0

Ruhumu kanatan iğneli ve çengelli düşünceler kaynıyordu kafatasımın içinde. Bunlardan kurtulmak ve rahatlamak umuduyla yerimden kalkıp balkona çıktım.

Beynimi derinden sarsan, içimde kasırgalar oluşturan bir düşünce fırtınası esiyordu. Beynimi ve kalbimi, fikirlerimi ve duygularımı birbirine karıştırıyordu. Dolunayın aydınlattığı berrak gökyüzüne bakınca büsbütün yeni düşünceler oluştu. Sessizce doğuyordu içimde yeni fikirler. Aydınlanmış gökyüzünde bulutlar, beyaz bulutlar, bembeyaz bulutlar gördüm. Şimşek çakmış yağmurlu bir günde vadideki güvercinler kadar endişeliydi bulutlar. Dolunay bulutları şerha şerha yarıyor, kendine kadim bir yol açıp ilerliyordu. Hayır, öyle değildi, belki de ay olduğu yerde duruyordu. Aceleci tavırlarından ve hızla yer değiştiren hareketlerinden belli oluyordu bulutların tedirginliği.

Uyku tutmayan gözlerim kızarmış ve nemlenmişti. Gözlerimi ovuştururken gecenin sessizliği beni mest ediyordu. Kurbağalar en güzel şarkılarını söylüyorlardı ve ay çalıyordu onların bağrışlarını.

‘‘Bulutlar,’’ dedim içimden, gözlerimi dolunaydan ayırmadan. ‘‘Bulutlar, yine dalgalandılar, dolunayı kapatacaklarını zannediyorlar ama mümkün değil, dolunay bu, içlerinden geçip boşluk bulur kendine. Bizim çocukluğumuzdaki gibi nasıl oyun oynayacağını bilir.

Çocukluğumun yurdu olan köyümüzün bulunduğu kuzeye doğru dönüp baktım. Sanki onunla konuşmak istercesine, gözlerimle severcesine, sevinircesine bakıyordum. Çocukluğumu, anayurdumu ne kadar da çok özlediğimin farkındaydım. ’’Bizim gece oyunlarımızda dolunay da hep olurdu,’’ dedim oyun arkadaşlarımla konuşurcasına.

Havuçla burnu yapılan bir kardan adam gibi görünen bulutların arasından bir görünüp bir kaybolan dolunay saklambaç oynuyor olmalıydı yıldızlarla. Bütün gökyüzünü aydınlatıyordu. Çocukluğumuzda oynadığımız ”ay gördüm” oyunu da adını dolunaydan almıştı zaten. Gökyüzünde böyle yıldızlarla saklambaç oynayan kaç gezegen vardır? Bulutlar kâh dolunayı arkasına saklıyor, kâh geri çekilip açığa çıkarıyorlardı. Ayın on dördünde iyice parlayıp her tarafı aydınlatan ay, oyunun sonunda hep kazanan taraf oluyordu. Gökyüzünde görünen yıldız cümbüşü de dolunaya mahkûmdu aslında. Ay olmasa yıldızlar kimle ve nasıl cümbüş yapardı acaba gökyüzünde?

Yarım olsa da bu gecede ay, parlaklığı göz kamaştırıp tüm canlılara umut ışığı oluyordu. Ay, dolunay olduğu zaman gece de yarım gece oluyordu. İlham perilerine kaynaklık ve yataklık ediyor, şairlere ilham kaynağı oluyordu.

İşte böyle balkondan saf ve safiyet haline bürünen gökyüzüne bakarken düşünceli ve hüzünlü halimle oturuyordum, eğilip sokağın içine baktım, bütün pencerelerin ışıkları sönüktü ama komşularımın sesleri geliyordu; hemen yanı başımda cıvıl cıvıldı, cik cik öterek balkona çırptığım ekmek kırıntılarını almaya gelmişlerdi kuşlar. Şimdi dolunay görünüyordu ve gece tam kapanmamıştı, yarım gece olarak kalmıştı bu yüzden. Kuşbakışı olarak baktığım Mogan Gölü’nden yansıyan ay ışıkları etrafını büyülüyor, her taraftan dikkatleri topluyordu üzerinde. Bulutlar ne kadar gölgeliyor olsa da kısa zamanda ay yine parlayıp bulutları dağıtıp ortaya çıkıyordu her seferinde.

Dünya ile aralarındaki mesafe milyon uzaklıkta olsa da ay ve güneş tüm katmanlardan süzülerek gelip aydınlatıyorlardı tüm yeryüzünü ve tüm canlıların yüzünü güldürüyorlardı. Bu derin tefekkürden aldığım derin sonuçlarla aydınlanıyordu yüzüm, kazılan kuyudan çıkan pınarla suya doyan toprak gibi sevince gark oluyordu şimdi içim.

Gözümü göl yüzeyinden kaydırıp tekrar bulutlara ve gökyüzüne yöneldim ama tefekkürüm hâlâ bitmemişti. Sonra ay nasıl ki gökyüzünde bulutlarla, yıldızlarla saklambaç oyunu oynuyorsa yeryüzünde de okyanuslarla ve denizlerle oynuyor, dalga dalga yayıyordu toprağa. ”Ya ay olmasaydı?” dedi sonra içimin derinliklerinden gelen bir ses. ”Ay olmasaydı ne olurdu biliyor musunuz, deniz kıyılarında su kabarıp dalgalar halinde karaya vurmazdı, gelgitler olmazdı, gece boyu koyu karanlık çökerdi, hayat karanlığın, ayazın, kışın ve soğuğun esareti altına girerdi. Her şey körleşip hayat ölürdü.” Hilal olmazdı, aylar olmazdı, diye düşündüm. Orucu neye göre, hangi zaman dilimini ölçü alarak bozacaktık. Hangi gezegen gecenin kandili olacaktı? Âşıkların ve şairlerin ilham kaynağı ne olacaktı? Gece yola revan olan kervanlar için hangi ışık aydınlatacaktı yolları? Çocuklar ay gördüm oyunu yerine hangi oyunu onarlardı ay olmasaydı?
İnsan fark etmese de güneşten sonra yeryüzünün en önemli hayat kaynağı aydır. İnsanın kendine en yakın bulduğu, o yüzden oraya ayak basıp orada hayat kurmak için hayaller kurduğu, umutlar beslediği tek gezegendir ay. İnsanın dünyadan sonra bitmek ve tükenmek bilmeyen umutlarla bağlandığı ay, hiçbir şartı olmayan, hiçbir şeye küsmeyen, ışıltılı zarafet ve letafet dolu en sadık, en güzel arkadaşımızdı. Çocukluğumuzda hep içimizi büyüleyen gece arkadaşımızdı ay, belki de yüreğimizin ikiziydi, bizim değil ama çocukluğumuzun çok sıkı, çok sadık bir oyun arkadaşıydı ay. Şimdi daha iyi anlıyordum bu gerçeği.

Sonra ürkeklikten sevince dönen gözlerimi bulutlardan ve gökyüzünden alıp yeryüzüne döndüm, balkonuma döndüm, kendime geldim tekrar. Belki bazılarına göre fazla duygusalım ama aslında çok duygusal biri değilim ben. Hayal gibi olsa da gerçeklik buydu işte. Ay muhteşem güzellikteydi bu gece ve hülyalarıma güç veriyordu. Parlayan ay ışıklarının içinde gece oluşumunu tamamlamayıp yarım gece olarak kalmıştı. Şimdi içimin karanlığına sığınıyordu gece. Bulutların sessizliğini, gecenin kalp atışlarını duyabiliyordum. Üçüncü katta bulunan balkonun altına kadar uzayan ağacın yaprak hışırtısını duyabiliyordum. Gece kuşlarının titreyişini duyabiliyordum. Gölün üzerinde uçan kelebeklerin kanat çırpışını, estirdikleri hafif esintiyi hissedebiliyordum. Dolunayla ve geceyle ve beyaz bulutlarla sessizce konuşabiliyordum.

Gecenin bu sakin ve sessiz vaktinde şehrin ışıklarına bakarak, derin hayallere dalarak, parlayan göl yüzeyine bakarak, göklere ve bulutların arasına dalıp dalıp çıkıyordum. Çocukluğuma gitmek ve sonunda tekrar dönüp balkonuma avdet etmek muhteşem bir hazdı. Bu duygulardan müthiş lezzetler aldım.

Sonra sessizliği ve sakinliği içime dolan bulutları ürkütmemek, dağıtmamak düşünce ve endişesiyle, temkinli bir adamın edasıyla yerimden kalkıp balkondan çıktım, içeriye girerken kalbimin dinginleştiğini, kanımın durulduğunu hissettim. İçimdeki o fırtınalı ve o kasırgalı rüzgârlar da durmuştu artık. Onların yerine ruhumun abislerinde ve kalbimin derinliklerinde huzur veren hafif bir esinti, ritmik bir hışırtı ve tatlı bir huşu vardı şimdi.

İsmail Okutan

Leave a Comment

İlgili İçerikler