SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
“Kolay gelsin.” Dedi, arkadan gelen bir ses.
Teknesini kıyıya bağlamakla uğraşan yaşlı balıkçı arkasını döndüğünde gördüğü yüze inanamadı. Uzun süredir rastlamadığı o çehre yıllar önce birlikte balık tuttuğu küçük çocuğa aitti. “Deli Murat? Sen misin bu?”
Genç, başını sallayarak onayladı. Gözündeki güneş gözlüklerini çıkartıp, sırtındaki çantasını yere bıraktı. Rüzgar, uzun saçlarını yüzüne doğru savururken koca bir gülümseme yerleşmişti güzel yüzüne. Eski bir dosta yeniden kavuşmasının sebebiydi o gülümseme. İnci gibi sıralanan dişleri görünüyordu dudaklarının arasında.
“Nereden tanıdın Hasan Abi?”
“Nasıl tanımam senin gibi deliyi?”
‘Deli’ diyordu ona Balıkçı Hasan Abi. Küçüklüğünden beri hiç yerinde durmayan, oradan oraya sürekli hareket halinde olan enerji dolu bir çocuktu eskiden. Ailesi ile birlikte bu küçük sahil kasabasında yaşamıştı uzunca bir süre. Anne ve babasının kaza sonucu vefatından sonra ise oradan ayrılmış, Almanya’ya okumaya gittikten sonra da hiç uğramamıştı. Yıllar sonra yeniden buldu kendini o şirin kasabanın şirin köşelerinde. Çocukluğunu kovaladı bir akşamüstü.
Balıkçı Hasan, Murat’ı hemen deniz kenarındaki bir kafeye oturttu. İkisi de çaylarından birer yudum aldı önce. Sonra Hasan, aklını kurcalayan o soruyu sordu: “Hangi dalga attı seni buraya? Okumaya diye gittin, okul bitti sen dönmedin hayırsız. Şimdi ne oldu da dümeni bu limana çevirdin?”
Murat elindeki çay bardağını önündeki ahşap masanın üzerine koydu. Sağ tarafında beyaz köpüklerle salınan denize baktı öylece. Parlayan Güneş’in etkisiyle kıstığı kömür gözleri ufka odaklanmıştı. Ne diyeceğini biliyordu da nasıl diyeceğini bilmiyordu.
“Düşündüklerin mi daha derin yoksa bu deniz mi?” diye, sordu Balıkçı Hasan, denizi işaret ederken.
Murat derin bir nefes verirken başını sağa sola salladı. “Bahadır Çamoğlu daha derin.” Diyebildi.
Ufuktaki gözlerini Hasan Abi’ye çevirdi. “Hala aynı mı? Yetmedi mi kendini bitirdiği?”
Murat’ın bu sitemi abisineydi, Bahadır Çamoğlu’na. Kaptan abisi, deniz aşığı abisi, hayatı gemiler olan abisi.
Ve… denizden korkan abisi.
“Bahadır çürüttü kendini. Haberin var mı bilmem, suya ayağını dahi değdiremiyor daha. Islak kuma adım atsa titriyor, irkiliyor. Çekiyor sandalyesini kulübesinin önüne, seyrediyor kayalıklardan denizi. Konuşmuyor da ağlamıyor da. Saatlerce tepkisiz izliyor denizi. Uyuşmuş sanki, kıpırdamıyor dahi. Delirdi diyen oldu, hissizleşti diyen oldu…
Senin anlayacağın o artık şapkasıyla hokkabazlıklar yapan neşeli Bahadır değil. O artık dümen çeviren, limana yanaşır yanaşmaz yanımıza koşan, balıklarla dost olan, denizle kardeş olan, sudan çıkmayan Bahadır değil. O artık Kaptan bile değil insanların gözünde. ‘Sudan korkan kaptan’ mı olur?”
Murat başını ellerinin arasına aldı. Dirsekleri önündeki masaya çivi gibi çakılmıştı. Abisinin derdiyle dertlenmişti. “Niye böyle oldu anlamıyorum. O güçlü bir adamdı. Arka mahalledeki Kontak Haydar bile acıtamadı onun canını, bir şey yapamadı. Herkesin korktuğu adam onu yıkamadı.”
Balıkçı Hasan da gözlerini denize çevirdi. Başındaki lacivert bereyi aldı avcuna. İçi daralmıştı bu adamın da. Dertli dertli başladı konuşmaya.
“En büyük hasarları kalbimizi açtıklarımızdan aldık hep. Senin abin Kontak Haydar’a yüreğini açmadı ki, yumruğunu sıktı üzerine yürüdü. Dayak yemedi mi, yedi ama acımadı. Sevda’ya ise kalbini açtı. Düşmanın bin hamlesinin yıkamadığı adamı Sevda’nın bir hamlesi yıktı. Ne zaman ki deniz, Sevda’yı o iki yaşındaki bebesiyle birlikte alıp götürdü işte o zaman senin abinin de canını alıp götürdü.”
Balıkçı Hasan işaret parmağıyla Murat’ın arkasında bir yeri gösterdi. “Şuraya bak. Şu adama.”
Kayalıkların üzerinde, sahile oturtulmuş bir evdi gösterdiği. Evin önünde bir adam oturuyordu, kayalıkların üstünde. Uzaktaydı, silüet gibi görülüyordu adam ve evi. Siyahtı, karanlıktı…
O noktaya çevirdi başını Murat. Kara gözleri çaresizce senelerdir görmediği adamın silüetine bakıyordu.
Hasan, sözlerine devam etti: “Bu adam dümeni kırılmış bir gemi. Deniz kırdı bu adamın dümenini. Çok fırtınalar atlattı o gemi ama bir girdapta kayboluverdi. Yine en büyük kazığı en sevdiği, aşık olduğu, kendini yaşatan denizinden yedi. Denize öyle uzun uzun bakması, hala umutlu olması. Dümenini arıyor, limanına varmak için. Dümenin adı: Sevda, limanın adı: Huzur. Sevda gelmedikçe, dümen dönmedikçe ne o gemi ilerleyecek ne de huzur bulacak. Oradan oraya savrulup duracak. Şansı varsa alabora olacak, şansı yoksa hayatta kalacak.”
“Alabora olmak ha… Ölmek kurtuluş mu yani onun için? Bu mu?”
“Şu durumda kurtuluş, bu adama çok uzak. Ben diyorum ki: Kaybolmak, ölmekten daha çok acı verir bir kaptana. Özellikle de sudan korkan bir kaptana.”
“Kendine gelmesi lazım.”
“Gelir gelir de… Yolu bilmiyor ki zavallı. Birinin onu gidip getirmesi lazım.”
Balıkçı Hasan’ın ‘biri’ olarak bahsettiği karışında oturan Murat’tı. İkisi de şunun farkındaydı ki: Kayıp bir adamı aramak, bulmak ve geri getirmek ancak o adamın değer verdiği birince mümkündü.
“Abin seni sever Murat. Gözünden bile sakındı seni. Okuttu, Almanyalara gönderdi… Bul şu adamı be. Hala geç değil.”
Murat binbir zorlukla aşağı indirdi boğazındaki düğümü. Yutkunmak ne zamandan beri bu kadar zor olmuştu?
“Aslında onun için geldim. Hasan Abi şey…” Bir an durdu Murat. Dedim ya, ne diyeceğini biliyordu ama nasıl diyeceğini bilmiyordu. “Bir adamdan çok önemli bir şey öğrendim ben. Sevda yengemlerin batan yatla ilgili.”
Hasan Abi’nin gözleri kocaman açıldı. “Ne öğrendin?”
Murat suskunluğunu çekti üzerine yeniden. “Şey… Bak mümkünatı yok belki böyle bir şeyin ama bir şey duydum ben.”
Geveleyen Murat, Hasan Abi’yi git gide daha da meraklandırıyordu. “Ne duydun Deli söylesene?”
“Şimdi abimin kızı vardı ya hani…”
“Derya. Boğulduydu ya o.”
“Yok o iş öyle değilmiş Hasan Abi… Ben buralardaki hastanelere biraz soruşturdum o gece hastaneye getirilen tüm kız çocuklarını tek tek araştırdım. Mümkün değil belki ama yine de düşündüm yani ya gerçekse diye. Şeytan girdi bir kere aklıma, peşini bırakamadım. Oradaki bir bebek hemşiresinin dediğine göre o sene, o gece bir kız çocuğu getirmişler hastaneye. Kadere bak ki suda bulmuşlar çocuğu balıkçılar.”
Hasan Abi’nin şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Gözleri kocaman açık, ağzı da gözlerine eşlik ediyordu aynı şekilde.
“Sen ne söylüyorsun yarım akıllı? Daha neler!”
“DNA testi yaptıracağım.”
“Kızı buldun mu?”
“Buldum buldum. Yirmi iki yaşında, kıvırcık saçlı mavi gözlü bir kız.”
“Annesi gibi desene, Sevda’ya benziyor bu dediğin. Ya bu iş doğruysa?”
“İşte onu öğreneceğim abi.”
“Kız biliyor mu? Ne yapmış onca sene? Adı ne?”
Hasan Abi’nin ard arda gelen soruları bitmek bilmiyordu. Murat sıkılmadan cevaplayacaktı.
“Kıza doğruları söylemişler aslında. Kız da bir süre aramış ailesini, zaten bana da onun yüzünden ulaşmışlar bizim bir kaç arkadaş var da. Deniz demişler adına. Bu kızı da bir doktor evlat edinmiş ama gerçeği söylemiş kadın.”
“Deniz birde… Sanırsın biri senaryo yazmış şu adama. Bu kadar mı denk gelir?”
“Gözleri mavi, denizde de bulmuşlar ya o yüzden Deniz koymuşlar işte. Benim asıl dert ettiğim abime bunu nasıl söyleyeyim? Şimdi söylersem ve kızı çıkmazsa hayal kırıklığına uğrar yine. İnanmaz belki de. Söylemesem, ondan gizli iş çevirmek istemiyorum.”
“Ağzını ara o zaman. Gerçi hiç konuşmuyor ama bir dene. Bakalım böyle bir şey olsa nasıl tepki verecek? Git söyle adama böyle bir şeyi saklama ya.”
Murat kalktı masadan. Çay bardağı, bir kaç yudum alınmış şekilde duruyordu masada. “Şimdi gidip kendimi göstereyim de. Gerisi Allah Kerim.”
“Çayın soğudu dedi.” Hasan Abi. “Bitireydin.”
“Önce abimin kışını bitireyim de adam daha fazla üşümesin. Haydi selametle.”
Murat abisine olup biteni anlattığında alacağı tepkiden korkuyordu. Adam zaten yıkıldı yıkılacak, bir de bu doğru çıkmazsa mahvolurdu. “Daha ne kadar mahvolabilir ki?” diye düşündü Murat ve varıp gitti abisinin yanına. Bahadır, tepkisizdi. Kardeşini görünce gülümsedi sadece, sandalyesinden kalkmaya tenezzül etmeden. Murat kararından vazgeçmeden hemen girdi konuya. Hasan Abi’ye anlattıklarını bu kez ona anlattı. Duvar gibi öylece duran Kaptan, duydukları karşısında epey şaşırmıştı, yüzünden okunuyordu. Yıllarca beklediği yolcu sonunda gelmiş olan bir durak gibiydi adeta. Sessizlik vardı, uzun bir sessizlik. Martıların sesleri, denizin gel giti ve Kaptan’ın kalp atışlarından başka çıt yoktu etrafta. İki kardeşin gözleri birbirlerininkinde kaybolmuş, uzaklara dalıp gitmişlerdi adeta. Murat, abisinden bir tepki bekliyordu. Hiç beklemediği kadar da tepkisizdi abisi. Uzun süren bakışma ve sessizliğin ardından Murat’ın Bahadır Kaptan’dan aldığı iki cümlelik cevap “Onu bana getir. Sonuç umrumda değil.” oldu. Ne kadar muhtaçmış meğer umuda ne kadar açmış. Sonucu bile istemeyecek kadar nasıl parçalanmış. Gözlerinin denize bakışından belliydi ama. Kaptan kendi düşünceleri arasında boğulmuştu.
Murat “Emin misin?” Diye, sordu. Bu ciddi bir konuydu.
Kaptan’ın gözleri önündeki kayalığa çevrildi. Gözlerini başındaki çapalı, beyaz şapkasının gölgesine saklayarak sandalyesine yayıldı. “Dinmeyen acı, kapanmayan bir başka yara daha istemiyorum.”
Günler sonra Murat, Deniz’i Bahadır Kaptan’a getirdi. Yıllar sonra Bahadır Çamoğlu, oturduğu sandalyeden nihayet mutlu bir şekilde kalkabilmişti. İlk kez yüreğinin en ucundan gelen bir gülümseme hakimdi yüzüne. Şimdi o gülümsemeyle birlikte kardeşinin yanındaki deniz gözlü genç kıza bakıyordu. Şapkasını çıkartıp, kırların hakimiyeti altına yavaş yavaş girmekte olan saçlarını rüzgara bıraktı. “Derya.” Dedi. “Derya bu. Aksini kabul etmiyorum.”
Murat “Hala emin misin Kaptan?” diye sorarken, elinde rulo yaptğı kağıdı ona doğru salladı.
Kaptan kaşlarını çattı. “Ben o laboratuvardakilerden daha iyi tanıyamam mı kendi kızımı? Bana bunu mu söylüyorsun eşek sıpası?”
Sözleri bittiğinde koca bir kahkaha attı dalgalı denize bakarak. “Kızımız gelmiş inanabiliyor musun Sevda!”
Genç kız gülümsüyordu. Bahadır gülüyordu hala, bağırdı. “Gelsene! Ne duruyorsun? Sarıl babana!”
Deniz, Murat’a baktı önce. Gözlerinin içi gülüyordu. Murat’ın göz kırpmasıyla Bahadır Kaptan’a yaklaştı. Kocaman sarıldılar birbirlerine. İkisinin de şüphesi yoktu, biri baba diğeri kızıydı. İkisi de birbirini bırakmaya niyetli değildi. Yılların yüreklerine doldurmuş olduğu özlem patlak vermişti o an.
Murat’ın da keyfi yerindeydi. Abisinin görmediği ama kendisinin sonucunu bildiği o DNA testi kağıdını açtı. Gülümsemesini eksiltmeden karşısında sarılmakta olan baba kıza baktı. “Kaptan pusulasını buldu. Artık limana dönebilir, yüzerek de olsa.” Dedi, kendi kendine. Hemen sonra yırtarak parçalara ayırdı elindeki kağıdı. Rüzgara bıraktığı kağıt parçaları uçuşurken, arkasını döndü gitmek üzere.
“Dur!” diye, haykırdı Kaptan. “Daha yelkenli yapacağız. Adını Derya Deniz koyacağız. Hala işten kaçıyorsun Deli!”
Dilruba Yıldız