıyor ancak kumanda bir türlü çalışmadığından başaramıyordu.
“ Al işte bunu da bozmuşsun. ”dedi ve elindeki kumandayı masanın üzerine fırlattı adam.
“ Aaa ben niye bozayım ayol? Bütün gün evde miyim sanki? Pili oynamıştır yerinden.” dedi Sema, biraz bozularak. Masanın önüne geldi. Kumandaya uzandı. Seri hareketlerle arkasını açıp yerinden oynamış pili düzeltti. Kapağı kapatıp kumandanın tuşuna baştı. Hop açıldı televizyon. İçeriye tekdüze konuşan spikerin sesi doldu. Kocasına bir “ işte bu kadar ” bakışı fırlatıp, makarnayı suya salmak için ocağa koştu. İşini bitirip domatesleri rendelemek için tezgâha döndüğünde, kocasından gelen homurtulara daha fazla dayanamayıp yeniden yanına gitti.
“ Ne oldu Hayrettin? Canın çok sıkkın görünüyor. Kötü bir şey olmadı ya?”
Hayrettin karısının yüzüne kötü kötü baktı. Bir cevap vermedi. Kadının ısrarla yüzüne baktığını görünce ters ters “ yok bir şey” dedi.
“ Olmuş işte bir şey. Haline baksana. Son otobüsü kaçırmış gibisin. Suratın beş karış.”
“ Ne demek şimdi o? Hep böyle saçma laflarda sende bulunur. Son otobüsmüş. Sen önce şu önüne bak, her yerine beyaz beyaz bir şeyler yapmışsın ” dedi yine terslenerek adam.
“ Ay hiç sorma! Çamaşır suyu oldu yine.”
“Yeni bluzun değil mi o? Hani şu çok para verdiğin? Allah rahmet eylesin ” dedi Hayrettin sonuna da bir “cık cık” ekledi lafının.
Sema konuyu değiştirmek için çabuk çabuk “ Eee ne oldu? Belli ki canını sıkmışlar senin. ” deyip, tezgâha döndü. Eliyle “ hadi anlat ” anlamında bir işaret yapıp makarnaya koyacağı domatesi rendelemeye koyuldu.
Hayrettin, sanki hiç konuşmak istemiyormuş da zorla anlatıyormuş gibi ağır ağır “ Yahu bugün çok canımı sıktı müdür ” diye anlatmaya başladı.
Suyunu süzüp, büyük tabağa aldığı makarnanın üzerine domateslerden hazırladığı sosu dökerken “ Ay! Yine mi müdür? Hadi hayırlısı ” diye geçirdi içinden Sema.
“ Sana geçen gün anlatmıştım ya. Bizden aylık raporlar istiyorlar diye. Hani bir ay içinde nereye ne sattık, kim ne kadar satış yaptı, ne kadar teklif verildi falan diye dedim ya. İşte bugün o raporun ilkini hazırladık. Ben de çıkışa yakın aldım raporları bu müdür olacak, başka şey diyeceğim ama neyse akşam vakti günah olmasın biz adam diyelim, adama götürdüm. Adam şöyle bir baktı yaptıklarımıza. Atıverdi önüme sonra. Bizim kaç gündür uğraşıp didinip hazırladığımız raporları beğenmedi iyi mi? ”
“ Aaa niye ki? ” diye sordu ilgilenmiş gözükmek için kadın bir yandan da hızlı hızlı menemenin yumurtalarını kırıyordu. Çok uzaklardan ambulans mı itfaiye mi olduğu anlaşılamayan siren sesleri çalındı kulağına.
“ Efendim neymiş; raporlar böyle aylık olmayacakmış, günlük olacakmış. Kendi kafasına göre bir şey tasarlamış ” eliyle belli belirsiz bir işaret yaptı “ böyle exel tablosu gibi bir şey, bunun aynısını programda yapacakmışız. Herkes, her gün ne yaptıysa ona işleyecekmiş. Günün sonunda da beyefendi bakacakmış. Bak bak bak, güvensizliğe bak. Aklınca bizi kontrol edecek. ”
“ Sonra ne oldu ” dedi tabakları masaya koyarken kadın. Acele hareketlerle çatalı kaşığı aldı çekmeceden. Uzaktan siren sesleri gelmeye devam ediyordu. “ Bu şehrin de gürültüsü hiç bitmiyor ” diye düşündü
Hayrettin anlatırken bile öfkelenerek devam etti.
“ Ne olacak? Olmaz dedim tabi. ‘Müdür bey biz zaten üç kişiyiz. İşleri zor yetiştiriyoruz. Çoğu zaman bu yüzden mesaiye kalıyoruz. Şimdi ben arkadaşlara her gün böyle bir rapor hazırlayacaksınız diye nasıl söylerim?’ dedim. Adam bana hiç utanmadan ‘Ne iş yapıyorsunuz da vaktiniz kalmıyor?’ demesin mi? ” Karısının vereceği tepkiyi görmek için bir an sustu.
Dolaptan aldığı tuzu, biberi masaya koymakla meşgul olan Sema, yüzüne çok şaşırmış bir ifade yerleştirerek, gözlerini kocaman açıp kocasının yüzüne baktı. Yaklaşan siren seslerinin gürültüsünden sesini biraz yükselterek “ Daha nasıl çalışacakmışsınız? Ne istiyor bu adam? ” dedi.
“Ah bir anlasam! Benimle bir derdi var ama… ” sözlerinin bu kısmında sustu gözleri dalgınlaştı adamın. Sema’nın baktığını görünce toparlandı, kaldığı yerden hararetle anlatmaya devam etti.
“Neyse, bende sordum tabi hemen. ‘Daha nasıl çalışacağız, gecemizi gündüzümüze katıyoruz size satış yapmak için’ dedim. ‘Hadi oradan. Bütün gün internet başında ya facebook’tasınız ya malum sitelerde’ demesin mi? Gözüm döndü yemin ederim. Buna bir bağırdım herhalde bütün şirkette duyulmuştur. ‘Sen ne diyorsun be adam? Neyle suçluyorsun sen beni?’ dedim. ”
Sema bu sözlerin ardından kötü bir şey geleceğini sezinleyerek içinden “ Eyvah” dedi, masanın ortasına renkli plastikten balık şeklindeki nihaleyi yerleştirdi. Tavayı almak, makarnanın da altını kapatmak için ocağa döndüğünde kocası aynı öfkeli ses tonuyla anlatmaya devam ediyordu.
“ Cevap olarak ne yaptı biliyor musun? Bana hakaret etti, bana işe yaramaz olduğumu hiçbir şey yapmadan bütün gün oturduğumu söyleyip bana küfür etti. Sema inanabiliyor musun? Bana küfür etti. Ben de daha fazla dayanamadım, yapıştım yakasına.”
Sema elinde menemen tavası, mutfağın ortasında dikildi kaldı “ Eyvah kesin kovuldu ” diye geçirdi içinden. Duyacaklarından korkarak baktı kocasına. “ Ya kovulduysa, kredi kartları ne olacak? ”
O ise sanki keyiflenmiş gibi iştahla anlatıyordu artık. “ Ufak tefek bir adam zaten. Yakasından tutup masanın arkasından bir çektim bunu, ayakları yeden kesildi. Ödü koptu, ama O da az değil hani, beni bir itti, boş bulundum, geriye savruldum, ayağım sehpaya takıldı, koltuğa doğru yıkıldım fakat bırakır mıyım, kızmışım bir kere, elime sehpanın üstündeki kül tablası geçti. Ben onu hafif bir şey sanırdım, dökümdenmiş meğer. Bir ağırdı ki sorma, bir fırlattım buna. Ha ha ha tam kafasına geldi neye uğradığını şaşırdı kerkenez! Düştü yere, kalkamadı bir daha ”
“ Bayıldı mı yoksa? ” dedi Sema telaşla. Siren sesleri neredeyse evin içinde çalıyordu artık. Hayrettin boş boş baktı karısının yüzüne. Yüzünde tuhaf karanlık bir ifade vardı.
“ Öldü mü? ” dedi usulca kadın. Kapının zili çalmaya başladı. Dışarıdakinin çok acelesi vardı anlaşılan, çünkü yumruklamaya başladı şimdi de. Elindeki menemen tavasını masanın ortasındaki nihalenin üzerine itinayla koydu Sema, mekanik hareketlerle kapıya gitti, açtı. Karşısında dikilen eli silahlı, kimi üniformalı kimi sivil insanlara anlamsız gözlerle baktı.
Önde dikilen uzun boylu, sivil giyimli polis elinde tuttuğu kimliğini Sema’nın burnuna doğru uzatarak “ Ben komiser Kerim Durmaz. Hayrettin Filizli burada mı oturuyor? ” dedi sert sert.
Sema polislere baktı gülümseyerek sordu.
“ Menemen yer misiniz? ”
Esra Şen