0

Oğul; “Bir düğüne gideriz, bir eğlenceye gideriz; herkes oynayanları seyreder, annem beni,” diye dert yandı bir gün çevresindekilere. Sonra da annesinin her işini bırakıp onu seyre dalmasını taklit etti. Meramı yoğun sevgiyi eleştirmekti. Yine de herkesten çok annesi güldü kendi haline…

“Sevmekten kim usanır?” diyor bir şarkı sözümüz. Sevmekten us/l/anmadığımızın örnekleri ömür serüvenlerimizde sayamayacağımız kadar çok. Sevilmekten ise us/l/andığımız oluyor zaman zaman. Her iki anlamda da sevgi en iyi hayat öğretmenlerimizden biri, terbiyeye muhtaç gönüllerimizi hem usandırır hem de uslandırır. Varlık ve hiçlik arasındaki bıçak sırtı sınırın, farkındalığına ermiş olan insan nesli için sevilmek; tatlı, bir o kadar da sarhoş edici bir etkiye sahip.

Sevilen gerçekten de sıkılır mı acaba dozu iyi ayarlanamamış sevgi beyanından? Galiba bu sorunun cevabı evet… Sıkılır sıkılmasına ya ilgi azaldığında da bir problem mi var? Diye hayıflanabilir içten içe. Elbette ‘hayıflanma ihtimali’ adından da anlaşılacağı gibi bir tahminden, akıl yürütmeden ibaret.

Ah çekmek başımıza sık sık geliyor dünya sürgünümüzde. Ah, canımızın yandığının resmidir. Bedenimizde bir tahribat olduğunda da ah çekeriz, kalbimiz yaralandığında da… “Bir ah çeksem karşıki dağlar yıkılır, bugün posta günü canım sıkılır,” diyen kişi kimdi bilen yok. Fakat bu içli türkü nicesine etki etti ve kim bilir daha kaç ‘’bağrı yanmışa’’ etki edecek. Ah, en çok da ümitsiz aşk serencamlarında yana yakıla çıkar önce candan, sonra dilden. Tıpkı nefesin ciğerlerde, gırtlağımızda müthiş bir devri daimle dolandığı, bir gün geri dönmemek üzere bizi terk ettiği gibi. Son nefesimiz nereye gider ki hangi ezelden aşinası olduğumuz diyarlara?

Ah ile sevginin yan yana gelmesinin tuhaf karşılanmaması gerekir. Karşıt kavramlar zannedilseler de… Biri zifiri kara, diğeri mahşeri ak olsa da… Birinin mutluluk vermesi beklense, diğerinin hüzün ve dert kaynaklı olduğu bilinse de… Birbirine tezat oluşturduğu sanılabilecek ah ve sevgiyi yan yana ilk getiren bu yazı değil. “Bu ne sevgi ah,” diye başlayan şarkı; “bu ne ıstırap,” diye söze devam ederek arada bir zıtlık değil uygunluk olduğunu açıklıyor. Demem odur ki sevgi bazen ıstırap verir, ıstırap verdiğinde de ‘ah’a neden olması kaçınılmazdır.
Hangi sevgi keyfi sefadır acaba? Hangi sevgi cevri cefa? Sorunun aklı erenler için, gözü görenler için cevabı çok basit, bir o kadar da karmaşık. ‘Mesafe’ sözcüğü ile kısa ve net bir açıklama yapabiliriz bu konuda. Yakınlığın en azılı düşmanı ‘mesafe’dir. Üstelik ‘mesafe’ dediğimiz zakkum sadece maddeler âleminde değil, soyutluklar ülkesinde de mevcuttur. Bazen yanı başımızdaki insanlar uzağımızda kalır, bazen yüce dağların arkasındaki insanlara hasret çekeriz. ‘Mesafe’nin varlığı bizim isteğimiz dışında gerçekleşiyorsa ıstırabın yalın ve en kolay anlaşılır hali olur.

Bazılarımız kendilerini imkânsız işlerin fatihi, zorlukların cellâdı zannetseler de; imkânsız bir işi olur kılmak her babayiğidin harcı değildir. Her birimiz hayallerimizle varız. Bununla birlikte kafamızda kurguladıklarımızın hepsini gerçekleştirmemiz, kalplerimize diktiğimiz her fidanı yeşertmemiz mümkün değil. Evet, cümle derdi sona erdirir fakat gerçekte başlı başına bir dert, bir ıstıraptır aşkın -sevginin- kendisi. Fuzuli’nin derman istemediğine bakmayın çok can yakıcıdır üstelik. Binlerce ‘ah’a gebedir. Sevginin imkân yoksulu olanı…

Sevilenden ayrı kalmak eğitebilir ruhlarımızı fakat divane de edebilir. Bu divaneliğin genellikle kimseye zararı dokunmaz. Fakat her iki tarafı yorduğu, hırpaladığı da muhakkaktır. Yormak, hırpalamak, üzmek… Akla gelebilecek sayısız ihtimal. Hiç kimse sevdiği birini bu ihtimallerle yüz yüze getirmek istemez. Bıktırmak asla. Kaza kaderin sonucu buna rağmen. Ölüm yaşamanın çoğu kez müjdeler saçan yüzü…

Evladını seyre dalan annenin duyduğu sevgide de bir parça ızdırap vardır. Bu ızdırap -ki acının yoğun bir çeşididir- sadece onda değil evladında da tecelli eder, işin hazin yanı. Bütün annelerin ve çocuklarının yaşadığı veya yaşayacağı ayrılıklardır onların ızdıraplarının kaynağı. Küçük bir çocuğun; annesi yanından her ayrıldığında yaygarayı basması, annesini beklerken henüz anlamlandıramadığı bir hüzne kapılışı, perdenin arkasından bakınırken annesinin küçücük adımlarını gördüğünde koşar adımlarla kapıya yönelmesi, buruk tatlar bırakır hem çocuğun hem annenin gönlünde. Bütün ayrı kalmalar, özlemek süreçleri, akla gelen bütün göçler kalplere keder eker ve bazen de endişe… Sonra da birlikte olunan zamanlarda seven sevileni seyre dalar gayri ihtiyari olarak. Hiçbir seyir bitmez elbette, fırsat buldukça devam eder…

Hatice Eğilmez Kaya

Leave a Comment

İlgili İçerikler