KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Onu yıpratan yıllardan arta kalan bir avuç hasretten ibaretti. Özlem duygusu kahverengi gözlerinin esir almış, hüzünle uzakları seyrediyordu. Beyaz saçları giydiği kırmızı eşarbının arasından esen rüzgâra yenik düşmüş dalgalanırken; elinde bir yığın dolusu mektup, istasyonun en güzel köşesinde, gelecek olan son treni bekliyordu.
Altmış iki yıllık hayatı boyunca, mutluluğa ilk defa bu kadar çok yakındı. Üstünde Hint kumaşından oluşan kırmızı bir palto, elinde ise mücevher taşlarıyla süslenmiş küçük, siyah bir çanta. Buruşmuş yüzünde oluşan umut, gözlerinin içindeki parlaklıkla muhteşemliği sergiliyordu. Yılların ardına gizlenen bu adam, gelecek yılları ardına gizlenmiş ve son trenle bu hasrete bir son vereceğini bildirmişti. Haberi alan canan, mutluluğun perdelerini aralamıştı. Yılların biriktirdiği bu hasreti bir kenara bırakıp, dört gözle gelecek olan son treni bekliyordu. Bazen geçmişi gözünde canlandırıyor ve hafiften gülümsüyordu. Yüzündeki bu tebessümü cebinden çıkarttığı eski bir fotoğrafa borçluydu. Bakıp bakıp gülüyor ve sadece onu hayal ediyordu. Bir ara fotoğrafa dokunup, gözünden damlayan yaşı sildi; Bu yaş geçmişten kalan bir acının iziydi.
İstasyondan yükselen kara tren türküsüne eşli etti bir an, bir gözü demir raylarda, diğer gözü ise saatteydi. O, altmış ili yaşındaydı, ama on yaşındaki bir çocuk gibi davranıyordu. Mutluluğun yan etkisi olsa gerek, kendi kendine gülüyor bazen de kendi kendine ağlıyordu. Sağ tarafında büyük bir şaşkınlıkla onu seyreden 60’lı yaşlarda uzun boylu, beyaz saçlı ve yeşil gözlü ihtiyar adam, yanına yaklaşıp usulca sordu:
“Bu muhteşem mutluluğu kime borçlusunuz bayan?”
Sessizce yaklaşan bu adama hafif bir ses tonuyla umursamazmışçasına cevap verdi canan:
“Mutluluğu anlatmak güç ister, yaşamak heyecan, yaşayamamak heyelan.”
Aldığı bu cevap karşısında hafifçe gülümsedi ihtiyar adam ve dudaklarını büzüştürerek başladı konuşmaya:
“Mutluluk gökyüzün zifiri karanlığında parlayan yıldıza benzer; Giriş, gelişme ve sonuçtan oluşan bir kompozisyon misali, giriş aksiyondur, gelişme heyecan, sonuç korku. Giriştesiniz henüz bayan, sonuç için iyi seyirler.”
Sözünü bitiren ihtiyar adam arkasını dönüp yoluna devam etti. Bu sözler cananın kafasını karıştırmış ve derin düşüncelere yol açmıştı. Yüzünü ihtiyar adama doğru çevirip;
“Hey kimsin sen?”
Diye sorunca, İhtiyar adam durdu ve arkasını dönüp hafif bir tebessümle;
“İstasyon bekçisi.” diye cevap verip yoluna devam etti…
İstasyon bir yandan yüzünde hafif tebessümle bekleyenler ile dolarken, elinde çuval üzüntü ile uğurlananlarla duygusal bir an sergiliyordu. Kimi taraf gülüyor, kimi taraf ise ağlıyordu…
Canan elinde mektuplarla “Sadece onu hayal ediyordu” birden son mektuba eline alıp başladı yavaşça okumaya;
“Sevgili Canan
Kendimi karanlığın pençeleri arasında umut ve hayallere salmış, demir parmaklıklar ardından, her gece sana sımsıkı sarılıp, koklayacağım o anı bekliyorum. Hasretin her gece bir başka işliyor kalbime ve o an koğuşun en karanlık köşesine seni anlatıyorum. Bazen aynaya bakınca, gözlerimin en ücra köşesinde seni görüyorum. Şimdi ise bunu sana yazarken; yatağımın altındaki ranzamın üstüne çizdiğim resmine bakıyorum. Seni çok ama çok seviyorum ve de çok özlüyorum. Mutluyum, mutluluğumu 14 Ekim Cuma günü gelecek olan son trene borçluyum. Çünkü trenler ayırdıkları kadar kavuştururlar da ve o son tren beni sana kavuşturacak…
Görüşmek üzere”
İstasyona giren ellil i yaşlarda bir adam bütün dikkati üzerine çekmişti; Üstünde şık bir görüntü oluşturan mor renge sahip ceket son zamanların modasıyken, altına giydiği beyaz çizgili siyah pantolon eski günleri andırıyordu. Elindeki ahşap bastonu gür bir şekilde yere vurarak yavaş adımlarla misafirhaneye doğru ilerliyordu. Perona doğru yaklaşan sarışın, mavi gözlü ve orta boylardaki güzel bayanı seyreden iki genç onun üzerine tartışırken; canan bunların hiçbirinin farkında değildi. Uzaklardan tüten dumanı gören bir çocuğun “geliyor geliyor” demesiyle ayaklanan herkesi büyük bir sabırsızlık sarmış ve herkesin gözü aynı noktaya kesilmiş bekliyorlardı. Cananın heyecandan eli ayağı bir birine dolanmış, bu heyecanı kimseye belli ettirmeyip ağır başlılığını korumak için, yerinden kalkmamıştı bile. Ama büyük bir sabırsızlık ya, gözleriyle insanların arasından demir rayları süzüyor ve oda herkes gibi bekliyordu. O dumanın bir yangından oluştuğunu söyleyen istasyon bekçisi; bekleyen herkesi büyük bir hüsrana uğratmıştı. Canan elini paltosunun cebine koyup yavaşça yaslandı geriye. Yanına yaklaşan bir ihtiyar kadın oturmak için izi aldı.
“Oturabilir miyim acaba?”
Canan bir tebessümle kenara kayarak cevap verdi;
“Tabi buyurun.”
Cananın elinin ayağının bir birine dolandığını gören yaşlı kadın sordu:
“Beklediğiniz var galiba?”
Canan biraz utandı ve gülümseyerek cevap verdi:
“Evet.”
Ayağa kalkıp hafifçe perona doğru yaklaşıp dokundu önce raylara sonra yere, trenin gelebildiğini hissediyordu, çok eskiden insanlar, böyle anlarlarmış meğer trenin ne vakit yetişeceğini, içi rahatlamıştı artık cananın ve sonunda dağların arasından süzüle süzüle gelen treni gördü. Artık tamamen içi rahatlamıştı. Herkes büyük bir heyecan ile treni bekliyordu. Ellerini cebinden çıkarıp birbirine doladı, ne yapacağını bilmiyordu. Beklide onu görünce konuşamayacaktı, Trenin geldiği noktaya baktı bir an, gözlerinin içi bir hayli parlıyordu. Duyguları birbirine dolanmış bir kelebek gibi uçuyordu adeta. Tren yaklaşmış perona girmek üzereydi, sarışın kıza doğru yaklaşıp nasıl göründüğünü sordu. Sarışın kız, Canan’a yaklaşarak onu bir hayli kıskandığını ve üstündekilerin ona çok yakıştığını söyledi. Yüzü kızaran Canan önüne dönüp sabırsızlıkla bir an önce bu heyecan verici dakikalardan kurtulmak istiyordu. Gün ağarmış karanlık çökmek üzere idi. Hafiften damlayan yağmur taneleri ekim ayının güzelliğini sergiliyordu.
Karanlığın çökmesi ile hava soğumaya başlamıştı Tren artık tamamen perona girmiş ve durmuştu. Yavaştan yavaştan inen yolcuları seyretti bir an, orta yaşlarda bir delikanlı trenden inip sarışın kıza doğru koştu, yıllar sonra kavuşmanın tadı bu iki çiftin birbirini sarılmasıyla hissediliyordu istasyonda. Çok mutluydu Canan hâlâ treni seyrediyordu. Artık trenden inen hiç kimse kalmamıştı. Canan, neye uğradığını şaşırmıştı, acele trene binip vagonları tek tek kontrol etti. Hâlâ içinde bir umut vardı, ama sanırım beklediği kişi gelmemişti. Üzüntüden ne yapacağını bilmiyordu, trenden inip yerine oturdu. Ve gözlerinden damlayan yaşları sildi. Yağmur epeyi hızlanmıştı. Ama Canan hiçbir şeyin farkında değildi, artık sırılsıklam olmuştu.
Canan’ın bu halini gören istasyon bekçisi, ona doğru yaklaştı ve cebinden bir bez parçası çıkartıp uzattı. Aldı bezi Canan ve sildi gözlerini istasyon bekçisi başladı konuşmaya: “Ne gözyaşları gördü bu istasyon, yerler her damlada sırılsıklam oldu; Gözler perişan, silin gözlerinizi bayan ve üzülmeyin, kimse kalmadı artık istasyonda, üzgünüm sizi dışarıya almalıyım.”
İstasyon bekçisine doğru baktı Canan ve elindeki bezi ağlayarak uzattı istasyon bekçisine, istasyon bekçisi:
“O sizde kalsın, iyi akşamlar.”
Canan’ın yanından uzaklaştı istasyon bekçisi, Canan gür bir şekilde ağlamaya devam etti. Yere göğe sığmayan Canan’ın bu hıçkırıkları oldukça acı verici idi. Çantasından bir kalem çıkararak öfkeyle istasyonun en güzel köşesine yazı yazmaya başladı
Son bir umut canlandı gözlerimde
Gelip bekledim seni bu köşede
Aradım seni tren geldiğinde
Hüsrana uğradım sen gelmeyince.
Bütün kırgınlıklarını toplayıp dudaklarından süzerek, içinde onlarca kelimeyi barından bir cümle kullandı:
“Bu sana son gelişim idi.”
Ve ardına bakmadan yavaş adımlarla ilerledi. Onun için bu gece bir feryattı, bir acıydı. Gölgesinden bile utanıyordu. Hıçkırıkların ardına gizlenmiş bu defa on yaşındaki bir çocuğun altmış yaşındaki bir ihtiyar gibi davranmasını andıran ağlayışı, istasyona en acı gününü yaşatıyordu. Karanlığın şehvetine kapılmış yıldırımlar gökyüzünü yararak bir şeyler anlatır gibiydi. Canan’ın ardından o köşeye doğru yaklaşan istasyon bekçisi ağlayarak şiire dokundu Canan’ın gidişini seyrederek oda bu sözleri kullandı.
“Bu seni son görüşüm idi.”
Hasan Daş