SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
DOLUNAY TUTTU BU GECE ELİMDEN
Yalnızlıktan canım sıkılıyordu gecenin içinde. Yerimden kalkıp balkonun loş karanlığına doğru yürüdüm. Kendi içimden çıkıp balkonumuza komşu olan parkın ağaçlarına doğru baktım. Bulutlar gökten çekilip gidince, dolunay göründü karşımda. Bana doğru baktı. Göğsüme bir serinlik, içime bir esenlik indi. Şehir lambalar ile ışıl ışıl olmuş. Yukarıdan bakınca vadinin karşı yamacında yer ile gök birleşmiş. Işıkların bittiği yerde yıldızlar başlıyordu görünmeye. Sonra ben oradan itibaren uçup gidiyordum ötelere, sonsuzluğa dalıyordum.
Kuşların kanat çarpışları ve kelebek çırpınışlarıyla doluydu karanlık.
Kalbimin penceresi açık duruyordu. Dolunayın ışığı vuruyordu duvarlara. Gökyüzüne asılı lamba olan benim dolunayım, benim dağlarımı aydınlatmakta idi. “Elimi tut, beni de yanına al.” diye ağlamaklı, yalvarmaklı bakıyorum boynumu bükerek. İçime yağmur gibi dolup sel gibi boşalıyor gelen bir yalnızlık… Dolunayın dağlarıma, ağaçlarıma, amaçlarıma, yamaçlarıma, yoncalarıma, goncalarıma vuran şavkını izledim, ayakta sabit kalarak.
Sonra bir şimşek çaktı, birden geceyi anlattı. Bir şüphe kaydı içime. Bir kaygı çıktı içimden. Her şey parlıyor, ortalık havai fişek gibi oluyor birden. Gökten havai fişekler atılıyor sanki. Sahi, göğün hangi katmanından atılıyordu bombalar. Peş peşe atılan ışık bombalarının içine düşmüştüm. Sonra bir yıldız kayıyor, bir yıldız daha, bir yıldız daha. Dolunayın ışığında kayboluyor, dolunay boğuyor yıldızları.
“Ben gitmeliyim, dönmeliyim ama nereye?” diyorum. Sonra odama diyorum, evime diyorum, içime diyorum, kendime diyorum, kalbime diyorum, gerçeğe diyorum, hakikate diyorum sonra. Evet, yıldızlara diyorum, güneşe diyorum, yağmura diyorum, diyorum, diyorum işte. Susmuyor kalbim. Dolunaya uzatıyorum elimi. Yetişti, ha yetişecek. Eyvah bir bulut girdi aramıza, umutlarımı alıp götürdü, dolunay gizlere kaçtı, ben izlerini arıyorum.
Elini tutmak, ona dokunmak için ne yapmak gerekiyordu? Haydi diyorum sonra. Bir güvercin ol ve uç dolunayın yanına. Bu barbar çağı kapatıp yeni bir çağ aç, yeni bir çağı yakala kalbinden, kalbinden yakala, yeni ve parlak, vicdanlı ve izanlı bir çağı. Yeni bir sevgi çağı başlar mı, alır mı bizi de içine yeni bir sevgi çağı?
“Eli boş dönme sakın,” diyorum kendime yavaşça. Çocuklardan utanırım sonra boş dönersem, dolunayın yanından. Onlara gök hediyeleri getirmeliyim. Kaç saat bekledim bu minvalde. Kaç saat geçti aradan böyle, bilemiyorum. Bulutlar gitti, dolunay gitti, gece bitti, ardından sabah oldu, şafağı ayakta karşıladım. Sokak lambaları söndü. Karanlığın içinden birkaç kedi atladı kaldırıma. Parktaki ağaçlar yavaş yavaş uyanıp selam verdiler dallarındaki kuşlara.
Sonra gün yeni bir telaşla başlıyordu. Şehir, yeni seslerle uyanıp yeni heyecanlar bekliyordu. Yeni olaylar, yeni çağıltılar, yeni çağrışımlarla başlıyordu yeni gün. Şehir ne yapacaktı bu yeni günde? Köprülerin altında, kaldırımlarda, parklarda yatan, üşüyüp titreyen yuvasız çocuklara ne yapacaktı? Üşüyüp titreten yuvası dağıtılmış kuşları nasıl koruyacaktı bilemiyordu? Yavrularını bırakıp göçmeyen kuşları ne yapacaktı? Hangi insan yıkıntılarını onaracaktı? Medeniyete hasret kalmış zamanı hangi gün kurtaracaktı, nasıl aydınlatacaktı?
Garip, safir bir zaman geçiyor içimden. Şafak vaktinde fark ediyorum ki gökte bir zaman makinesi var. Yönünü çevirip geriye doğru sarıyor zamanı, sarıyor, sarıyor, geçmişe götürüyor beni. Birlikte sevinç ve mutluluktan uçtuğumuz o çocukluk zamanlarına. Her anı gizemle, her anı güzellikle, her anı çağrışımlarla, çağrılarla dolu zamanlara götürüyordu beni. Fezanın güzelliği ve boşluk duygusu doluyor içime. Derken belli bir belirsizlik ansızın karıştı duygularıma. Yudum yudum içtim hasretini o günlerin. Hissetim içimde o günlerin içindekileri.
O bulutlara girip garip bir yolcu olarak damla damla dönmek istiyorum, dönmek istiyordum o eski zamanlara. Biliyorum kimse anlamayacak beni. Dolunay tuttu bu gece elimden. Dolunay tuttu elimden bu gece. Sabaha ulaştım. Yeni bir güne çıktım. Dolunay mı, gök mü, bulutlar mı, kim anlayacak beni? Sonra şafak söktü, zamana sadakatle. Gün aydınlandı, güneşe sadakatle. Az sonra güneş de yükselecek, sıcak bir samimiyetle. Ben hayata karışacağım eski minval üzerine.
Uzak tepelerin göğe bakan ufkunda sarı ile mavi birbirine karışmış bir boşluk göründü, göğsüme bir ferahlık doldu. Sonra kalkıp dışarıya çıktım. Hızla ve hınçla yürüdüm, modern çetelere karşı bir isyan besleyerek, bir ateş tutuşturarak içimde.
İsmail Okutan