0

… kasabasında bir konağın yanan ışığı hariç her hanenin içi karanlık, ocağı sönük, duvarı yıkıktı. İhtişamlı konağın içinde bir bey yaşardı, adı ise Yaşar’dı. Yaşar Bey’in sofrası hariç her sofra taamsız, Bey’den ziyade herkesin karnı aç, herkes derd-i maişet ile yoğrulurdu. Bey, bir gün konağa araba çağırdı. Beş adam sürünerek, yularını dişlerinin arasında tutar vaziyette arabayı çekerek geliyor; ah, vah ile inliyordu. Yaşar Bey görünce hiddetlendi. Dedi ki:

“Nerede bu arabanın koşanı?”

Bey’in kâhyası sürünerek geldi ve cevapladı:

“Şükür ona fazla geldi, biz de gömdük beyim!”

Yaşar Bey’in kaşları çatıktı. Alnı kırışmış, gözleri kanlanmış, elini sıkıp yumruk etmişti. Hışımla konağına girdi ve tellallarına emir buyurdu:

“Kasabayı gezin; vatanını, milletini seven iki ayak üstünde kim varsa getirin huzuruma!”

Tellallardan biri Yaşar Bey’in ayağına yapıştı ve feryat etti:

“Sabrımızı ve şükrümüzü kabul buyur beyimiz, kasabada iki ayak üstünde gezen kimse kalmadı!”

Yaşar Bey ayağını kurtarıp köpürdü:

“Tez, vaizler gelsin huzuruma!”

Üç kişi, ‘sabır ve şükür’ diye sürünerek Yaşar Bey’in yanına geldi ve içlerinden biri seslendi:

“Sabrın ve şükrün kıymetini bilen beyimiz ne buyuruyor?”

Bey yanıtladı:

“Kasabayı gezin; dinini, imanını seven iki ayak üstünde kim varsa getirin huzuruma!”

Vaizler sürünerek konağın dışına çıktı. Ne kasaba gezecek ne de kişi tanıyacak dermanları vardı… Kasabanın meydanına doğru sürünmeye başladılar. Meydanda sürünen, dört bir yana haykıran vaizlere hiçbir yönden yanıt gelmedi. Vaizlerden biri seslendi:

“Ey ehli şükür! Benim sürünecek dermanım kalmadı, hele soluklanalım!”

Diğeri cevapladı:

“Ey ehli Sabır! Dinin, imanın yok mu? Sürün!”

Sürünmeye devam ettiler… Öğle vakti yanan bir ateşin harı vaizlerin gözüne ilişti; o tarafa yöneldiler. Yıkık bir viranenin önünde büyük bir tabutun önünde genç bir çocuk oturuyor, çakısıyla kıydığı kütükleri ateşe atıyordu… Vaizler sürünerek çocuğun yanına geldi ve seslendi:

“Ey evlat! Vatanını, milletini; dinini, imanını sever misin?”

Çocuk cevap vermedi…

Diğer bir vaiz sürünerek çocuğun yanına geldi ve seslendi:

“Ey sabrın ve şükrün telkincisi Yaşar Bey’in kasabasında yaşayan çocuk! Adın nedir?”

Çocuk oturduğu yerden kalktı ve ateşe kalınca bir kütüğü ayağıyla yuvarladıktan sonra cevapladı:

“Adım Cem’dir.”

Vaizlerden biri yakardı:

“Cem oğul! Hele de bakalım: dinini, imanını sever misin?

Çocuk:
“Severim!” dedi.

Vaiz yanıtladı:

“Öyleyse anan, baban hatırına; dinin, imanın aşkına düş peşimize de bey konağına gel. Yaşar Bey’imiz şükrüne ve sabrına kıymet verecek yiğitler arar.”

Çocuk hüzünlü bakışlarını sürünen vaizlerden birine dikti ve ıslanan yanağını eliyle silerek cevapladı:

“Anam da babam da ölüdür.” Parmağıyla tabutları göstererek: “Şimdi ikisi de bu tabutun içinde yatar!” dedi.

Vaizlerden biri inleyerek yanıtladı:

“Ah oğul! Sabrın ve şükrün kıymetini bilmek gerek. Beyimiz olmasa kim kıymet verir. Anan-baban hatırı, ruhu için düş ardımıza.”

Çocuk başını salladı ve ateşin harına ayağıyla toprağı savurduktan sonra vaizlerin peşinde yola düştü…

Konağın kapısından içeri iki ayak üstünde giren çocuğu gören Bey; sürünen vaizlerin üstünden atlayarak kollarını açtı ve seslendi:

“Vatanın, milletin; dinin, imanın aşkına şükret! Bey konağında sabır ile hizmet et! Et ki kıymetini vereyim!

Cem başını kaldırdı ve beye seslendi:

“Af buyur beyimiz! Anamla babam şükür de sabır da bilmezdi. Şimdi ikisi de ölüdür. Hanemizin önünde bir tabutta yatarlar. Kasabada iki ayak üstünde yürüyen bir ben kaldım. Şükrün ve sabrın kıymetini bilen Yaşar Bey’imiz defin için yardım ederse, ben de sabırdan ve şükürden yana beyimize hizmetkâr olacağım.”

Yaşar Bey, Cem’in sırtını sıvazladı ve sevinçle haykırdı:

“Ben sabra ve şükre kıymet veririm. Var, gidelim!”

Cem; etrafında sürünen kâhya, vaizler ve tellalları göstererek:

“Beyimiz kabul buyurursa vatanını, milletini; dinini imanını seven şükür ve sabır ehli şu adamlar da gelsin!” dedi.

Yaşar Bey şaşkınca iki elini de pantolonun ceplerine daldırdı ve ardından seslendi:

“Öyle olsun bakalım!”

Yaşar Bey, Cem ve arkalarında sürünen on kişi bir müddet yol aldıktan sonra önünde tabutun olduğu viranenin önüne geldiler.

Yaşar Bey eliyle tabutu göstererek sordu:

“Bu mu?”

Cem eliyle göstererek:

“Evet!” dedi.

Bey şaşırarak sordu:

“İkisi bir mi yatar?”

Cem başını salladı ve yerde sürünenlere göz ucuyla bakarak yanıtladı:

“Evet beyimiz! Anam da babam da hep birlik olmayı, beraber olmayı öğütlerdi. Bir tabutta, bir çatı altında defnedilmeyi vasiyet ederdi.”

Yaşar Bey Cem’e doğru bir kazma attı ve seslendi:
“Pekâlâ… Davran, kazalım toprağı!”

Cem kazmayı eline aldı ve toprağa vurdu. Kazdıkça kazdılar… Koca bir çukur oluşunca Yaşar Bey kazmayı elinden atıp çukurdan yukarıya, Cem’e seslendi:

“Tabutu toprağa itin!”

Şükür ve sabır ile sürünenler:

“Beyimiz; şükür ve sabrın kıymetini bilir!” diyerek tabuta doğru sürünmeye başladılar…

Yaşar Bey çukurdan yukarı doğru bakıyor tabutu yerleştirmek için bekliyordu. Cem ve sürünen on kişi tabutu çukura itmeye başladı… Yaşar Bey çukura yerleştirdiği tabutun üstündeki örtüye terini sildi ve buruşturup attıktan sonra soluklanmak için tabutun üstüne oturdu.

Cem eline küreği alıp sabır ve şükür ile sürünenlere döndü ve şöyle seslendi:

“Anam da babam da sabrın ve şükrün kıymetini bilirdi! Anam dinsiz, babam soysuzdu! Vatanı da milleti de dini de dindarı da severlerdi. Bir Bey gelip de dinsizi, dindardan; soyluyu, soysuzdan; zengini fakirden şükür ve sabır, vatan ve millet yolunda ayrıştırıp sürünmeye mahkûm edene dek ayakta durdular… ‘Birine duyulan minnet, birbirine duyulmadıkça, şükür ve sabır aynı sofranın minderi olmadıkça, vatan ve millet aynı kalbe sığmadıkça sürünmeye mahkûm olacağız’ deyip öldüler!”

Yerde sürünenler yavaşça doğrulmaya başladı. Doğrulup iki ayak üstünde duranlar göz yaşlarıyla birbirlerine sarıldılar. Dindar, dinsiz; zengin, fakir; soylu, soysuz hep bir ağızdan:

“Şükür de sabır da din de iman da vatan da millet de birliktelikten!” diyerek el ele verdiler.

Cem, küreği savurup çukura, tabutun ve Yaşar Bey’in üstüne toprağı atmaya başlayınca ayağa kalkanlar da birlik olup avuçlarıyla husumetin üstünü toprakla kapattılar.

Erkin Uzun

Leave a Comment

İlgili İçerikler