Bir kamu
kuruluşunda memur olarak çalışıyordum. Sabah sekiz buçuk akşam beş buçuk
arasındaki yoğun tempoda kendime ayıracak zamanım bile yoktu. O saatten sonra
eve gelmek, yemek yapmak, sofra kurmak, yemekten sonra eşimle çayımızı veya
kahvemizi içmek, televizyon seyretmek, ertesi gün giyeceğimiz kıyafetleri
ütüleyip hazır etmek derken gecenin 23’ünü geçirip 24’üne doğru uzanıyorduk.
Sabah erken kalkıp kahvaltı hazırlamak, bulaşıkları çalkalayıp makineye dizmek,
alelacele giyinip artık alışkanlık haline getirdiğim makyajımı yapıp sokağa
fırlamak… Her gün aynı iş, aynı yüzler… Rutin yaşama alışmak bazen huzurlu
kılar insanı, bazen de bıktırır.
“Emekli olsam
da dinlensem!” diye mırıldanmaya ve emeklilik hayalini kurmaya başladıktan kısa
bir müddet sonra emekli olmak için dilekçemi yazdım. Öyle ya otuz yıl çalıştıktan sonra evde
oturmak önceleri tatil gibi beni sevindiriyordu. Bir süre sonra sıkılmaya
başladım. Her gün gideceğim bir işim olmayınca boşlukta kaldım. Önce
Belediye’nin açtığı kısa adı Seymer olan Meslek Edindirme Kurslarına yazıldım.
Takı Tasarımı, Ebru Sanatı, Resim, Diksiyon, Ahşap Boyama derken bir süre
Almanca, İngilizce; bir süre de Web Tasarımı kurslarına devam ettim. İçlerinden
en hoşuma giden takı tasarımı kursu oldu. Hızımı alamadım onlarca kolye, küpe,
bilezik yaptım. Önceleri her kıyafetim için ayrı ayrı takılar yaptım. Sonra eşe
dosta hediye ettim. Bir süre sonra sıkıldım bu işten… Daha başka uğraşlar
aramaya başladım.
Bizim
apartmanın beşinci katında oturan bir komşumuz vardı. Edebiyat öğretmenliğinden
emekli olmuştu. Yıllardır şiir yazıyordu. Edebiyat dergilerinde ve her gün
aldığımız gazetelerden birinde de köşe yazarıydı. On iki tane de kitap
çıkarmıştı. Yazdıklarının çoğu şiir olmakla birlikte hikâyeleri ve romanları da
vardı. Ödülleri de çoktu. Zaman zaman elindeki plaketiyle gülümseyen
fotoğrafları ile gazetelerde, dergilerde sıkça boy göstermekteydi. Bir gün ona
sabah kahvesine gittim. Şiir yazdığımı söyledim. Lise dönemindeki her genç gibi
kanımızın coşkun aktığı dönemde birkaç karalamam olmuştu. Kadıncağız benimle
ilgilendi. Eğitimci olduğu için bendeki iç sıkıntısını da fark etmişti. Destek
olmak amacıyla şiirlerimi görmek istedi. Mürekkebi bile solmuş, yaprakları yıpranmış
defterimle bir gün kapısını çaldım. O, şiirlerime bakarken ben de onun yüzünü
inceliyordum. İfadesizdi. “”Yeliz Hanım, güzel duygularla yazmışsınız ancak şiir
olması için imge gerekir. Bazılarını kafiyeli yazmaya çalışmışsınız. Kafiye
sandığınız ses benzerlikleri redif maalesef… Hece sayıları da tutmuyor.
Duygularınızı güzel ifade edebilmek için bol bol şiir okumalısınız. Ben size
birkaç edebiyat dergisi vereyim; onları okuyun ama en az bir dergiye abone
olmalısınız ki şairleri takip edip onlardan bir şeyler kapabilesiniz. Şair
olmanın baş şartı dilini iyi bilmek ve doğru kullanabilmektir. ” dedi.
Saçmalık… Ben
Türkçe konuşmuyor muyum? Dilimi bilmiyor muyum da dergi okuyayım? Dergi, bana
anadilimi mi öğretecek? Laf işte hem neden abone olacakmışım ki! Ben işletme fakültesi
mezunuyum. Bu zamana dek çok şiir okudum. Dergiye verilecek para gereksiz… Tabii
yaşına hürmeten söylemedim bunları ona ama çok bozuldum. Neyse… Uzun bir süre
uğramadım evine…
Günün birinde
devamlı aktif olduğum Sosyal Paylaşım Sitesinde tesadüfen bir özel radyonun
linkini gördüm. Arkadaşlarımdan biri beni de etiketlediği için link sayfama
düşmüştü. Akşam yayın varmış. Linke
tıkladım, yorumlanan şiirleri dinlemeye başladım.
Derken
bir gün radyoda komşumun şiirinin okunduğuna tanık oldum. Kendi yollamamış.
Yorumcu beğendiği için o şiiri seslendirmiş. Kendine söyledim, hoşuna gitti.
- Şiirinizi
dinledim Morcivert radyoda… Kutlarım.
- Teşekkür
ederim. O radyoyu bilmiyorum. Şiir de göndermedim. Nasıl oluyor bu?
- Radyodaki
şiir yorumcusu sizin şiirinizi internetten okumuş, beğenmiş, seslendirmiş.
Dinledim, çok beğendim.
- Bakın
aklıma ne geldi. Madem dergi okumak istemiyorsunuz o halde bu radyoyu takip
edin. Size faydalı olabilir. Ustalardan okunan şiirlere dikkat edin. Bir şeyler
kapabilirsiniz.
- Elbette…
Üye olacağım. Akşam dokuzdan veya ondan sonra yayını dinlerim. İşim yok. Eşim de bazen hastanede gece
nöbetine kalıyor. Çocuklar farklı şehirlerde okuyorlar. Kızı da yeni everdik.
Anlayacağınız artık boş vaktim çok.
O akşam
kaydoldum radyoya… Sunucular “Hoş geldiniz Yeliz Hanım!” dedikçe bir
kasılıyordum ki sormayın. Sunucu, yorumcu Zafer Hoşaf Bey “Şu anda bizi bütün
Türkiye dinliyor.” dedi. Düşündüm ulusal kanalları bile bütün Türkiye
izlemiyorken Niğde ilimizdeki evden yapılan bir yayın nasıl bu kadar
dinlenebilir ki! Gerçi televizyondaki hangi kanalı izlesem sunucuların sözleri
aynıydı: “Şu anda bizi bütün Türkiye izliyor.”
Madem
izleyicisi bu kadar çok fırsat bu fırsat adımı duyurmanın tam vakti! Bari bir
şiir göndereyim dedim. Şair komşum şiirimi pek beğenmemişti ama olsun. O, sanki
bilirkişi mi? Boş versene sen!
Şiirim şuydu:
Sevgilim
Sevgilim ben seni çok sevdim,
Sen beni hiç sevmedin
Ama yine de sevgilim diyorum sana!
Kavuşmak istiyorum,
Kollarını aç bana!
Ağlıyorum yüzüme baksana,
Allah aşkına!
Bunu yazan: Yeliz Semiz
Morcivert
Radyonun sunucusu bin bir övgü ile şiirimi okudu. Sohbet panelindekiler alkış
ve kalp emojiları gönderdiler. “Yüreğine sağlık!” dediler. Artık şair olmuştum.
On kişilik hayran kitlem de vardı. Konu komşuya haber veriyordum. “Akşam şiirim
okunacak. Mutlaka dinleyin!” diye… Dinleyip dinlemediklerini bilmiyorum ama
kendileri bilirler artık. Bu, onların kaybı elbette!
Yeni şiirler yazmam lazımdı. Bir çiçekle yaz gelmezmiş.
Bir şiirle de şair olunmaz elbette… Bir türlü ilham gelmiyordu. Şairliği
zirvede mi bıraksam diye düşündüm ama kısa sürede vaz geçtim. Yeni şiire gerek
yoktu. Bu şiiri tornistan edecektim. Adını da değiştirecektim tabii…
Aşkım
Aşkım, ağlıyorum yüzüme baksana,
Canım kollarını aç bana,
Kavuşmak istiyorum sana…
Ne olursun Allah aşkına,
Dön sevgilim dön bana!
Sevgilim ben seni çok sevdim,
Sen beni hiç sevmedin
Ama yine de sevgilim diyorum sana!
Yazan: Şair Yeliz Semiz
Akşam
Morcivert Radyoda okunan bu şiirim yine çok beğenildi. Sohbet paneli alkıştan
yıkıldı desem yalan olmaz. Sunucu beni anlatırken o kadar çok övüyordu ki
“Acaba başka bir Yeliz Semiz daha var mı?” diye düşünüyordum. O müstesna şair
bendim ben… “Hey yavrum hey Ortadoğu’nun, Balkanlar’ın en iyi şairi Yeliz Semiz
geliyor. Yol açın!” diye bağıran tellalları görüyordum düşümde…
İlham denen
şey her neyse uğramıyordu bana… Ben şairdim, hayran kitlem vardı. Şiirim
okunduğunda “Yüreğine sağlık!” ve “Bravo!” yazıyorlardı panele… Beğeniliyordu
şiirlerim yani… Gençlik yıllarımda yazdığım şiirlerden seçerek gönderiyordum. İsterseniz
sizlerle de paylaşayım.
Aşk
Aşk bir sudur,
İç iç kudur.
Benim aşktan anladığım da budur.
İçmezsen aşk denilen suyu,
Kudurmazsın ömür boyu…
Bunu yazan: Yeliz Semiz
Şairlikte eskidir bilesiniz.
Şairlik
benim işim… Adım bile kafiyeli… Rahmetli anneme ve babama şükranlarımla beraber
birer Fatiha yolladım.
Yorumcu bazı şiirleri klip haline getiriyordu. Rica
ettim. Sağ olsun “Olmaz.” demedi. “Biraz daha uzun bir şiir seçelim.” dedi.
Benim şiirlerim bu kadar işte nasıl uzatabilirim ki! Sonra aklıma başka
şairlerden dizeler almak fikri yerleşti. Kim anlayacak ki! Gerçi bir tanesini
komşum şair kadına gösterdim “Yeliz Hanım, bu intihal…” dedi. “İntihal” her ne
demekse! Radyoda okunduğunda yine alkışlandım. Bu iş tutar canım! Bir örnek
sunayım:
Hikâyem
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
Şehrimi dinliyorum, gözlerim aralık…
Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının
Seni kucağıma alıyorum
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram.
Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
Bir hikâye bilir söylerim
Dost yıldızlara karşı ve sabaha doğru
Bu hikâyenin bir ucu sendedir
Kurtarmak isterim kurtarmak isterim
Bütün uçurtmaların ipi elindedir.
Yeliz Semiz
Kim
bilecek bu şiirin Orhan Veli, Gülten Akın, Cemal Süreya, Cahit Külebi ve Bedri
Rahmi Eyüboğlu karışımı olduğunu! Morcivert radyoya yolladım. Yorumcu Bey çok
beğendi. “Yeliz Hanım, bu ne güzel bir şiir böyle… Diğerleri de çok güzeldi ama
bu şiiriniz bambaşka olmuş. Harika bir şiir… Hayran oldum. Hani benden klip yapmamı
istemiştiniz ya buna klip yapalım.” dedi. O hafta bu şiirimle “Haftanın şairi”
seçildim. Kim tutar beni! Daha da komşu kadına gösterirsem iki olsun!
Hani bir
zamanlar bir Grup Raptiye’de rap şarkıcısı bir kız vardı. Doksanlarda
Anadolu’dan İstanbul’a artist olmaya kaçan kızları ve o kızların yaşadıklarını
anlatan dramatik bir şarkıydı. Kız, “Haftaya kalmaz artizim anne!” diyordu.
“Hey komşular, bilhassa üst kattaki şair kadın, radyocular, dostlar, düşmanlar,
kıskançlıktan çatır çatır çatlayanlar ve bütün şairler beni iyi dinleyin. Ben
de haftaya kalmaz en mükemmel şairim ha!”
Harika Ufuk