BULUTLARI YIKADIM Penceredeki buğu silinmemişti haftalardır, bir elin izi gibi duruyordu, yıllar öncesinden kalmış, zamanı unutan bir parmak gibi, camın kenarına kazınmıştı. Buğu,...
AT MEYDANI
Parmak aralarında, henüz yere bırakıp çatlatmayı başardıkları yaban kestaneleriyle dedelerinin, kendi halinde otlamaya çalışan yılkıları hâlâ izlemekte olduğunu yeni fark ettiler torun kargalar. Onlar da daha dikkatli bakıyorlardı şimdi yılkılara ama dikkatlerini çeken farklı bir şey göremediler. Yılkı, yılkıydı işte; kimi yaşlanmış kimi zayıflamış kalınca bacaklı, bazılarının yüzlerinde yara bere izleriyle otlayan aynı yılkılardı.
Dedeleri içli bir ‘’gak’’ çektikten sonra;
“İbrahim Bey yaşasaydı böyle mi olurdu bu hayvanların ahvâli? Hey gidi İbrahim Bey hey!” sözleri döküldü gagasının arasından.
Türünde ender görülen asrı geçmiş ömrünü, Saraybosna semalarında kanatlandırdığı ilk yıllarıydı yaşlı karganın. Çiftliğinde, doğaya bırakılmış eğitilebilecek yılkıları da değerlendirip at ticareti yapan İbrahim Bey, halkından sonra devletinin de güvenini kazanmış ve Osmanlı birliklerine at yetiştirir olmuştu. Saraybosna’nın bağrında akan Mlijacka Nehri’nin hemen yanında, Hünkâr Camisi’nin aşağı tarafında kalan bu geniş alanda, atlar alınır satılır, şenlik zamanındaysa yarıştırılırdı.
Gel zaman git zaman rejim değişti. Değişen rejime atlarını ne satmak ne de vermek isteyen İbrahim Bey’in tutumu rejimce isyan kabul edildi ve bir akşam vakti evinden at meydanına asılmak için götürüldü. Götürülürken, kardeşi Alija’dan (Aliya) tek isteği vardı İbrahim Bey’in. Çocuklarına kendi çocukları gibi bakması, onları koruyup kollaması. Asırlık karga, kuzgun olabilecek kadar geniş gövdesini kanatlarıyla içine çekerek küçülttü, küçülttü ve göğün boşluğunu sarsan o zamanki haykırışıyla yine gakladı.
At Meydanı’nda sallanan İbrahim Bey’in akıbetini, dakikalarca göğünde, gaklayarak kanat çırparak diğerlerine haber vermek istemişler sonraysa birlikte, yaslarını tutmak için sükûta konmuşlardı.
Güç bulsa da diyebilseydi, şimdi onun torunlarının, bu meydanda, atlarıyla her yıl ta Travnik’e yakın bir kasaba olan Karaula’ya kadar, dualarla, beş yüz yıl kadar önce şereflendikleri dinlerine vesile olan Horasan erenlerinden Ayvaz Dede’yi anmaya gittiklerini. Ah güç bulabilseydi de diyebilseydi.
Torunlarının yaban kestanesi çatlatma talimlerini izlemekle yetinecekti şimdi. Daha sonra anlatacaktı onlara, daha sonra…
Ahu Cetres