SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Gladyatörlerin
ve onlarca katibin arasından sıyrılıp geçti yüce Seneca
Roma halkına seslenmek için.
İhtişam, törenler ve onlarca zafer karşısında
en yüce ruhlar bile aciz
ve yakılıp yıkılacak olan Roma bile
farkında değil tüm bunların geçiciliğinin.
O Roma ki ne fatihler kayzerlik iddia etti ona
Ve edecektir de
O Roma ki kat kat insulaları ve tüm aşırılıkları ile
hakketti en büyük imparatorluğa başkent olma şerefini
O Roma ki beyaz bir at aydınlattığında gövdesini
Şaşkınlık yitip gitti bir daha geri dönmemek üzere belleğimizden.
Yoksulluk ve refah
ihya ve imha
serpildi zaten önünde sonunda ona çıkacak olan yolların kaldırımlarına
ve en ücra yere kadar,
insan oğlunu her daim izleyecek bir hayalete dönüşüp
bindi hazan yapraklarına uçtu.
Bu, Roma’nın, bu büyük bir şehrin portresi,
Seneca’nın her gün sokaklarında yürüdüğü,
büyük vaazının en büyük şahidi olan şehrin portresi.
Bu hikaye bir adamın bir şehri yenmesinin hikayesi.
Bir şehri yenmek mi?
İnsanoğlunu yenmektir.
Bir şehri yenmek mi?
Sahte cenneti yenmektir.
Bir şehri yenmek mi?
Kendini yenmektir.
Ve bir şehri yenmek ölümü yenmektir aynı zamanda.
Ve yine baldıran zehri bir dehanın önünde.
Böyledir işte şehirler
Önünde sonunda kendi yavrusunu zehirlerler
ya da atarlar kurdun kuşun önüne.
Kaderi önceden kestiren yüceler yücesi
vermeden son nefesini
doğruldu yurttaş dedikleri
boz yığına doğru.
Son bir ağıt yakma isteğiyle baktı etrafına
hem de öyle bir ağıt ki
bütün bir biyografi yerini çığlığa bıraktı
ve zaman su gibi aktı toprak çekerken en güzel evladını kendine doğru.
Düşündü Seneca ve olabildiğince kederlendi hep yazma zayıflığını gösterdiği için.
Kader kardeşi, bir sitenin ilk kurbanı,
kambur sırtında sadece sözü taşımıştı
çünkü ses, sadece ses sonsuzluğun gölgesinde uyuma rahatlığını vaad eder insanoğluna.
Bir an tanrı karşısında savunmak istedi kendini
Ve o an o kadar isterdi ki yüceliğinin avukatlığına soyunsun kendinden de yüce biri
ancak nereden bilebilirdi ki tarihin tekerrürü tarihte aşkın olandan muaf tutar kendini.
İyice umutsuzluğa düştü ve mırıldandı kendi kendine
konuşmak beyhude diye.
Tam da son bir armağan olarak kalabalığa sessizliğini sunacaktı ki
seslerin efendisi Virgilius indi gökten ve kalabalığa söylemesi için kulağına iki mısra fısıldadı:
Serildiyse sonsuzun gölgesi üstüne
Yapacağın tek şey boyun eğmektir hükmüne
Şahin Tağızade