İZMİR İSTANBUL’DAN DAHA MI GÜZEL? Kitap imzalamak bahanesiyle, seni görmek için yollara düştüm. Yorucu bir yolculuktan sonra işte geldim. Merhaba İzmir. Şöyle bir baktım...
Tünel’den caddeye çıktığımda saat on ikiyi geçiyordu. İstiklâl her zamanki gibi kalabalık ve coşkulu seyrine devam ediyor, türlü insan suretlerinden bir desen oluşturuyordu. Biraz adımladım. Şişhane durağında güneşin yumuşattığı sıcak, ahşap bir bankta yatarak sırtını türlü figürlerle dans ettiren tombul bir kedinin yanına usulca oturdum. Müsait olmadığını söyler gibi kısık gözleriyle yüzüme bakıyor, kuyruğunu ani hareketlere bir sağa bir sola atıyordu. Ön iki tırnağını çam kütüğüne saplayıp esnedi, yanıma sokularak hafif bir referansla patilerini altına alıp oturdu. Belli ki müsait, arkadaş kabul edecek durumdaydı. Bir yandan tünelle anıt arasında deveran eden hızlı adımların birbiri ardına sıralandığı caddeyi seyrediyor, diğer yandan arkadaşımın çalıştırdığı jeneratörü dinliyorum. Adımların sıkılaştığını ikimiz de fark ettik. Kalabalık da epey artmıştı. İki genç kalabalığı yararak hızlı adımlarla yürüyor, tenha olduğunu gördükleri oturduğumuz yere doğru vals eden adımlarla ilerliyordu. Beriki diğerine el etti, önümüzde duraksadılar. Arkadaşını eliyle durduran telaşeyle bize doğru dönerek:
“Burada mı ağabey?” dedi.
Ben başımı kaldırıp şaşkınca bakıyor, soruyu anlamıyordum. Zannederim ki arkadaşım da aynı durumdaydı. Hatta hiç umursamamış olacak ki başını bile kaldırmadı, patilerini altına almış yoga yapıyordu:
“Ne, burada mı?”diye karşı soru yönelttim. Öteki genç hızla öne atıldı:
“Dünyanın ve çağımızın en azılı, en hızlı düşmanı burada yargılanacak duymadınız mı?” dedi.
Doğrusu anlam veremedim. Bir kez daha soruyu soruyla geçiştirdim:
“Ne düşmanı, kim yargılıyor?”
“Adalet ve iyilik önünde yargılanacak.” dedi. Arkadaşı çekiştiriyordu, kimin yargılandığını soramadan yola koyuldular.
Merak içindeydim. Adalet, iyilik, azılı düşman… Arkadaşımla vedalaşıp iki gencin gittiği yönde yola koyuldum. Mekteb-i Sultanî’ye vardığımda hıncahınç dolu bir kalabalık iki kürsünün karşısında toplanmış, kakofoni eşliğinde birbirlerine hararetli cümlelerle bir şeyler söylüyorlardı. Ön sıralara geçmek neredeyse mümkün görünmüyor, yine de merak içinde safları yararak ilerliyordum. İki kürsüde iki hatip konuşuyor, kürsülerin arasında ise elleri arkadan bağlı sırtı dönük biri diz çökmüş duruyordu. Bir kürsüde Adalet; diğerinde ise iyilik yazısı göze çarpıyordu. Yanımdaki bir kadına sordum:
“Kim bu adamlar?”
Kadın, iyilik kelimesini yüksek sesle tekrarlarken bir an duraksadı ve cevapladı:
“Yargıçlar… Platon ve Zemahşerî dedi.
“Kimi yargılıyorlar?”
“Zamanı, zamanı yargılıyorlar. O değil mi ki bizi zalimane pençesinde kıvrandıran!”
Şaşkınca bakıyor, kadının söylediklerini anlamaya çalışıyorum. Diğer yandan hatipleri dinliyordum. Ötede adalet ve iyilik kelimesini yüksek sesle tekrar eden kalabalık ikiye bölünüyor birbirlerine haykırıyorlardı. Ortada kalmış gibi bir halim vardı. Gayriihtiyari adalet kelimesinin yükseldiği kalabalığa karışıp kadının yanından ayrıldım. Adalet kürsüsündeki hatip Zemahşerîydi. Oldukça iddialı konuşuyor, taraftarlarını ateşlendiriyordu:
“Zamanı dizginlemek gerek! O bizi değil, biz onu idame edecek, irademize hapsedeceğiz! Adaletin sahibi biziz!”
Bir diğer kürsüde iyilik diye haykıran taraftarlara seslenen Platon:
“Akıl etmeksizin irade olmaz! Zaman serbest kalmalı! İyilik zamandan doğar.” diyordu.
Ben iki hatibi dikkatle dinliyor, tartışmanın devamını merakla bekliyorum. İki güruh arasında ise bir gürültü kopuverdi. Birkaç kişi kolundan tutup getirdiği çocuğu kalabalığın önünde bıraktı. Çocuk ağlayarak kürsülerin arasından hatiplere sesleniyordu. İki hatip; “sessizlik” diyerek sesini yükseltti.
Çocuk parmağıyla yerde diz çökmüş kişiyi göstererek anlatıyor, kalabalık, sessizliğe bürünmüş dinliyordu:
“Anam âmâ gözü görmez; babam ise ahrazdır, işitmez, konuşmaz. Zaman nemiz varsa çaldı! Anamı da babamı da yoksul koydu! Vakti zamanında o bir adamdı. Vakti doldu, serbest oldu. Rızkımızı da yiyip bitirmişti.”
Adalet ve iyilik savunucuları galeyana geldi, haykırmaya başladılar:
“Adalet! Çocuk için adalet! Hapis!”
“İyilik! Çocuk için iyilik!”
Zemahşerî düşünceli bir tavırdan çıktı ve seslendi:
“Bu adamın fıtratı kötüdür! Fıtratı kötü olana adalet tecelli etsin! ”dedi.
Platon söz aldı ve seslendi:
“İyinin yolu gözlenmeli! Adil olan onun arkasından gelecektir.” dedi.
Zemahşerî ve Platon kürsülerinden indi çocuğun yanına geldi. İkisi de kendi taraftarlarına bir süre dikkatlice baktılar.
Platon Zemahşerî’ye döndü ve seslendi:
“Bu çocuğun iyiliği temin edilmeli!”
Zemahşerî ekledi:
“Adalet çocuğa teslim edilmeli!”
Zemahşerî elini Platon’a uzattı, uzun süre bakıştılar… Sonra yüzlerini kalabalığa dönerek birlikte seslendiler:
“Çocuğa hakkı adalet içinde iyilikle teslim edilmeli!”
Sonra eski arkadaşımı gördüm; yanında oturduğum… Yere diz çökmüş duran zamanı patileriyle birkaç kez dövdü. Ardından tısladı ve bağırdı. Zaman buna dayanamadı ayağa kalktı ve yüzünü kalabalığa döndü.
Hatipler çocuğu aralarına alarak sırayla kalabalığa seslendi.
Platon:
“Zamanın çocuğa iyiliği hizmettedir!” dedi ve kazancını çocukla ve ailesiyle paylaşması şartıyla serbest kalmasına hükmetti.
Zemahşerî:
“Adil olan fıtratı terbiyede değil, zararı tazmin etmektedir! “dedi ve zamanın anne ve babanın hizmetini görmesi şartıyla serbest kalmasına hükmetti.
Adalet ve iyilik taraftarları birlikte kaynaşarak alkışladılar…
Arkadaşım ise çoktan köşedeki balıkçı tezgahının önünde adalet arıyordu…
Erkin uzun