0

İşinden edilmişti, yani birdenbire atılmıştı. Sabah telaşesi içinde bina içine giremeden, çaresiz bir şekilde gerisin geri evine dönmüştü. Kapı zilini nasıl çalacağını, bu sıkıntıyı ailesine nasıl izah edeceğini bilemiyordu. Kapkara, zifiri bir gün yaşamıştı. Sadece eline kuru bir evrak vererek, dış kapının yolunu göstermişlerdi. Nasıl da kolay olmuştu bu iş, yüreğini kapı dışarı edenler açısından. Oysa bu menfi durum, onun yüreğine bir zıpkın gibi girmiş ve ha bire kanatıp duruyordu.

Yıllarını verdiği iş yeri, onu ve onun gibi emeğiyle geçinen masumları bir çöp yığını misali kapının dışına, öte tarafına duyarsızca koymuştu. Bir iftira ile her şeyi oldubittiye getirmişler, sorgusuz ve sualsiz bir çırpıda ilişiklerini kesmişlerdi. Hiçbir açıklama, hiçbir soru cevap faslı yaşanmadan her şeyi bir anda sonuçlandırmışlardı.

O da böyle bir hâle düşebileceğini, naçar kalabileceğini asla ve asla hayal bile edemezdi. Hayat ne garipliklerle doluydu, yaşanmadan anlaşılamıyordu. Bir pencereden bakarken, ansızın o pencereyi biri gelip kapkara bir perde ile kapatabiliyordu. Hiçbir şeye gücü yetmediği gibi, iki eli koynunda bağlı kalmıştı. Yıllar önce hayâlini kurduğu bir işe girmiş ancak kendisine bile sorulmadan bir dakika içinde defterini dürmüşlerdi, bir daha açılmamak üzere.

Şimdiyse kendi evine değil de doğruca hayata merhaba dediği annesinin evine gitmişti. Olanı biteni bütün detayları ve ayrıntılarıyla bir bir anlattı annesine. Annesi, yüreğinin olanca sıcaklığıyla oğluna sarıldı ve doyasıya ağladılar. Babasız büyümüş biri olarak, oğlunun nasıl acılar yaşadığını en iyi annesi biliyordu. Hayatın bütün yükünü birlikte paylaşmışlar ve beraberce yürümüşlerdi çileli ömür yolunda.

Bu yaşam çilesini hiçbir vakit olumsuz yönleriyle ele almamışlar, hayatın her şeyinde bir güzellik arayıp bulmuşlardı her zaman. Hayat merdiveni hem inişli hem de çıkışlı değil miydi? Bazen merdivenin rıhtı bazen de basamağı kırılıyor ve insan ister istemez tökezleyip düşebiliyordu. Bu tabiî ve doğal hâli peşinen kabul etmek ise acıları birazcık olsun azaltıyordu. Böyle bir düşünce, önemini; yaşanan acılara karşı gösterilen metanette ve dayanıklılıkta kendini derinden derine hissettiriyordu.

Şimdi ise ailesinin yanına gitmek ve bu durumunu bir an önce hem eşine hem de çocuklarına bütün yönleriyle açıklaması gerekiyordu. Çok mu çok zor olacaktı ama mecburdu bu hâli ailesine bildirmeye. Nihâyetinde güç de olsa, evinin kapısının önüne geldi ve kapı ziline bastı. Kapıyı karısı açtı. Ayakkabılarını yavaşça çıkardı, vestiyerin ayakkabı bölümüne bıraktı ve düşünceli bir şekilde kanepeye oturdu.

Eşi, bir şeylerin kötü gittiğini hemen anladı ve beklenen soruları art ardına sordu. Çocukları da yanına gelmiş ve babalarının üzüntülü hâline bir açıklama yapmasını bekliyorlardı. Her şeyi en ince teferruatına varıncaya kadar hepsini tek tek anlattı. Hâletiruhiyesinin ve psikolojik durumunun pek iyi olmadığını da ifade etti. Ancak, hiç beklemediği bir şey oldu. Kendine sarılacak bir beden ve destek beklerken, en ağır hasarı ailesinden almıştı. Eşi ve çocukları kendisine yönelik suçlamalar yapmaya ve kendilerini bu zor duruma düşürdüğü için çok acı sözler söylemeye başlamışlardı babalarına. Neye uğradığını şaşırmıştı zavallı. Yelkenleri lime lime olmuş ve dümeni kırılmış bir gemi gibi, koskoca bir okyanusun ortasında tek başına kalmıştı.

İki cephede yenilen bir kumandan gibi ne yapacağını, ne söyleyeceğini ve nasıl hareket edeceğini bir türlü kestiremiyordu. Yaşanan onca haksızlıkları bir bir anlatmasına rağmen, ailesinden beklediği olumlu anlayışı görememişti. Boynu bükük bir şekilde evinden çıktı ve asfalt yolları arşınlamaya başladı. Epey bir süre yürüdüğü halde, bir türlü kendine gelememişti. Ne yapacağını, nereye gideceğini, bir yeri olsa veya bulsa dahi derdini paylaşabileceği hasbî bir gönül arıyordu, lakin bulamıyordu. Çıkar bir yol aramaya gayret gösterse de o yolun güzergâhını bir türlü tespit edemiyordu. Sanki akıl fakültesi bütün şubelerini kapatmış, düşünme melekesi hepten onu terk etmişti. Bu olumsuz havanın tesiriyle efkârlı bir şekilde adımlarını atmaya başladı.

Çaresizce tekrar annesinin evine doğru yöneldi. Onu bir tek annesi anlayabilirdi bu zor zamanında. Sığınılacak en son limandı annesi. Her sıkıntı yaşadığında, yanaştığı, sükûn ve huzur bulduğu bir yerdi. Sahili süt limandı; hareketsiz, sarsmayan, fırtınasız, şakin bir mekândı. Birçok arkadaşı ve dostu vardı ancak, bu gibi nazik ve kritik zamanlarda herkes aynı ayarda olamıyordu. Kimi kulakların bu gibi menfi ve olumsuz durumları duymak, yürekten hissetmek ve empati yapmak gibi hissiyatları yoktu maalesef. Bütün bunları bilmekle beraber yine de insan, birilerini ister istemez yanında bulmak veya görmek istiyordu ama nafile ve boşuna bir gayretti.

Annesinin evine vardı ve gecenin geç saatlerine kadar annesiyle hasbihâl ettiler, dertleştiler. Sabaha yakın bir vakitte ikisinin de boynu düştü ve uyuya kaldılar kanepenin üzerinde. Telefonun sesine gözlerini açtı. Arayan eşi idi. Eve gelmemesini, bir daha yüzünü asla görmek istemediklerini, artık ilişkilerinin bitmiş olduğunu ve çocuklarının da böyle düşündüklerini ifade etti. Özellikle oğlu, babasından nefret ediyordu âdeta. Yaşadığı her sorunu sâdece babasının şahsında görüyordu, hakikatleri annesi kadar bilmesine rağmen.

Daha önceki yıllarda eşiyle yaşadıkları acı hâtıraları istemeden de olsa anımsadı ve zoraki yutkundu. Oysa hem eşine hem de çocuklarına karşı, bir eş ve bir baba olarak, vazifesini ve sorumluluğunu her daim yerine getirmişti. Bütün ömrünü sıkıntılarla geçirmesine karşın, gönül fedakârlığı ile bütün sevgisini ailesine vermişti ama demek ki yetmemişti.

Özellikle oğlu, son dönemlerde kendisine karşı aşırı bir kinle dolmuştu. Yaşadıkları maddî ve manevi meseleler sebebiyle, aile içerisinde anlayamadığı menfi bir durumun oluşması ve neticesinde de bunu çözemeyecek bir hâle gelmesi onu perişan ediyordu. Ne yapacağını ve bu cendereden nasıl kurtulacağını düşünürken, evinin kenarında bekleyen eski arabasına bindi, sessiz ve sakin bir mekâna gitti.

Arabasını yol kenarına çekti, kontağını kapattı ve cızırdayan radyosunu açtı. Radyo kanalında hüzünlü şarkılar art ardına birbirini takip ediyordu. Yıllar öncesinden çekildiği belli olan, eski bir resim çıkardı arabanın torpido gözünden. Eşi, kendisi ve çocukları; çok küçük ve de çok tatlıydılar. O günlere gitti; ne de güzeldi her şey o zamanlar. Keşke bütün her şey o günlerdeki gibi olsaydı, ne kadar hoş olurdu. İstemsizce kendi kendine hayıflandı, söylendi durdu.

Annesinin evinden ayrılmadan önce, “Eğer ölürsem, beni memleketimin toprağına bizzat kendi ellerinle gömmeni istiyorum.” demişti annesine. Bu konu hakkında da annesinden yemin üstüne yemin almıştı. Annesi ise oğlunun bu sözlerinden ve düşüncelerinden ötürü çok üzülmüştü, ancak hiçbir şey diyememiş ve karşılıklı gözyaşı dökmüşlerdi.

Son kararını vermişti. Yaşamanın, hayatta kalmanın bir önemi yoktu artık. Bütün hayatı gözünden silinip gitmişti bir anda. Hayatla anlamsız bir şekilde mücadele etmenin hiçbir faydası kalmamıştı. Ne yaptıysa, ne ettiyse, müspet ve olumlu bir netice elde edememişti. Dile getirdiği samimi sözler, içinden gelerek yaptığı güzel davranışlar ve birbiri ardına yaptığı dürüst açıklamalar sonucu değiştirmeye yetmemişti. Sonrasında da hiç bir şeyin manası kalmamıştı, tükenmişti.

Arabasını çalıştırdı, hafifçe müziğin sesini açtı ve egzoz gazının arabanın içine dolmasını sağlayacak teknik bir işlem yaparak tekrar gelip şoför mahalline oturdu. Geride düne ait ne kaldıysa, satır satır hepsini bütünüyle kafasından silip attı. Üzülmeye değecek bir son, kaygılanacak bir gelecek bile kalmamıştı önünde. Hayatı istemeyeceği derecede kötü bir hâl almış, ne var ne yok her şey bütünüyle tepetaklak oluvermişti.

Son olarak içinden, “Benden sonra eşim ve çocuklarım mutlu olsunlar bu bana yeter.” diyecek kadar yüreği sevgi ve merhamet doluydu. Hafif hafif sersemlemeye başladı, göz kapaklarını tutamıyordu artık. Bilincini kaybetmeye ve yavaş yavaş yaşlı gözlerini kapamaya başladı. Elindeki eski resim ansızın kucağına düşüverdi. Artık bu dünyada değildi, nefes alıp vermesi durmuştu. Dünya perdesi kapanmış ve her sıkıntısı ansızın bitivermişti. Koskoca güzel bir hayat, koyu bir inat, kara bir merhametsizlik, cahil bir anlayışsızlık, zifiri bir sevgisizlik, şımarık bir itimatsızlık ve üç-beş kuruş dünya geçimliği adına nihâyet bulmuştu.

Faik Kumru

Leave a Comment

İlgili İçerikler