0

Griye dönmüş pencere camından yine de gökyüzünün baharı müjdeleyen maviliği çok net seçiliyordu. Kokusunu içine çekmeden seyrinin doyasıya tadını çıkardı Murat. Elindeki kitabı dönüp yatağa bıraktığında bile halen dudaklarında ki tebessümün farkındaydı. “Bahar işte.” dedi kendi kendine “Yedi duvar ardında da olsan gelip seni bulur, gönlünü çocuklar gibi şenlendirir.”

Yaşamak için gereken ihtiyaçlarını minimuma indirmişti Murat, az yer, az uyur, az konuşurdu. Bunda yemeklerin çok kötü, yatağın yağmur yemiş bir patika gibi çukurlaşmış, insanların ise anlamsız varlıklarının katkısı büyüktü. Geldi geçti yine köşesine Murat, çok az da olsa gri camın ötesinden süzülen kuşları, yaşamı simgeleyen gökyüzünü seyre daldı. İki metrekarelik alanda etrafı gözleyerek, eli tetikte volta atan askere takıldı gözleri, hangimiz daha özgürüz diye düşündü. Kafese kapatılan kuş mu daha özgürdür ya da istediği ağacın altında miskinlik yapan kaplumbağa mı? Kocası tarafından eve kapatılan kadın mı daha özgürdür ya da sürekli kafasında ki kuşkularla yaşayan adam mı daha özgürdür? Ne kadar hassas ve ince bir çizgi esaretin özgürlükten ayrılışı. Anlam veremiyordu bazı insanların özgürlüğünün ya da esaretinin, bazılarının dudakları arasında ki vicdan telinde sallanmasına. Her esaretin içinde kocaman bir özgürlüğe tutunuş, her özgürlüğün içinde bir tutam yakıcı esaret korkusu yok muydu? Küçük mırıltılarla söylendi Murat “Kocaman bir özgürlüğe tutunuş varsa, bu hayatta esaretin emaresi niçindir, bir tutam korku için midir?” Hep içiyle konuşmasındandı kimseyle pek fazla konuşmayışı Murat’ın. Kafasında milyonlarca cümle birbirini kovalarken, binlerce düşünce aralanan kapıdan dışarı çıkmak için itişirken nasıl dış dünyayla iletişim kurabilirdi? Bilmiyordu. Dalgın dalgın gitti yatağına uzandı Murat, düşünmek, fikirlerle halvet olmak yormuştu onu. Gözleri üst ranzanın alt tarafına kim bilir hangi zamanlarda kimler tarafından yazılmış bir sürü cümleye takıldı. ‘Kuşlar kadar özgür,’ ‘kafesin kapılarını aç,’ ‘kuşkularım yarınlarım,’ ‘neredesin meleğim?’ ‘özgürüz ikimiz de uç uçabildiğin kadar.’ Bilmem kaçıncı okuyuşudur.

Sıkıldı Murat kalktı, kaderdaşlarının arasına karışıp bahçeye çıktı. Sorgusuz sualsiz bir sıkıntı gelip yüreğine oturmuştu yine. Bahçede volta atmaz gider bir kenarda oturur gökyüzüne bakardı. Yine öyle yaptı. Güneş bile ona küsmüştü sanki. Bahçeye çıktı çıkalı bir görünüp bir kayboluyordu ve nitekim hepten yitip gri bulutlara yenildi. Hava kapandı, ufak ufak toprağın yaşam kaynağı çiselemeye başladı. Kısa sürede sağanak başladı. Birer ikişer herkes içeriye koşuşturmaya başladı. Murat kalkmadı, kaldıramadılar da yerinden. Saatlerce yağmurun iliklerinde bile yok olmuş hayat tohumuna can vermesini, filizlendirmesini diledi. Kimseyle konuşmayan Murat, çağlayan olmuş, susmamacasına ağlayarak yalvarıyordu kendisini kaldırmaya gelen gardiyanlara. “Ne olur bırakın beni ne olur. Bu yağmur benim özgürlüğüm biliyorum, hissediyorum, geldi beyaz kanatlı özgürlük meleğim, açtı kafesin kapısını çağırıyor beni bırakın gideyim, bırakın sonsuzluğuma uçayım.” diyordu.

Nice sonra içeriye karga tulumba taşıyabildiler. Sabaha kadar ateşler içinde yatan Murat, “Geldi beyaz kanatlı meleğim, bırakın beni.” diyerek sayıklayıp durdu. Revire kaldırılan Murat, on yedi gün sonra beyaz kanatlı meleğinin kanatlarına tutunarak bu dünyadan el etek çekti. Gri bulutlu bir günde kimsesizler mezarlığına gömülen Murat’ın yatağında artık yeni bir mahkûm var.

Gözleri üst ranzanın altındaki yazılara takılan mahkûm içerdekilere sordu: “Bu yatağın sahibi kimdi, neler yazmış böyle? Hem de kırmızı mı ne renk kalem bu böyle anlamadım.” dedi. Koğuşu bir hüzün sardı, kimse konuşamadı. Neden sonra biri çıkıp; “O Murat abinin yatağıydı o yazıları da kalemle değil kanıyla yazdı. Parmağına çizikler atar, akan kanıyla yazardı. Kimseyle konuşmaz hep gökyüzüne bakardı, ta ki kanatlı meleği gelip onu alana kadar.” Yıllarca gizli kalmış bir suçu ihbar ediyormuş gibi suçlu suçlu konuşmaya başladı yeni mahkûm. “Burada melek yazıyor, kim bu melek?” “Murat abinin kuruntuları yüzünden eve kapattığı, deli gibi âşık olduğu karısıdır Melek. Ne dese ikna edememiş, kuruntularından kurtaramamış Murat abiyi karısı. Ve bir gün Murat abi işten geldiğinde fırıncının genç çırağıyla kapıda konuşurken bulmuş Melek’i. Yediği otuz iki yıl hükmün yirmi bir yılını bu ranzada parmağındaki kanla Meleğine olan yakarışlarını yazdı, pişmanlığını anlattı Murat abi.

Gri bulutların esir aldığı, hüznün kekre tadının her zerreye sirayet ettiği tatsız günler hiç eksilmedi velhasıl. “Geldi beyaz kanatlı Melek’im.” sesleri uğultulu bir sessizlikle mahpushanenin tüm duvarlarında her an gezinirdi çünkü…

Emine Peker Şansal

Leave a Comment

İlgili İçerikler