0

Uzunca bir süredir doktora gitmem gerektiğini bilmeme rağmen bunu erteleyip dursam da ruh hâlim o gün kendimin de anlayamadığı ani bir ivecenlikle dışarı attı beni resmen. Eşimi beklemeye bile tahammülüm kalmamıştı düşünün, o derece!

Son zamanlarda kimseyi dinlemeden – özellikle de en yakınımdakileri- bir şeyler yapma telaşı baş gösterdi. Bunun bir meydan okuma olduğunu da hissetmiyor değilim!

‘Neye ve kime karşı bu meydan okuma?’

Doğal bir sual olarak kendime en başta ben yönelttim elbette. Net bir cevap yerine belkilerle başlayan ihtimaller silsilesinden aynı suali edecek bir ruh hekimini muhtemelen yardımcı başka sorular sormaya sevk edecekti. Belki alışkanlıklara, belki etrafımı saran katılıklara, hayatımızı işgale iştahlanmış şu meşhur yabancılaşmaya, hakkı verilememiş, gayret ve irade gücünün yetişemediği yutucu boşluğa. Ve sair daha başka bilmem nelere karşı… Emin olduğum tek ve temel hususiyet bunun gayet insanî, fıtrî bir tepki olduğu…

Demek ki diyebiliyorum şimdi; hürriyet insan hüviyetinin ayrılmaz, parçalanıp bölünemez bir unsurudur. Umacı gibi çöküp diz bağlarımı çözen öfkeli, huysuz, geçimsiz, olabildiğince muhalif hâlet-i ruhiyem beni epey kırılgan biri hâline getirmiş olmalı… Olmalı diyorum; çünkü evden dışarı adımlarımı atar atmaz, beni alıp götüren, yol boyunca ağzımdan çıktıklarına pek sevinseler de beni esasen üzen, o kaba saba sözlerden sonra kendimi onca beton cangılının ortasında kurtarılmış bir bölge gibi duran, amansız inşaat çölünde bir vaha keşfetmiş gibi, bir toprak parçasının üzerinde oturur vaziyette buldum.

Sıkışıp kaldığımı, bunaldığımı ifade etmeye çalışırken ama nedense hiçbir şekilde anlaşılmayacağımı içimde bas bas bağıran bir önyargı duvarına toslamıştım. Yaş aldıkça otanmışlık duygusunun çokça erozyona uğrayıp kendini yenileyemediğini, bu konuda insan tekinin bir başına kaldığını öğreniyorum. Gençken kendimi tedavi edebildiğimi, çözülmeyi bekleyen pek çok müşkülü içimde halledebilirken -ya da büyük bir yanılsama ile kendimi kandırıyormuşum işte!- şimdi başıma gelen bu acayip durumu anlamakta güçlük çekiyorum. Bir elimi toprağa daldırmış diğeriyle evden çıkarken daha ilk adımlarımda çekmeye başladığım tespihimi tutuyordum. Bildiğim zikirleri çoktan okumaya başladığım hâlde gözlerimi, şu soğukça ve yavaştan esen rüzgârlı havada terk ediveren ılık ılık damlalara engel olamadığımı fark ettim. Bir yandan ölümü dilendiğimi, kendi kendime saçma sapan söylenip durduğumu da hatırlıyorum. Ardından yardım talebindeki dualara niyetlenip usul usul dil, dudak gönlümün okumaya kıpırdandığını da…

Engebeli bir tepenin üzerinde, dışarıdan herhalde; ‘ güneşlenen bi’ adam işte! ’ görüntüsü versem de esasen serin havanın da etkisiyle yarı sarhoş, yarı depresyondan çıkmak üzere çırpınan, içinde yaşadığı şu pek tuhaflaşmış dünyaya bir türlü uyum sağlayamamış, hayata yabancı kalmış bi’ tutunamayan olarak algılıyorum kendimi. İkamet ettiğim ilçeye yukarıdan bakan bu küçük tepeciğe bir çırpıda nasıl vardığımı detaylarıyla anımsayamıyorum. Yüzeyi inceden sürülmüş izlenimi veren toprağın daha üstte kalan bu kısmının üzeri hafif yeşil bir tabakadan oluşuyor. Kalabalık ve gürültü denizinin ortasında kendime bir adacık bulmuştum anlaşılan…

Sonra sonra biraz daha kendime gelip sakinleştiğimde adaya ‘bozkır!’ diye seslendim ve bundan aşina bi’ hoşnutluk duydum. Kendimi bildim bileli bozkırla iyi anlaştığımız söyleyebilirim. O beni, ben de onu dinler, dertleşiriz. Hasbihâl eden iki eski dost zoraki de olsa buluşmuştu yine. Tepenin aşağıya bakan güneşli yüzünden başka düze bakan arka ve yan taraflarında, birkaç tarlanın traktörle daha derinden sürülmüş olduğu anlaşılıyordu. Toprak bu tarlalarda çok daha koyu bir renk almış iri iri keseklerle doluydu. Yatıp gamsız, dünyadan azade, asude bir uykuya dalmak istedim… Arada çalan telefonuma aldırış etmeden.

Ve kuşlar… Cıvıl cıvıl oradan oraya ötüşerek kanat çırparken onları can kulağıyla duyup anlamayı, sohbetlerine ve neşelerine katılıp, sevinçlerine ortak olmayı diledim. Çok değil daha az evvel şükredemediğim ve sabredemediğim için kendimi kınarken şu esna dua eden kendi hâlinde akıllı uslu birine dönüşmüştüm.

Kalkıp doya doya yürümek istiyorum şimdi. Yavaş hareketlerle yukarıya doğru tırmanıp asfalt yola ulaştığımda, bu asfalt yolların kenarında açılan toprak yolları gördüm. Birini seçip ortadan yürürken yüksekte kalan iki tarafımdan da kuş sesleri geliyordu. Havada uçuşan güvercinler, saksağan sesleri ve serçelerin yanı sıra ötüşü güzel bir kuş türünü daha fark ettim. İsmini bilemediğim için şimdilik ona “ bozkır kuşu ” diyeceğim. Yolda yürürken kenarlara doğru tırmanan birkaç tanesini seçebildim… Pıtır pıtır minik ayaklarıyla yukarı çıkarken güneşli kesimden dökülen kum ve ufak taş, toprak parçaları onları ele vermişti. Yine de hiç de öyle korkmuş, kaçıyormuş gibi telaşlı bir hâlleri yoktu. Aksine sakin sakin yürüyüp duruyor, tatlı bir nidâ ile arkadaşlarına yerlerini bildiriyorlardı. İki taneydiler ama sonradan birkaç tanesini toprak keseklerin arasında kamufle olmuş gördüm ve hiç kıpırdamadan hayretle onları seyrettim. Hâki renkli, serçeden biraz büyükçe… Onun gibi zıplayarak değil de adım adım âdeta koşarcasına giden, kafasının üstünde başlık varmış hissi uyandıran sorguca benzer bir eklenti yer alıyordu ki kendisine çok yakıştığını belirtmeliyim. Bu zarif, nazik koşucu bozkır kuşuna hayran olmaktan kendimi alamadım. Bir müddet keyifle, sessizce ve ürkütmeden takip ettim onları. İki yükselti arasında öylece onları izlerken yukarıda tarla yanlarından pıırrr pıırr hızlıca birkaçı uçuşuverdi. Daha sonra tekrar ileriye ana yola doğru ilerlemeye niyetlendiğimde başımın üzerinden küçük bir sürü pır pır uçarken öyle güzel ötüşüyorlardı ki! Allah’ım, ne zevkti o öyle… Ne güzle yaratılmışlar…

Eve dönerken vaktin nasıl geçtiğini idrak edemediğimi; eşimin “ iki buçuk saattir nerelerdeydin? ” sorusuyla öğrenmiş oldum. Eşimin diğer sorusu ise: “ Doktora gittin mi? ” oldu.

“Evet, öyle bir hekimle tanıştım ki meğer çok evvelden onunla tanışıyormuşuz… Hele bir ilaç önerdi ki! ”

Artık iyice biliyorum ki ne kadar sıkışmışlık, bunalmışlıktan mustarip olursam olayım, bozkır kuşum gönlümdeki biricik yerinden o güzel ötüşüyle yine şifa olacak… Nerden, nasıl biliyorum diye sormayın…

Halis Tamkoç

Leave a Comment

İlgili İçerikler