0

BİR HANDAN İPEKÇİ FİLMİ: ÇINAR AĞACI

Uyan Anne!

Aile denince akla bir çınar ağacı gelir. Çınar ağacı; güçlü yapısı ve upuzun boyuyla meydan okur doğaya. Dili yoktur ama her bir dalında farklı hikayeler yer alır. Uzun yaşamasının sırrını köklerinde yaratır. Geçmiş ve gelecek ondan sorulur. Bir çocuk geldi mi dünyaya, uzun ömürlü olması için çınar ağacı dikilir. Böyle bilinir, böyle anlatılır. Handan İpekçi de, aileyi tanımlamak için çınar ağacını bir metafor olarak kullanır filminde. Filmin ismi de bu metafordan gelir.

Adviye Hanım, bir annedir. Ailenin baş reisi, sımsıcak hikâyesiyle oradan oraya çınar ağacının yapraklarının savrulması gibi savrulur. Emekli öğretmendir ve yaşlanmıştır. Yaşlanmanın vermiş olduğu ağırlık dört evladının kapısında buldurur kendisini. İki kızı ve iki oğlu vardır. Bir bakımevine verilmesi gerektiği hususunda bu dört evlat bir araya gelmiştir. Değerli eşyası, gramofonu ve Atatürk portresi, onunla birlikte kapı kapı gezmektedir. Son kapısı bir bakımevi olurken, içinde taşıdığı hüznün dışavurumuyla kalp krizi geçirir bakımevine verildiği akşamın ilk saatlerinde. Bütün çocukları korkar. Torunları dahi onun iyileşmesi için dua eder. Çünkü o ailenin köküdür. O giderse artta ne aile kalır ne de bir aile. Adviye Hanım’ın lakap takıntısı olduğunu söylemeyi unutmuşuz. Sevdiklerine, sevmediklerine bir isim takarak başlar sözlerine.

Büyük kızı Ferihan’ın eşinin ismi Hıyar’dır. En küçük kızı Tekne Kazıntısı, Tekne Kazıntısı’nın eski eşi Keskin Sirke’dir. Bir de torunu vardır ki; tatlı dilli, sevecen, mavi gözlü ve anneannesi ile güçlü bağlar geliştiren Barış. En çok anneannesine bir şey olma korkusunu içinde taşıyan torun, Barış’tır. Adviye Hanım yaşlıdır yaşlı olmasına ama bir yanı da hep Barış gibi çocuktur. Çocuklar gibi şaka yapmayı sever, salıncakta sallanır, uykusu geldi mi hemencecik uyuyakalır.

O gece, krizin gelişi Adviye Hanım’a ölümü hatırlatır. Ölmek, hiç kimsenin aklında yoktur ama o mutlaka bir gün öleceği hissiyatını bakımevinde geçirdiği kalp krizinden sonra anlamıştır. Çocuklarının hepsi de birer iyilik perisine dönüşmüştür. Aslında herkesin bir kusuru vardır. En büyük oğlu Uğur, borç batağına batmış, en küçük oğlu Murat ise sünepe bir adam olmuştur. Kızları desen, birisi boşanmış, diğeri eşi tarafından aldatılmıştır. Her çocuğunun derdi kalbinde yer etmiştir Adviye Hanım’ın. Ama o çocuklarının sorunlarını dinleyip anlamaya çalışmıştır.

Hüzünlenmemek elde midir ki? Bir çınar ağacı olmak kolay değildir. Her dalını ayrı ayrı düşünür, rüzgârın esintisi mutlaka bir parçasını da alıp götürür. Bu ailenin pazar günü gidilen piknik hatıraları ise çınar ağacının altında yapılır ve etekteki taşlar çınar ağacına dökülürdü gramofonda çalan şarkı eşliğinde. Adviye Hanım çocuklarının ısrarlarını hiçe sayarak bakımevine geri döner. Vasiyet yazdırır ve eve dönmemeye karar verir. Tekne Kazıntısı dediği kızı bir gün yanına uğrar ve eve dönmesi için annesine yalvarır. Oysaki, annesini başından savmak isteyen odur. Bir annenin yükü omuzlarına ağır geldiğinden istemişti bunu. Değişen ne olmuştur peki? Değişen bir annenin değerini anlamak olmuştur. Bir çınar ağacının değeri ancak onu kaybetme korkusu yaşandığında anlaşılmaktadır. Tekne Kazıntısı da, annesinin değerini ancak ona zamanında gösterdiği değerden anlamıştı. Adviye Hanım eve geri döner ve döndüğü günün ortasında kalp krizi geçirerek veda eder bu aleme yanında o çok sevdiği torunu varken. Koltuğa uzanır ve gözlerini yumar. Uzun ömürlü ağaçların da sonu varmış meğer. Arkada bırakılan çocuklar ve bir de gramofonun sesi kalmıştır geride.

Handan İpekçi, Türk sinemasına gönül vermiş kadın yönetmenlerimizden birisidir. 1956 yılında Ankara’da doğmuştur. Gazi Üniversitesi Basın Yayın Meslek Yüksek Okulu Radyo Televizyon Bölümünden mezun olmuştur. Okuduğu bölümden de anlaşılacağı üzere sinema ile tanışıklığı okul yıllarına dayalıdır. İlk olarak TRT’de çalışmaya başlar ve 1994 yılında çekmiş olduğu “Babam Askerde” filmiyle çok ses getiren bir yapıma imza atar. 12 Eylül darbesini çocukların gözlerinden anlattığı bu filmiyle sinemada bir şeyler anlatmaya çalışan ekole dahil olur. En büyük çıkışını “Büyük Adam Küçük Aşk” filminde yakalar. Küçük bir Kürt kızının hikâyesini anlatır İpekçi ve Antalya Film Festivalinden Altın Portakal ödülüne sahip olur. 2006 yılında “Saklı Yüzler” gelir ve 2011 yılında “Çınar Ağacı”.

Çınar Ağacı” filmi bize aileyi anlatır. Ailenin ne demek olduğunu. Çınar ağacının yaprakları; ev, huzurevi, hastane olur. Yaprakları oradan oraya savrulur, evlatların savrulduğu gibi. Aile yaşantılarımızın unutulmaya yüz tuttuğu 2000’li yıllar. Eski geleneklerin yavaştan kaybolmaya başladığı bu yıllarda, anneler evlatlarına yük olmaya başlamıştır. Bir çocuk gözü filmde bunları anlatır. Bir de filmin sonunda arka fondan bir şarkı çalar ki, izleyiciyi duygusal atmosfer içine sürükler.

Aile ne demektir? Neden bir aile kavramını geleneksel ve modern olmak üzere iki temel üzerinde inceleriz? Aile; anne, baba ve çocuklardan oluşan bir kurumdur. Bu kurumda, sevgi de vardır, hüzün de. Bir olmak da vardır, ayrılmak da. Aile ne ifade edebilir ki? Belki de bir hiçtir, belki de çok şey. Filmler birer kurgudan ibarettir ama toplumun gerçekliğini en güzel anlatan sanat olarak da öne çıkarlar. Bir anne ya da bir baba, ailenin otoritesini elinde bulunduran güçtür. Bu otorite, çocukları büyüyene kadar gücü elinde bulundurur. Otorite zayıflayınca ne güç kalır ne de çocuk. Çocuklar büyüdüğünde, anne ve babalar birer çocuk olurlar ve döngü terse döner. Ailenin otoritesi çocuklara geçer, anne ve baba hakkındaki kararlar onlardan sorulur. Geleneksel aileler birbirine bağımlıdır, bağımlı olmasının yanı sıra sevgi ve saygı içinde yetişir tohumlar. Modern aileler, bireyi önemser. Herkes kendi başının çaresini bakmayı bilmelidir. Modernlik, ayrılıktır. Kırk yılda sorulan hatırlar ve içilen kahveler. Ne bir arada var olunur ne de bir arada yaşanılır. Bireysellik daha ön planda görülür. 2000’li yıllardan sonra geleneksel aile anlayışı zamanla değişmeye başlamıştır. Bu değişimi kimi modernizme bağlamış kimi de postmodernizme. Anne ve babalar, çocuklarını yetiştirirken bin bir zorluklardan geçerler. Çocuklar büyüyünce anne ve babalarının zorluklarını çekemez hale geldiklerinde modern aile olurlar. Gelenekler geride kalmıştır.

Adviye Hanım da, modern bir kadındır. Dört çocuk yetiştirmiş. Bu dört çocuk, bir bakımevine verilmesi gerektiği konusunda bir çınar ağacının gölgesinde toplanmıştır. Bu gölge, birçok hikâyelere şahit olmuştur; ayrılıklara, aldatmalara, hüzünlere ve acılara. Bir kalp krizi. Gerçekleri ortaya serer. Bir kaybediliş hissiyatı, değeri öğretir. Ama hayal kırıklığı bir yaşlı annenin yüreğinde leke misali kalsa da, Adviye Hanım’ın dediği gibi; “Ağaca balta vurmuşlar, sapı bedenimden demiş”.

Kübra Erbayrakçı

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler