KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Tavanı oldukça yüksek tutulmuş çatı katının Haliç’i gören tarafı boydan boya camla kaplanmıştı. Su yüzeyinde kıpırdaşan gün ışıklarını hapseden sema tüm haşmetiyle pencereye vuruyor, rengârenk camlardan akseden civelek hareler, iyi havalandırılmış atölyenin duvarlarında oynaşıyordu.
Tezgâh pencerenin önüne sabitlenmişti. Üzerinde; desen çizilip renkleri kodlanmış kartonlar, eskiz kâğıtları, makaslar, eldiven, gözlük ve renkli camlar konulmuştu.
Karşı duvarda bulunan cam kapaklı dolap, nişler alet ve edevatla doluydu. Camlar, kurşun, elmas uçlar, şablon kâğıtları, vitray ıspatulası, tornavida, çekiç, kalem, pense, fırça, lehim suyu, pastası gibi malzemeler özenle yerleştirilmişti.
Renkli camlarla klasik ve modern tarzda çalışılmış irili ufaklı pano diğer duvara raptedilmişti. Atölyenin giriş kapısı üzerine asılmış büyükçe tablo çok dikkat çekiciydi. Tablonun ön kısmı ne kadar ışıklıysa arkası o kadar karanlıktı. Gülümseyerek bakan çiftin hemen gerisinde gölgeler arasına saklanmış kıpırtılar bulunuyordu. Tablonun üst tarafına da göğe doğru yükselen melek figürü resmedilmişti. Sarışın dalgalı saçlı, mavi gözlü erkekle, ablak yüzü siyah ve ağır bir geceye benzeyen saçlarla çevrelenmiş genç bayanın verdikleri mutluluk pozuna tezat düşen bir arka fon…
Uzunca bir zamandır çizim işiyle uğraşan Devin, bitişik odada çalışan asistanına seslendi:
“Berfin, rodojlama bitmedi mi hȃlȃ?”
“Bitmek üzere Madam Durand.”
“Non! Non! Madam değil. Devin, lütfen!
“Peki, Devin Hanım.”
Devin, ağrıyan sırtını dikleştirdi. Uyuşan parmaklarını ileri geri esnetti. Gevşekçe topuz yaptığı saçlarını elleriyle dağıttı. Bir müddet saçının perçemleriyle oynadı. Tatlı, iç gıcıklayan yasemin kokusu duyuldu hafiften. Yorgunluk vücuduna ılık bir dalga gibi yayıldı. Dolaşmak için ayağa kalktı. İri, badem çekikliğindeki gözleri durgun ve düşünceliydi. Sağ ayağını sürükleyerek kapıya doğru yöneldi. Gözlerini tablo üzerinde kilitledi. Uzun uzun baktı. Kalbine binlerce cam kırıntısı dağılmıştı sanki. Kendine ait ve gittikçe kendisinden uzaklaşan anılarının seline kapıldı…
Damien ile aynı okulda okumuşlar fakat birbirleriyle tanışmamışlardı. Aynı proje içinde yer almış iki vitray sanatçısının yolları bir gün kesişip birliktelikleri düzeyli arkadaşlığa sonra da evliliğe kadar varmıştı. Restorasyonunu yaptıkları kiliselerde, sanat galerisi ve müzelerde tasarladıkları vitraylar estetik ve görsel açıdan takdir topluyordu. Işıklı resim sanatının uygulamasında farklı düşüncelerini yaratıcı hayalleriyle birleştiriyor seyri doyumsuz eserler ortaya koyuyorlardı…
Devin’in zor geçen hamileliği işlerini yavaşlatıyordu fakat o dinlenmekten ziyade çalışmaktan hoşlanıyordu. Büyük bir alışveriş merkezinin dış, iç mekân, aydınlatma panoları ve tavan vitraylarını bitirip teslim etmişlerdi. Paskalya Günü’ne birkaç gün vardı. Aile büyüklerinin yaşadığı Nantes’e gitmeyi kararlaştırdılar. Damien araçla gitme konusunda kararsızdı. Mart ayıydı. Hava çok soğuktu.Birkaç gündür uysal uysal yağan kar şehri tümüyle esir almıştı. İç hatlarla gitmeyi düşündüler. Buzlanma nedeniyle iptal edilen uçuşlar ve yaşamı ertelemeyi sevmeyen Damien…
İkisinin de ufukları vardı sonsuzluğa uzanıp giden ama… Şehrin sükûnetini bozan arabaların kornasına fren sesleri ve kızgın haykırışlar karıştı… Olay yeriyle hastane arasında gidip gelen ambulansların tiz sesi, doktor ve hemşirelerin telaşı, açılıp kapanan ameliyathane kapıları… Soğuk çekmecelerdeki cansız bedenler ve yüreklere düşen bir avuç köz…
İzi hiç silinmeyecek bir korkunun tohumu atılmıştı darbeli yüreğine. Kendinden çalınmış yaşamını kâbuslu bir düşe yoran Devin, sevdiklerini ve sağ tarafının bir bölümünü yitirdiğini öğrendiğinde; uzun tedavinin, azaplı günlerinin başladığını fark etmeyecek kadar solgun, bitkin ve perişandı…
Kurumuş bedeni baharda uyanan ağaçlar gibi çiçeklendi bir gün ama ruhu çizik çizikti. İçindeki çatlak her geçen gün biraz daha büyüyordu. Duyarlılığını kaybetmiş, hisleri körelmişti. Her batan güneş ruhuna gizli bir hüzün serpip gidiyordu. Evin derin sessizliğinde adımları yankılanıyor, ölüm meleğinin kendisinden uzaklaştırdığı sevdiklerinin hayaliyle avunuyordu…
Dinmek bilmeyen gözyaşlarını silmeli, ruhuna ağır gelen bedenini işe koşmalıydı artık. Kimi zaman kararlı, kimi kez de muğlak düşüncelerin etkisindeki isteksizlik hâlinden sıyrıldı yavaş yavaş. Sevecen, güleç, hayatla barışık yaradılışlı Devin, ateşi külle örtmeyi yeğledi. Geri kalan hayatını ailesinin yanında geçirmek üzere İstanbul’a göç etmeye karar verdi. Sevdiklerine ait özel eşyaların dışında her şeyi satıp savdı…
***
Tabloya her baktığında aynı duyguları yaşar, hicran ve özlemini bir türlü yatıştıramazdı.
Gözleri buğulandı, boğazına koca bir yumru gelip oturmuştu. Gözlerinin önüne karıncalandı… Usulca döküldü sözler küskün dudaklarından:
“Mon amour! Ah! Damien. Seni ve kızımızı nasıl özledim… Biliyorum beni cennetten görüyorsunuz. Benimlesiniz… Ölünceye kadar senin Devin’in, kızımın annesi olarak kalacağım…Je t’aime Damien etma fille …”
Raf ve nişlerin olduğu duvara doğru yürüdü. Hepsine buğulu gözlerle baktı, eline alıp şefkatle okşadı. Kokularını içine çekti.
“Mon amour ; elinin değdiği, gözünün gördüğü, ruhunun sindiği aletleri son nefesime kadar saklayacağım. Onlar bana cesaret verip ilhamımı körükleyecek…”
Asistanının yanına doğru yol aldı. Desenlerine uygun olarak kesilip çapaklarından arındırılmış opal ve sedefli camlar pırıl pırıl yanıp sönüyordu.
“C’estparfait! Berfin. Harika olacak bu çalışmamız değil mi?
“Gerçekten çok güzeller Devin Hanım. Isıtma ve lehim işine başlıyor muyuz hemen?”
“Bir kahve molası vermek ikimize de iyi gelecek sanırım.”
Sekreterini arayan Devin, hattın meşgul olması üzerine yeniden tezgâhın başına geçip gözlerini karton üzerindeki desenler üzerinde gezdirdi. Tatlı bir yorgunluk tüm bedenini yalayıp geçti. Sevdiği, zevk aldığı işi yapmaktan memnundu. Camın yaratıcılık gücüyle sanata dönüşmesi işine gönül vermiş, maddi durumu iyi olmayan öğrencilere verdiği ücretsiz eğitmenlik hizmeti içinin huzurla dolmasına neden oluyordu. Derslerde;temel geometrik formları kullanarak, İstanbul’daki vitraylarda tercih edilmiş renkleri esas alan vitraylar yaptırıyordu. Form-malzeme-renk bileşenlerinin algıdaki etkisi hakkında yaptığı o sıcacık sohbetleri anımsadı…
Tek sıkıntısı verdiği sözü zamanında yerine getirememekti. “Sanat Galerisinin açılışına aylar var ama acaba zamanında bitirebilir miyiz siparişleri?” diye geçirdi içinden. Sekreterin neşeli bir sesle kendisine hitabı karşısında sıyrıldı tüm düşüncelerinden.
“Mola mı verdiniz Devin Hanım? Kahvenizle iyi gidecek bir haberim var size.”
“Oh! Mon Dieu! Nasıl bir haber? Merak içindeyim… Lütfen anlatın!”
“Bir az önce, “Prizmadan Yansıyan En’ler” adlı programın yapımcısı aradı. Yerel bir kanal bu…
“Niçin aramışlar Buket?”
“Her ay yayınlanan bir program. Sanat, bilim ve kültür alanında en başarılı kişileri davet ediyorlar. Sizin uygun olup olmadığınızı sordular Devin Hanım.”
“Kimler davetliymiş, program ne zaman?”
“Paralel evrenler konusunda eserleriyle tanınan Behçet Ziyagil, kalp pilini vücut dışındaki güç kaynağıyla şarj etme konusu üzerinde deneyler yapan Nörobiyoloji Profesörü Nurdoğan Aldoğan davetli. Program için ise yirmi günlük vakit var.”
Devin’in kalp atışları hızlandı aniden. Tıpkı uzaklara, ufuk çizgisine bakar gibi gözlerini kıstı. Yanakları pençe pençe kızardı. Yüzünün bütün adaleleri gevşedi. Heyecanlandı birden. Sesi tıpkı küçük bir kız çocuğu gibi döküldü ağzından.
“Oh! Mon Dieu! Nurdoğan Aldoğan mı dedin sevgili Buket?”
“Evet madam. Eski bir tanıdık mı?”
“Tanıdıktan öte sevgili Berçin. İlkokuldan…”
“Aaa! Ne güzel bir tesadüf Devin Hanım.”
Devin çok ama çok uzaklara daldı… Babası Eskişehir’deki Çocuk Yetiştirme Yurduna müdür olarak atanmıştı. Yurt binası içindeki lojmana yerleşip bahçe duvarlarının birbirine bitişik olduğu ilkokula kaydolmuştu. İlkokul 5. Sınıf öğrenciydi o vakitler. İkinci dönemde yurda ve sınıflarına; saçları kısa kesimli, yüzü taze yarayla dolu, zeki bakışlarıyla herkesin ilgisini çeken Nurdoğan adlı bir çocuk geldi. Çok başarılıydı, problemleri zihninden çözer, yazılı kâğıtlarını diğer çocuklardan önce cevaplardı. Zil çalar çalmaz sınıftan fırlar teneffüs boyunca çocuklarla maç yapardı. Dondurucu soğukları, kamçılı rüzgârı bol olan bu ilde önlüğünün üzerine incecik bir ceket giyer, eli, yüzü kızarıp morarıncaya kadar top peşinde koşardı…
Aralık ayının son haftasıydı. Öğretmen her yılbaşı öncesi çocuklar arasında kura çekerek birbirleriyle hediyeleşmeleri için ortam yaratırdı. Devin, Nurdoğan’a hediye vermek istiyordu. Annesine söyledi, öğretmenine gizlice açtı konuyu.Öğretmeni Devin’in bu örnek davranışını takdirle karşılayıp gereğini yaptı…
Adı söylenen çocuklar kürsünün yanına geliyor karşılıklı olarak hediyelerini birbirlerine veriyordu. Çocuklar kitap, defter, kalem, kalem kutusu gibi okul gereçlerinden oluşan hediye paketlerini açıp sevinç nidaları atıyorlardı. Adları söylenince ikisi de fırladı yerinden. Nurdoğan, küçük bir paket uzattı Devin’e. Elleriyle resimleyip boyadığı çok güzel bir yılbaşı kartıydı hediyesi. Şişkince olan paketi Nurdoğan’a veren Devin’in gözleri; yanakları ve ellerinin yanıklığı geçmemiş Nurdoğan’ın üzerindeydi. Eliyle paketi yokladı, içinde ne olduğunu bilmediği için çekinerek açtı. Siyah-bordo renklerle örülmüş bere, kaşkol ve eldiveni görünce gözbebekleri daha da büyüyen Nurdoğan’ın yanakları iyice kızardı. Yumuşak bir yastığa gömülür gibi örgüleri kucaklayıp bağrına bastı. Minnet dolu gözlerini Devin’e çevirip teşekkür etti. Devin çok mutluydu. Arkadaşının ihtiyaç duyduğu örgüleri gururunu kırmadan hediye etmişti…
***
“Devin Hanım, kendilerine ne cevap vereceğiz?”
“Elbette olumlu olacak yanıtımız. S’ilvousplaît , katılacağımı bildirin.”
(“Beni tanıyacak mı bakalım? Gerçi çok uzun yıllar geçti üzerinden. Paris’teyken birkaç kez haberlerde adını duymuş, bilim-teknik-sanat dergisinde tesadüfen makalesini okumuştum. Ona bir hediye hazırlamak isterim ama ne olabilir? Quellecoïcidence! ”
Kendisini hummalı bir çalışmanın içinde bulan Devin, diğer işlerinin yanı sıra Nurdoğan için yeni bir sürpriz hazırladı. Paketledi ve heyecanla programın başlayacağı günü beklemeye başladı.
Kanala gitmesine henüz iki saat vardı. Abartısız giysileri ve hafif makyajıyla genç kız gibiydi. Küçücük kalbinde yer alan arkadaşıyla karşılaşmak eski günleri yâd etmek için sabırsızlanıyordu. Binaya adım attığı anda kendisini karşılayan program moderatörü toplantı odasına aldığı Devin’le sohbete başlamıştı bile. Devin hediye paketini açmış boş koltuklardan birinin üzerine koymuştu. Vitray çalışmasıyla hayat bulmuş bir tabloydu bu. Nurdoğan’ı okulun bahçesinde top oynarken nakışlayan Devin, arkadaşına bu yolla kendini hatırlatmayı düşünmüştü…
Koridordan gelen seslerle kalp ritmi hızlanan Devin, derince soluklandı. Kapının açılmasıyla koltuğun üzerindeki tabloyu gören Nurdoğan şaşırdı. Eskiden olduğu gibi yanakları kızardı. Konukları birbirine tanıştırma telaşına düşen sunucu henüz buna fırsat bulamadan Devin’e doğru yaklaşıp elini uzatarak:
“İnkılap İlkokulu 5 A’dan 223, Devin Aslantaş merhaba. İyilik meleğim benim.”
“761, Nurdoğan Aydoğan merhaba…”
Fatma Türkdoğan