İZMİR İSTANBUL’DAN DAHA MI GÜZEL? Kitap imzalamak bahanesiyle, seni görmek için yollara düştüm. Yorucu bir yolculuktan sonra işte geldim. Merhaba İzmir. Şöyle bir baktım...
“Daha ne zamana kadar çekeceksin şu diş ağrısını? Nasıl da zonkluyor aralıksız, ah şu diş hekimi korkun yok mu? Yıllardır hep aynı! Apse yapmış dişine yazılan antibiyotiği kullanırsın, biraz rahatlayınca çektirmekten vazgeçersin, günlerce adeta kabir azabı çekersin, sonra gider çaresizce diş hekimi koltuğuna oturursun. Yenemedin şu korkunu bir türlü, ah be Nalan, diren bakalım daha nereye kadar direneceksin!” dedi kendi kendine.
Nalan teyzenin oğlu Ömer en yakın arkadaşımdı. Beraber Kpss’ye çalışmak için evlerine gittiğimde son derece huzursuz buldum Nalan teyzeyi, başının ön tarafına bir kuşak bağlamış, rengi atmış, bir eli sol yanağındaydı bana kapıyı açtığında. Nalan teyzeyi o halde görünce bir an Ömer’i unuttum.
“Hayrola Nalan teyze, neyin var? İyi görünmüyorsun.”
“Sorma Mehmet oğlum, dişim.” dedi.
“Peki, neden diş hekimine gitmiyorsun?” dedim. “Boş ver be oğlum.” deyip kestirip attı.
Ömer’le bazen vakit geçirmek için, bazen de Kpss’ye çalışmak için küçük kasabamızda sınırlı sayıdaki wifili kafelerden biri olan Meneviş Kafe’yi mesken tutmuştuk. Evlerimize uzak olsa da seviyorduk burayı, diğer kafelere nispeten içecekler daha ucuzdu, insanın ruhunu dinlendiren müzikler çalan mistik bir yerdi. Bugün yine Ömer’le kafede her zamanki gibi bir yandan bilgisayarımdan beraber ders çalışıyor bir yandan da başka kafelerde bulunmayan hoş kokulu çaydan içiyorduk. Ömer’in telefonu çaldı, telefonu açtıktan kısa bir süre sonra bir şeylerin yolunda gitmediği bir anda değişen hem ses tonundan hem de mimiklerinden anlaşılıyordu. Bu hâli beni de telaşlandırmıştı, meraktan ne olduğunu ısrarla sorsam da ancak telefon görüşmesi bittikten sonra cevap verebildi. Annesinin diş ağrısına daha fazla dayanamadığını, diş kliniğine gittiğini ve orada bir takım problemler yaşadığını, hemen eve gitmesi gerektiğini, daha sonra olanlarla ilgili beni bilgilendireceğini söyledi. Böylelikle güzel başlayan günümüzü sebebini tam olarak anlayamadığımız bir olaydan ötürü sonlandırmak zorunda kalmıştık. Ömer’den takriben yarım saat sonra ben de bilgisayarımı ve Kpss ile ilgili dokümanları toplayıp evini yolunu tuttum. Annem kapıyı açar açmaz, “Duydun mu oğlum olanları?” dedi. Neden bahsettiğini tam bilmesem de Nalan teyzeyle ilgili olabileceği aklımdan geçti. Hayırdır anne, demeye varmadan “Arkadaşın Ömer’in annesi Nalan, ağrıyan dişini çektirmek için gittiği diş hekiminde fenalaşmış, ambulansla devlet hastanesinin acil servisine kaldırmışlar.” dedi. Biliyorum mahiyetinde kafa salladım, elimdekileri anneme uzatıp. Annem “Dur oğlum nereye?” dediyse de cevap verecek kadar zamanım olmadığını düşündüğümden sadece, “Birazdan geliyorum anne,” diyerek hızlıca hastanenin yolunu tuttum. Hastanenin kapısında bir anda Ömer’le göz göze geldik, beni beklediğinden olsa gerek hiç şaşırmadı. Endişeli ve heyecanlı bir şekilde hemen Nalan teyzenin durumunu sordum, o ise gayet sakin cevap verdi, hastaneye getirilirken durumunun kötü olduğunu ancak yapılan müdahalenin ardından iyiye gittiğini, yalnız hâlâ müşahede altında tutulduğunu söyledi. Nalan teyzeyi neredeyse annem kadar sevdiğimden genel durumunu öğrendikten sonra biraz olsun rahatlamıştım. Şimdi merak ettiğim bir şey daha vardı; Nalan teyzenin neden apar topar hastaneye götürüldüğü.
“Ee, anlat bakalım Ömer. Nalan teyzenin hastanelik olmasına sebebiyet veren şey basit bir diş çekimi mi?”
“Hayır Mehmet, tam olarak öyle değil.” dedi ve anlatmaya başladı, duyduklarım karşısında doğrusu dehşete kapıldım. Annesinin aslında diş hekiminden çok korktuğu için kolay kolay diş hekimine gitmek istemediğini, ancak şiddetli ağrısına dayanamayınca kasabanın bir elin parmaklarını geçemeyecek kadar az olan diş kliniklerinden birine gönülsüz de olsa gittiğini söyledi.
Anlatmaya devam ediyordu ki, biri hastanenin kapısına kadar gelip; “Ömer Yalçın burada mı?” diye seslendi. Acaba Nalan teyzeye bir şey mi oldu diye Ömer’le beraber hemşireye doğru hızlı adımlarla yürüdük, hemşire telaşımızı anlamış olmalı ki “Sakin olun beyler,” dedi, panikleyecek bir durumun söz konusu olmadığını, hatta Nalan teyzenin yapılan müdahaleden sonra taburcu olabilecek kadar toparlandığını, gerekli işlemlerin ardından eve götürebileceğini söyledi. Hastane polisi olay ile ilgili tutanak tuttuğundan, Nalan teyzenin kendini daha iyi hissettiğinde karakola gidip ifade vermesi gerektiğini ekledi. Bu iyi haberin ardından derin bir nefes aldık.
Nalan teyzenin yanına varıp geçmiş olsun dileğinde bulunduğumda bana cevap verirken konuşmakta zorlandığını fark ettim. Ömer bana olanlarla ilgili bir şey anlatmaya henüz zamanı olmadığından hâlâ olayın iç yüzünü öğrenememiş, diş kliniğinde tam olarak ne olup bittiğini merak etmeye devam ediyordum. Anneme hiçbir şey söylemeden, direkt hastaneye geldiğim için beni merak etmiştir diye, Ömer’le beraber Nalan teyzeyi evlerine bıraktıktan sonra, aynı taksiyle eve geri döndüm. Beni karşısında gören annem, o vurdumduymaz tavrıma kızıp biraz söylense de çocuğunun hatasını görmezden gelen her anne gibi, çok geçmeden beni affetmiş, böyle bir hadise yaşanmamış gibi davranmıştı. Bir iki saat sonra daha fazla dayanamayıp Nalan teyze ile ilgili hadiseyi öğrenmek için kasabanın diğer ucunda oturan Ömer’i arasam da muvaffak olamamıştım, telefonunun şarjının bitmiş olduğunu düşünüp sabretmekten başka çarem olmadığını anladım.
O gece çektiğim deliksiz uyku neticesinde güne zinde başlamıştım. Kahvaltıdan sonra Ömerlere gitmek için hazırlanıyordum ki annem seslendi.
“Oğlum telefonun çalıyor, duymuyor musun?” dedi, yan odada şarjda olan telefonumu koşar adımlarla almaya gittiğimde Ömer’in en az beş defa telefonumu çaldırdığı, açmayınca da sesli bir mesaj bıraktığını gördüm. Annesiyle beraber karakola gitmek için yolda olduklarını, istersem benim de karakola yanlarına gidebileceğimi söylüyordu. Dışarı çıkmaya hazır sayıldığımdan daha fazla beklemeden bir an evvel annemle vedalaşıp hemen yola çıktım. Ömer’le bize aşağı yukarı aynı mesafede olan karakolun önüne vardığımda, onlar da benden beş dakika önce varmış, kapıda bekliyorlardı. Selam verip Nalan teyzenin hatırını tekrar sorduğumda, verdiği yanıtta, önceki günden daha iyi olduğu konuşmasının düzeldiğinden belli oluyordu. Neden kapıda bekleyip içeri girmediklerini sormaya hazırlanıyordum ki, bir polis otomobilinin gelip kapıya yanaştığını gördüm, arabanın kapısı açıldığında biri kadın, diğeri erkek sivil giyimli iki kişinin polislerle beraber inip karakola girdiklerini gördüm.
Kadın, son derece zayıf ve çelimsiz, erkek ise esmer uzun boylu, iri yapılı, giyimi biraz köylü giyimini andıran yaşı elliyi geçkin biriydi. Nalan teyze onlara ters ters bakıp “Ha, işte geldi sahtekârlar!” dediğini duydum. Son derece mahzun ve mahcup görünen kafalarını önüne eğen bu şahısları merak edip hemen araya girdim. “Hayırdır Nalan teyze, neden öyle dedin, gelenlerin sizinle ilgisi ne?” dedim, “Sabret birazdan öğrenirsin.” dedi. O arada polis memurlarından bir gelip amirin ifadeleri almak için henüz gelmediğini, biraz beklemeleri gerektiğini söyledi. Nalan teyze ve Ömer’le tartışma ihtimallerine karşı kadın ile adamı amirin odasına alan memurlar, bahçede ya da salonda bekleyebileceğimizi söyledi. O arada ben, daha fazla dayanamayıp neler olduğunu ısrar edince, Nalan teyze kaşlarını çatıp kafasıyla işaret ederek “Oğlum, bu gördüğün Allah’ın cezaları adamla kadın, beni hastanelik eden insanlar.” dedi. Şaşırdım, “Nasıl yani?” dedim, “Bunlar ilk defa gittiğim kliniğin çalışanları; kadın, diş hekimi, gerçek hekim mi o da şüpheli ya, erkekse, hademe. Kadın dişimi çekmeye çalıştı, gücü yetmeyince kendisini de diş hekimi zannettiğim bu adama çektirdi. Ancak dişimle kalsa iyi! Neredeyse dilimi damağımı koparıyordu. Ağzım kan çanağına döndü.” dedi Nalan teyze. Anlattıkları dehşet vericiydi. “Nasıl olur ya?” dedim, sinirden elim ayağım titredi, hani bıraksalar devlete bırakmaz, ellerimle verirdim cezalarını. O arada polis amiri gelmiş ifadeleri almak için Ömer’le Nalan teyzeyi içeriye alırken, benim de salonda beklememi söylediler. Amirin odasında bulunan Ömer, Nalan teyze ve davalıları tam olarak göremesem de yarı aralık kalan kapıdan sesleri net duyabiliyordum. Nalan teyzenin ifadesi alındıktan sonra, sıra diş hekimi ile hademeye gelmişti. Baş komiser, kadına gerçek hekim olup olmadığını sorunca, kadın, gerçek hekim olduğunu kanıtlayan diplomasını göstermiş, baş komiser ikna olmuştu, buraya kadar sorun yoktu. Ama “Neden hekimlik diploması olmayan birine diş çektirirsin?” diye sorduğunda, kadın afallamaya başladı.
“Komiserim, teyzenin diş kökü çok derinde olduğu için güç yetiremedim, hadememiz de her ne kadar diplomalı hekim olmasa da köyünde diş çekme tecrübesi olduğunu söylediğinden biraz da güçlü kuvvetli göründüğü için zorlanmadan, yerinden oynatıp bir türlü çekip çıkarmaya muvaffak olamadığım teyzenin dişini çekebileceğini düşündüm. Çaresizlikten böyle bir yola başvurmak zorunda kaldım.”
Baş komiser birden hiddetlendi; “Manyak mısınız siz, yasal olmayan bir yola nasıl başvurursunuz, ya kadına bir şey olsaydı altından nasıl kalkacaktınız?” diye çıkıştı.
Kadın, kafasını önüne eğerek, “Haklısınız efendim.” demekle yetindi. Adam, iki büklüm olmuş ellerini önüne bağlamış, korkudan çıtı çıkmıyordu. Baş komiser, göreceksiniz siz başınıza gelecekleri der gibi, başını yukarı aşağı sallayıp adama döndü. “Sana gelelim şimdi, hademe efendi, bir tanıt bakalım kendini, kimsin, neyin nesisin, neden böyle bir iş yapmaya kalkıştın?”
Adam yavaş yavaş başını kaldırdı ve kısık bir sesle; “Adım Bekir efendim,” dedi ve sustu, Baş komiser soru sormaya devam etti.
“Kaç yıldır klinikte hademelik yapıyorsun?”
“İki yıl efendim.” dedi ve yine sustu. İyice öfkelenen baş komiser önünde bulunan masaya tüm gücüyle yumruğuyla vurdu. “Yahu lafı adamın ağzından cımbızla alıyoruz, iki yıl öncesinde ne iş yapıyordun, neredeydin?” dedi sesini yükselterek. Hademe polis amirinin bu sert çıkışından korkmuş olmalı ki sesi titreyerek anlatmaya devam etti. “Köydeydim efendim, nalbanttım.”
“Anlamadım,” dedi polis amiri. “Atların ayağına nal çakıyordum efendim, bazen de çekiyordum.” dedi. Polis amiri “Ha demek diş çekme tecrüben oradan.” dedi. Bir kez daha hiddetlenerek “Aklını mı kaçırdın sen! Diş çekimi ile nal çekimi bir mi be adam!” dedi. Hademe “Yok efendim ondan değil, diş de çektim.” deyince polis amiri, “Sen adamı çıldırtırsın! Söyle bakalım kimin dişini çekti, nasıl çektin, narkozsuz mu çektin?” diye azarlayarak konuşmaya devam etti.
Hademe, “Narkoz köyde ne arar efendim, narkozsuz çektim ama insanların dişini değil.”
Polis şaşırmış bir vaziyette “Anlamadım.” dedi. Hademe devamında “Hayvanların efendim…” dedi ve devam etti. “İsterseniz köyümüzdeki insanları arayıp sorabilirsiniz, inek olsun öküz olsun, köyde kimin hayvanının dişi kurtlanırsa baytar olmadığından bana getirirlerdi, hep ben çekerdim.” dedi.
Hekimin birden rengi attı, adeta başından kaynar sular döküldü, Bekir’e dönerek “Aman Allah’ım! Hayvanların mı dedin ama bana böyle bir şeyden bahsetmedin.” “Özür dilerim hekim hanım, hanımefendinin dişini çekerken zorlandığınızı görünce dayanamadım, insanların dişi hayvanların dişinden daha küçük olduğu için rahatlıkla çekebileceğimi düşünerek diş çekimi tecrübem olduğunu söyledim, amacım size yardımcı olmaktı.”
Baş komiser hademenin söyledikleri karşısında donmuş bir vaziyette bir müddet bekledikten sonra, “Sus, sus, yeter!” diye bağırdı. Sonra öyle büyük bir kahkaha attı ki bütün karakol inledi, hatta ağzı tam olarak iyileşmeyen Nalan teyze bile komisere eşlik etti. Komiser Nalan teyzeye dönerek, “Şikâyetçi misiniz?” dedi.
Nalan teyze bir kadına baktı bir adama, sonra, “Evet komiser bey şikâyetçiyim ama kendim için değil, başka insanlar için, başkalarının hayatını tehlikeye atmasınlar diye. Yalnız bir diyeceğim daha var.” diyerek konuşmasını sürdürdü. “Komiser bey, siz de nihayetinde devlet memurusunuz, bir yerde devleti temsil ediyorsunuz, ne diye kadınları diş hekimi yaparlar erkek işi o, güç kuvvet işi, suç biraz da devletimizde değil mi?”
Baş komiser kısa bir sessizliğin ardından Nalan teyzeye hak verir gibi başını yukarı aşağı salladıysa da diş hekimini ile hademeyi savcılığa sevk etme kararını değiştirmedi.
Mehmet Şirin Aydemir