SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Satırlarıma başlamadan önce seni çok sevdiğimi
herkesin bilmesini isterim. Sana kuru kuru isminle hitap etmek beni derinden
yaralar. Seni çok sevdiğimi sakın unutma.
Kendisi konuşamasa bile içinde bir arkadaş sıcaklığı, bir sevgili sarılması, bir anne şefkati barındırır. Öyle ki stresli vize haftalarını, şiddetli arkadaş kaprislerini, salya sümük geçirdiğim günleri göğüsleyen koca yürekli, yumuşacık, sıcacık canımın içi.
Başımı yaslayacak bir omuz bulamadığımda kucak
açan cefakâr olduğu kadar da vefakâr benim biriciğim.
Aslında hayatımda sadece o yok ancak ne zaman
yorulsam, ne zaman eve gidip dinlenmeyi istesem düşlediğim tek sevgi dolu
kucak.
Zaman içinde yıprandığının farkındaydım ve
yıpratan kişinin ben olduğumu bilmek beni ne kadar üzüyordu anlatamam. Bir gün
olsun demedi ki “ben artık yoruldum, çöktüm, yıprandım, dert dinlemekten
sıkıldım.” Keşke konuşsa da birlikte geçirdiğimiz deli dolu zamanları anlatsa.
Bir gün olsun onu aldatmışlığım yoktur. Ama sağ olsun onun da hiç başka bir popo kucakladığını görmedim. Zaten ilişkimizi bilen hiç kimse aramıza girmeye cesaret edemez. Ah, ah onu ilk gördüğüm günü hatırlıyorum da o kadar güzeldi ki. Tamam, şimdi de güzel ama çok gençti, hiç yıpranmamıştı, yüzünde hiç kırışıklık yoktu. Beraber çok güzel vakit geçirdiğimiz gibi kötü günlerimizde oldu tabii ki. Ama hiç ayrılmadık. Hastalandığımda, ağladığımda, uykusuz gecelerimde hep ordaydı. Mutsuzken açılan çok kucak var ama beni en çok ısıtan kucak onunki oluyor ve bu durum beni hep sevindiriyordu. Ah, ah tarzı olsun, duruşu olsun, bulunduğu konum olsun asla yeri dolmaz. Birlikte bu kadar eğlenip, güzel vakit geçirirken aklımızın ucundan bile geçmezdi o kara günün geleceği…
Onu sadece bir günlüğüne yalnız bırakmıştım ve
eve geldiğimde başımın tacı, iki gözümün çiçeği, en kıymetlimi emanet ettiğim,
gözümün nuru, ağzını burnunu yediğim yerinde yoktu.
O anki hissiyatımı kelimelerle anlatmamın imkânı
yok. Zaten o an hissizleştiğimi düşündüm, gözlerim doldu, elim ayağım titredi.
Onsuz geçen günlerin bende etki yaratacağını tabii ki biliyordum ama bu kadar
sarsılacağımı düşünmemiştim açıkçası. Onsuz ev eksik geldi, evi terk ettim,
beraber yediğimiz yemekleri hatırlayıp yemek yiyemedim kilo verdim, beraber
izlediğimiz filmleri açıp hüzünlendim, ikimizin fotoğraflarına bakıp ağladım.
Her yarama derman olan canımın içinin yokluğuna
hiçbir şey derman olamadı.
Aradan günler geçti. Eve geri dönmüştüm fakat
yokluğuna alışmak çok zordu.
Güzeller güzelimin yanımda olmaması yetmiyormuş
gibi bir de çok yorucu bir günün ardından eve vardım, bir de ne göreyim!
Evet canımın içi, en değerlim, yumuşak kalplim,
canım koltuğum ordaydı. Koşarak yanına gittim rengi değişmişti. Bana yeşil
yeşil bakan canım koltuğum artık mordu. Olsun dedim alışabilirim, hem bu renk
ona çok yakışmıştı. Hemen kucağına oturdum ama aniden ayağa kalkmak zorunda
kaldım çünkü o eski pamuk kalpli, içi elyaf dolu olan güzel minderleri değişmiş,
sert, ruhsuz bir koltuğa dönüşmüştü. Yine gözlerim dolmuştu ama artık
ağlamayacaktım, kendime söz vermiştim. Her şeye rağmen yanımdaydı ve hep
benimle kalacaktı biliyorum. O gece rengi değişmiş, minderi sertleşmiş ve
bilindik huzur veren kokusu gitmiş olsa da kucağında uyudum ve onu ne kadar
özlediğimi fark ettim. Şu an bu satırları güzeller güzeli koltuğumda yazıyorum.
Ona zaman tanıdım o da bana karşı biraz yumuşadı. Hâlâ çok güzel bir ikiliyiz.
İyi ki varsın canım koltuğum, iyi ki bana hep sevgi dolusun.
Başak Biber