0

“Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez”

Meşhur bir teşbihtir. Âşıklar pervaneye, sevdikleri ışığa benzetilir. Bu yüzden ben ne anlatırsam bu yazıda, hangi hâlden söz edersem bilinsin ki her biri pervaneye değil âşığa dairdir. Pervane acz içinde ışığa baktı. Onu aciz kılan içindeki, sonsuz bir ateşe benzeyen aşktı. Pervane dışındaki ateşten değil içindeki ateşten yanmaktaydı. Eğer bu kadar âşık olmasaydı öylesine aciz, öylesine hayran kalmayacaktı. Acziyeti ve hayranlığı onu divane kılmayacaktı. Geçmişini unutarak, gelecek hayallerine gözlerini kör ederek pervane, sevdiğini yakından görme sevdasına râm olmayacaktı.

Kimilerince pervane acınacak bir varlık zannolunsa da aslında kâinatın belki de en şanslı mahlûkudur. Yandığı için acıyınız ona. Fakat kendisine, daha değerli bir nesnenin yaratılmadığından emin olduğumuz aşk bahşedildiği için gıpta ediniz. Hangi sevabı işledi bu zavallı fakat aynı zamanda mucize varlık? Hangi başarıya imza attı? Ki gelince cümle dertlerin son bulduğu aşka layık görüldü.

Şairlerin “şeyda” dedikleri bülbülden daha da çılgındır pervane. Dikenden çok daha tehlikeli bir katili olduğu halde vuslattan kaçınmadığı için. Üstelik bu katil aynı zamanda sevgilisi, sebepsizce gönül verdiği varlık olduğu halde, yanacağını göre göre, öleceğini bile bile attığı için kendisini sevgilisinin mahalline. Son bir kez yaşamasının ve ölmesinin tek sebebi olan ışığa baktığında, pişmanlıktan eser olmamalı onun maddeten küçük manada kocaman olan kalbinde. Budur çılgınlığın tam olarak tarifi.

Bülbül gibi feryat etmez pervane. Sessizce çeker çilesini, sessizce keyfini sürer pahasız aşkının. Ölmeden önce ölebilmek yeteneğine sahip olduğundan daima susar. Yanarken bile “Yandım!” demez. Sağlıklı her göz onun hâlini görür, işleyen her akıl onun küle dönüşüne şahitlik eder de o söylemez hiç kimseye yandığını. “Yandım!” deyip figan eylemek ancak şairlere ve bülbüllere mahsustur.

Şu âlemde yaşayıp her dem sefa sürmüş birçok insan var. Sefası çok cefası yok bir hayat nimet kabilinden gelebilir belki de bizlere. Oysa “Ol mahîler ki derya içredir deryayı bilmezler.” misali sefada pişmeyi bilmeyenler bir ömür boyu çiğ kalırlar. Pervane öyle midir ya? Cefası onun hem mürşididir hem de ocağı. Bu mürşitle pişer ha, pişer, pişer… Bu ocakta yanar ha, yanar, yanar… Yandıkça susar, sustukça yanar. Sonra da kendi nefsinden başkasıyla zoru olmayan muhteşem ve mübarek bir varlığa dönüşür. İşte bu yüzden pervanenin duası makbul olsa gerek. Hatası, cürümü bulunsa bile.

Cesur bir varlık olarak görürüm pervaneyi. Cesaret kimde olur? Hem cahilde hem ârifte hem de aklını esen yele terk etmiş bir pervanede. Cahil, ateşten korkmaz çünkü tehlikesinden bihaberdir. Yaklaşırsa yanacağını bilmez. Zehirli bir yılanı oyuncak sanıp eline alan çocuk gibi… Ârif, ateşten korkmaz çünkü ancak ateşte pişebileceği hakikatine vakıftır. Pişmek uğruna yanmayı göze alır. Fedakârlık yapmadan nimete kavuşamayacağını fark eder. Peki ya pervane? Hangi akla hizmet ateşe atar tatlı canını? Oysa o, ne cahil gibi habersizdir olacaklardan ne de ârif gibi hesabını kitabını yapmıştır yanmanın. Sadece âşıktır o. Âşık olduğu için de divane.

Fazlasıyla akıllı insanlar âşık olamazlar gibi geliyor bana. Bu aşk ister ilahi olsun – ki ne kutsaldır o- ister beşerî. Fark etmez. Hassas ve yabani bir kuşa benzer aşk, her gönle konmaz. Üstelik öyle büyük, öyle ağır bir histir ki her gönle sığmaz. Bazı gönüllerde yer bulsa bile kendisine aşk, akıl onu kovalar. “Başka diyarlara git. Burada ben varım. İkimiz bir yerde eylenemeyiz” der. Kurdu düşünün bir kez. Kurnazlığıyla tanınır. Güzeller güzeli kuzuya âşık olur mu hiç? Eğer âşık olursa kuzuya, onu kıyıp da yiyebilir mi?

Çaresizliğine ağlarım bazen pervanenin, darda kalmışlığına. Işığın cazibesine kapıldığı için çaresizdir o. Ölüme ve yanmaya koşarken çaresizlerin en çaresizidir. Farklı bir ihtimal gelmez aklına yanmaktan başka. Kavuşabilmek için yanmak, sevdiğiyle aynı varlık olabilmek için ölmek yegâne tercihtir pervaneye sunulan.

Pervane yanar yanmasına ya aşkın gerçek anlamını ve değerini ancak o bilir. Gösterdiği fedakârlık onun gözlerini bambaşka renklere karşı duyarlı kılar. Bambaşka diyarları görmesini sağlar gözlerinin. Bizim ağladıklarımıza ağlamaz pervane, bizim güldüklerimize gülmez artık. Gündelik meraklarımız onun gönlünün kapısını çalmaz. Yaralanmaz bizim yaralandıklarımızla, sağlık bulmaz bizim şifa bulduklarımızda.

Pervane için vuslat ve ölüm eş anlamlıdır. Bu yüzden ölümü bir son olarak görmez. Bu yüzden ölümden korkmaz. Ölüm gecesini Şeb-i Aruz diye adlandıran Mevlâna pervaneliğini ispat eder bu tespitiyle. Pervane ölmekten tarifi imkânsız bir haz alır. Hasret de güzeldir onun için kavuşmak da. Tahammül etmeyi de sever o, yâre doğru yürümeyi de. Bulmanın hikmetini de kavramıştır aramanın da. Aksi takdirde bu kadar gözü pek, bu kadar kararsız ve bu kadar boş vermiş olabilir miydi ölümün karşısında?

Sabrın, şükrün ve zikrin timsali olmak için cihana gelmiş pervane. Severken ve sevdiğinin etrafında dönerken sabreder o. Sabrettikçe olgunlaşır. Etrafa bambaşka bir pencereden bakmayı öğrenir. Onun penceresinden bakıldığında düşmanlık yoktur. Sadece sevmek vardır hem de karşılık beklemeden. Kanatları havada pır pır ettikçe, yüreği göğsünde dalgalı bir deniz gibi kabardıkça sevdiğini zikreder pervane. Böylelikle onu gören herkes sevdiği varlığı hatırlar. Yangına düştüğünde ise şükreder pervane. Başkaları için felaket olarak bilinen son, onun için hasretle beklenilen, ulaşmak hayalleri kurulan bir menzildir.

Aşkı maddede arayanların değil, manada arayanların dostudur pervane. Onun fedakârlığı, bedenden uzak bir diyarın meyvesi olan müptelalığı, kendinden geçmişliği tuhaf görünür dünyaya madde penceresinden bakanlara. Bu yüzden olsa gerek ancak tasavvufla bir parça da olsa yakınlık kuran şairler pervane teşbihinden yararlanırlar şiirlerinde.

Kâinatta değişmez hakikatlerden birisi de aşkın hudut tanımaz değeri. Yunus’un “Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun” derken sözünü ettiği bal ilahi aşkın ta kendisidir. Zira Hakk’a âşık olan kullar “Hu” deyip dönerler. Hak aşkıyla yanıp, Hak aşkıyla sönerler. Dünyanın nimetlerine dönüp bakmadıkları gibi ötelerdeki vaatler için de çaba sarf etmezler. Onların tek bir emeli vardır. Yâr’e kavuşmak.

Işığın ne olduğunu tam olarak bilmek için daha da çok yaklaşmak gerekir ona. Pervane misali ışığın içine kendini atmak, onda yok olmak gerekir. Hakikati bulabilmenin birinci koşulu yanmak olmalı. Bu yüzden yanmak pervanenin alnına ezelde yazılmış. Yazılanın tecelli etmesinden ibarettir onun için vuslatın halesiyle tutuşmak. Kavuşmak hasret çekmekten daha zor geliyor olmalı ona.

Pervanenin zerre kadar bedenine hapsolup kalmış kürelere eş bir telaşı var. Bu telaş ince bir sızı bırakır benim yüreğimde. Oradan oraya vurur kendisini pervane, ışığın etrafında döner durur ölmeden biraz önce. Acele bir işi varmış gibi hızlı, kavuşamamaktan korkuyormuşçasına endişelidir son anlarında. Duadan ve sevdiğini zikirden vaz geçmeden hem de. Bu yüzden her pervanenin önünde selam durmak gerekir belki de.

Hatice Eğilmez Kaya

Leave a Comment

İlgili İçerikler