0

Kuşluk vaktiydi. Cam kenarında oturuyordum. Amca oğlu Memet ayağında yeni ayakkabısı, elinde siyah çizgili topuyla koşarak avluya girdi. Yine nefes nefeseydi, bir süre soluklandı. “Sülüyman Sülüyman!” diye bağırdı. “Ben dere kenarına gideceğim. Anam sorarsa ‘arkadaşlarıyla çelik çomak oynuyor,’ deyiver. Ben söyleyince kızıyor, top oynamaya gittiğimi söyleme sakın!”

“Alleben Deresi’nin bucağındaki top sahasına mı gidin?”

“Evet, oraya gidiyorum. Bak, sakın top oynadığımı söyleme ha!”

“Tamam tamam, söylemem!”

Memet’in yuvarlak yüzünde gülücükler eksik olmazdı. Kısa boylu, tombul bedenine göre oldukça hareketliydi. Koşarken nefes alıp vermesiyle karnı patlamaya hazır bir balon gibi, bir şişer bir inerdi. Dönüp bana baktı. Acıdı sandım önce, ama o kimseye acımazdı ki! Kuyruğuna teneke bağladığı kedileri mi desem, çatal lastik ile vurup pişirdiği kuşları mı desem, hangi birini söylesem… Bir de bir bisiklet sürüşü var ki… Kilolu olduğuna bakmayıp Kültepe’den ta Ökkeş’in fırın kapısına kadar yokuş aşağı bırakır kendini. Anası Asiye Yenge ardından bağırır durur, beddua eder sürekli.

“Gebermeye gâvurun dölü, akşama baban gelir eve zaar!”

Yengem iyi kadındır, yemeği de çok güzel yapar. Sağ olsun beni hiç aç koymaz. Antep yuvarlamasının yanına pirinç pilavı da yapmıştı o gün. Anam hemen tepsiye koyup getirdi.

“Asiye yengen yapmış, Sülüyman yesin diyi,” dedi.

Baya lezzetli olmuştu yuvarlama. İştahla kaşıklarken anam yine söylendi:

“Mübarek bayram yuvalamasının tadını da bırakmadı… Her gün yapıyor. Eeee, deliye her gün bayram demişler!”

Yengemin beli hafiften kamburdur. Örgülü kuzgun karası saçları belinden aşağı sarkar, kocaman gözleri kara elmas gibi parlardı. Yanağındaki küçük gamzesi, yüzüne her zaman gülümseme havası verirdi. Yemek konusunda çok hünerliydi, ama anam… Belki de bu yüzden hiç sevmezdi yengemi. Eltiler arasında bitip tükenmeyen bir çekişme vardı. Anam hakkını da yemezdi yengemin, arada bir “eli lezzetli” derdi. Fakat ben söyleyince durum değişirdi. Bir gün fıstıklı kek yapmıştı yengem, öylesini hiç yememiştim.

“Sen yapınca böyle güzel olmuyor,” demiştim anama. Keşke demeyeydim…

“Bak hele! Ağam beğen mii anasının kekini, Asiye zillisinin yanık kekine tav oluyor.” diye gürlemişti bana.

Anam bana çok düşkündür. O talihsiz trafik kazasından sonra, babamı kaybetmemiz ikimizin de hayatını değiştirdi. Bu tekerlekli sandalyeye bağlı olmam da o yüzden…Keşke babam ölmeseydi! Ben yine koşup oynamayaydım, okula gidemeyeydim. Asiye yengem yuvarlama da getirmeyeydi. Anamın üzülüp ağladığını da görmeyeydim. Ama benim dememle bir şey değiştirmiyor ki.

Amcam evine ne getirirse bize de getirir. Şükür ki amcam bizi aç koymuyor. Fıstık tarlamıza da bakıyor, haçlık da veriyor. Her şeyimiz tamam, ama babam…

Birçok doktor dolaştıktan sonra, olumlu cevabı nihayet almıştık. Amcam, “Bu sene fıstık bereketli olacak… Oluversin de yeğenimi ameliyat ettireyim,” diyor.

Amcamın esmer yüzü buruş buruş olmuş, saçı beyazlamıştı. Çevrede sevilip sayılır, saygı duyulurdu. Babamı da pek severdi. Yengemle amcam bazen tartışır, sesleri bize kadar gelirdi. Anam, hep Asiye yengemi haksız bulurdu.

“Gudubet Asiye, yine adamın başının etini yiyor!”

Amcam sabırlı adam, yengeme el kaldırdığını görmedim. Böyle tartışmalarda çekip kahveye gider, tekrar eve gelince yengem de sakinleşmiş olur ve iş tatlıya bağlanırdı.

Memet, akşamüstü gizlice avlunun duvarını aşıp topu zulaya saklardı. Üstü başı perişan, toz toprak, çamur olurdu. Yengemin sesi yine yükselir,

“Dert tutmaya, üstündekileri daha sabah giydin. Hele bak ne hâle gelmişsin! Yine top oynadın değil mi?” diye söylenirdi.

“Yoo ana, çelik çomak oynadık.”

“Çelik çomakla olacak iş değil bu. Yalan söylemeyi de iyi bellemişsin, aferin sana. Hadi git, elini yüzünü yıka, üstünü değiş. Babası, sen de bir şey deyiver artık.”

“Ne deyim hanım, olan olmuş… Bırak çocuk top oynayıversin, ne olacak!”

“Maşallah, dediğin şeye bak. Baba oğul… Sizin hizmetçiniz mi var burda!”

Sofra serilir, yemekler yenir, çaylar içilir ve ortalık sessizliğe bürününce herkes uyumaya giderdi. Anam beni kaldırır, canımı incitmeden bir tüy gibi bırakırdı yatağıma…

Sabah gün aydınlanınca adı “Çivi” olan horozumun gür sesiyle uyanırım. Anam sabah ezanından önce kalkar. Paşa kahvaltımı hazırlar. İşlerini bitirir, tekerlekli sandalyemi yatağıma yanaştırıp çayını yudumlarken, Çivi’nin ötmesini bekler. Çivi ismini rahmetli babam koymuştu, hayvanları pek severdi. “Hayvanları sevmeyen insanları sevemez,” derdi.

Keşke o gün babama, beni arabayla gezdir demeyeydim. Bir yıl oldu. Arabası şarampole yuvarladığında beni korumasaydı, ben de ölmüş olacaktım. Bedenini bana siper etti. Ben nefes aldıkça anıları hep taze kalacak! Babam benim kahramanım…

***
Amcamın dediği oldu, fıstık iyi mahsul verdi. Anam, babam öldüğünden beri ilk defa bu kadar mutluydu. Doktor Müfit ameliyat için her şeyi ayarlamış, bütün ailem benimle hastaneye gelmişti. Biraz sonra ameliyata alınacaktım.

Artık ben de yürüyecektim. Alleben Deresi’nin yanındaki sahada top bile oynayacaktım. Bunları düşününce çok mutlu oldum. O an olay gözlerimde canlandı. Yüzüme keder çöktü, gözyaşlarımı tutamadım. Göğüs kafesim kalkıp iniyordu. Amcam dışarı gitti. Ardında da yengem kalktı. Boğazı düğümlenmiş gibiydi,” Dışarı gidim, biraz soluklanım.” dedi.

Anam, başımı göğsüne dayayıp eliyle gözyaşlarımı sildi. Anamın sıcak gözyaşları yanaklarıma çarpıyordu. Benim gözyaşlarımı silecek anam vardı. Onunkilerini ise silecek hiç kimsesi yoktu…

Kazım Demir

Leave a Comment

İlgili İçerikler