KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Billur parlağı gün ışığının aydınlattığı gözbebeklerinde, ikinci katın açık penceresinin fotoğrafı vardı. Ruhu bu dünyadan göçüp gitse de o ikinci kattaki mücadelesi sonsuza dek devam edecekti sanki. Kim bilecekti ki ağzının kenarındaki kurumuş kan sızıntısının, verdiği mücadelenin mi yoksa düştüğünde ciğerlerinin aldığı hasarın mı işareti olduğunu… Hele hele üzerindeki dar elbisenin sağındaki solundaki yırtıkların sebebini. Öylece yatıyordu apartmanın önündeki soğuk betonda kıpırdamadan, darmadağınık. Ölümün acımasız noktasını bedenine koyduğu taa uzaktan belliydi. Gerisi her yerde yapılan ya da söylenen klasik tekrarlardı artık.
“Yazık yazık, pek de gençmiş!” diyen yaşlı kadın,
“Aaaa gözü kıpırdadı!” diyen afacan çocuk,
“Allah taksiratını affetsin. İnşallah şehadet getirme fırsatı olmuştur!” diyen hacı amca,
“Polise haber verdim. Birazdan gelir.” diyen genç adam,
“Belki de bu bir aldatılma cinayetidir.” diyen genç kadın.
Topluca etrafındaydılar zavallı cenazenin. Polis geldi. Ambulans geldi. Turuncu üniformalı görevliler koşarak ambulanstan indiler. Gerekli tüm kontrolleri bir çırpıda yaptılar.
“Ölmüş!” dediler. Hızla sedyeye koydular ve üstünü örttükleri o beyaz örtüyü yüzünü de kapatacak şekilde yukarı çektiler ama kadının gözlerindeki fotoğrafı silemediler. Polislerden biri küçük kalabalığa yüksek sesle sordu:
“Nereden düştü bu kadın?”
“Şu ikinci kattaki açık pencere var ya oradan.” dedi manav, parmağıyla açık pencereyi işaret ederek. “İşin ilginç yanı, bunca yıldır burada esnafım. O dairede kimsenin oturduğunu görmedim. Ne zaman geldiler girdiler de oraya düştü bu kadın? Hiç anlamadım!” diye devam etti hayret dolu bakışlarla. Polislerden amir havasında olan genç olana:
“Çık bir bak daireye!” dedi. Genç polis zaten can atıyordu olan bitenin sebebini bir an önce çözmeye. Koşarak bir çırpıda ikinci kata çıktı. Kapalı kapıyı tek omuz darbesiyle kırdı. İçerisi inanılmazdı. Kadının belki de hayatta kalmak için saatlerce verdiği çabanın kanıtıydı buradaki eşyaların duruşu, Yerde kırılmış vazo, belki de katilin bir yerini kestiğinden, üzerindeki kan izleri. Devrilmiş koltuk ve sehpa. Kadının elbisinin rengiyle aynı kumaş parçaları. Sağa sola atılmış terlikler, ayakkabılar ve hemen hemen hepsindeki ve duvarlardaki kan izleri. Yerde kanlı bir erkek fanilası. Açık pencerenin odasındaki manzarayı böyle fotoğraflamıştı genç polis. Eşyalara dokunmamaya çalışarak gözüne ilişen nüfus cüzdanına doğru yöneldi. Adı: Nihal Soyadı: BEYAZ yazıyordu fotoğrafı cesetle tıpatıp aynı bakan pvc kaplı pembe küçük kartonda. O anda bulunduğu zannedilen her sebep bir olasılıktı sadece. Hiç değişmeyecek bir gerçek ve ebediyete kadar kesin olan bir durum vardı. Nihal BEYAZ kendisinden daha güçlü bir erkek tarafından, hayatta kalmak için verdiği tüm çabalara rağmen başarılı olamamış, bu erkek tüm hoyrat kuvvetiyle Azrail’i bile dize getirmeyi başarmış ve kadının canını almasını sağlamıştı. Yani ülkemizde son günlerde çok sık duyduğumuz kadın cinayetlerine ne yazık ki bir yenisi daha eklenmişti. Hatta sebebi ne olursa olsun, verilmiş en ağır cezanın tıpatıp aynısı böyle canavarlara verilmediği sürece eklenmeye de devam edecekti.
Tülay Dirlik