0

SEVİYOR SEVMİYOR

Geçen bahar mıydı, papatyalar kaplamıştı tüm kemikli çayırı. Kocaman hasır şapkam, rengârenk etekliğimle her zaman yaptığım gibi çimenlere oturmuş, papatya falına bakıyordum.

“Seviyor, sevmiyor, sevi…”

“Yolmasana papatyaları, yazık çiçeklere.”

Ağaca yaslanmış, uzun boylu, Alain Delon’a benzetiyorum, özellikle gözlerini. Seviyor mu gerçekten de, bir yaprak daha koparıyorum. Çayır birden hareketleniyor, süslü Türkan geçiyor. Süzüyor benim Alain’i mi, o da bakıyor arkasından.

Sevmiyor işte!

Denizin kenarında ıhlamurumu içiyorum, içimden bir ses geçen bahar değil, çok çok önceydi o çayırda fal bakmalar, diyor. Evde de aradım aradım bulamadım hasır şapkamı… Susturuyorum o sesi. Geçen bahardı işte. Şapkayı da nereye kaldırmışsam bulacağım. Mart ayındayız daha çok var sıcaklara. Ihlamuru kavrayan ellerime takılıyor gözlerim, buruş buruş… Benim ellerim olamaz bu eller. Gülay görünüyor ufukta, ne kadar da telaşlı, hoş o hep telaşlı…

“Nasıl çıktınız evden aklım almıyor, insan haber verir.  Hastaneden geleli daha iki gün oldu, zatürre mi olmak istiyorsunuz?  Bu soğukta deniz kenarında…”

Mavi el örgüsü şalıma sıkı sıkı sarılıyorum. Yumuşacık, ben mi örmüştüm?  Gülay soğuk deyince üşüdüm birden. Gelmese hiç soğuk falan etkilemiyordu beni. Büyüyü bozdu yine telaşlı kadın.

Neredeyse sürükleyerek beni eve götürüyor. Gitmek istemiyorum ben eve, dört duvar arasına.

Nilgün Hanım kızarmış, niye kızsın, deniz sevgimi bilir o benim.  Boğazda yüzerdim hep, her yaz, bilir çok iyi bilir.

Astım iyice suratımı, komedi filmi seyrederiz evde, “size salep yaparım” diyor Gülay.  Gülmüyorum ki ben o eski filmlere… Komik hiçbir şey yok, hiç gülemiyorum ki ben artık.

Karşıya geçtik, denize sırtımızı döndük, yüksek yüksek binalara doğru yürüyoruz. Ahşap evim vardı benim aşı boyalı, bahçesinde manolyalar, mor salkımlar… Nerede evim? Asansöre doğru çekiyor Gülay. Onuncu kata basıyor. Hapishaneye hoş geldiniz.

Kemal Sunal filmi seyrederken uyuyakalıyorum, yani Gülay öyle sanıyor. Telefonu ile oynamaya dalınca da fırlıyorum. Asansör şansıma hemen geliyor, nefes nefese sahile ulaşmaya çalışıyorum. Vapurları gördüğümde içim açılıyor, aceleden terliklerle kaçmışım, şalım bile yok yanımda. Çok üşüyorum.  Ihlamur istesem çaycıdan, param yok ama sonra öderim. “Gülay’a sahilde olduğunu demin kim haber verdi, çaycı olmasın?” diyor içimden bir ses. Çaycıya görünmeden vapur iskelesine sığınıyorum.

Sarı bir kedi yanaşıyor yanıma, miyav, miyav…

“Ah param olsa simit alsam, sana da versem sarmanım benim.  Ah!”

Çayırda bulmuştuk, yavruydu o zamanlar, küçücük, ıslak, korkmuş bir yavru. Ah sarmanım benim, mırıl mırıl kucağıma oturdu yine. Nerelerdeydin sarmanım ne özledim seni. O hayırsız yok ama sen varsın sarmanım. Ne özledim seni.

Gülay’ın telaşlı topuk sesleri… Eyvah, özgürlüğüm yine elden gidiyor… Eyvah…

Işın Güner Tuzcular

Leave a Comment

İlgili İçerikler