SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
O sabah aydınlık bir günle uyandı Mavi Uçurtma. Uzun süren kış günleri nihayet bitmişti. Bahar gelmiş, meralar yeni doğmuş kuzulara bezenmişti. Ağaçlar çiçeğe durmuş, şen çocuklar kendilerini çimenlerin üzerine atıvermişlerdi. Doğa yeniden yeşermiş, beyaz bulutlar gökyüzünü kuşatmıştı.
Mavi Uçurtma her zamanki yerinde, tavan arasında sahibini bekliyordu. Her baharın gelişinde Cüneyt onu alır, yüksek tepelere götürür ve oradan da onu gökyüzüne bırakırdı. Rüzgârda uçma konusunda ustalaşan Mavi Uçurtma geniş kanatlarını açar ve o çok sevdiği uçma keyfini doyasıya yaşardı.
İşte bu sabah da o bahar sabahlardan biriydi. Cüneyt koşar adım gelmiş, Mavi Uçurtmayı aldığı gibi dışarı çıkmıştı. Cüneyt’in koltuğunun altından dışarıyı gözleyen Mavi Uçurtma;
“Oh hava ne kadar da güzel. Hem de rüzgârlı.” dedi. “Bütün gün gökyüzünde uçmak gibisi var mı?”
Cüneyt’in kollarında giderken Mavi Uçurtma etrafına baktı. Burası her zamanki uçtuğu yere hiç benzemiyordu. Geniş kırlıklar gitmiş, ağaçlar kesilmiş, yerlerine büyük binalar dikilmişti. Mavi Uçurtma dehşete kapıldı. Küçücük bir kasabada bu kadar çok bina, kısa sürede, nasıl olup da inşa edilebilirdi? Oysa geçen yıl buralar böyle değildi. Aklı almadı. Etrafına baktıkça bu değişiklik karşısında üzüntüye kapıldı. Bütün uçma isteği bir anda gitmişti.
Cüneyt her zamanki tepeye geldiğinde Mavi Uçurtmanın kalın ipini açmaya başladı. Büyük bir esinti bekledi. Rüzgâr hızlanınca Mavi Uçurtmayı göklere saldı.
Gökyüzündeydi artık. Kuyruğunu sallıyor gelen geçen kuşlara gülümsüyordu. Ne kadar da özlemişti uçmayı. Mavi Uçurtma gökyüzünden yere baktı. Onlar da neydi öyle? Büyük binalar her yerde mantar gibi çoğalmışlardı. İş makineleri, şantiyelerden yükselen dumanlar… Neredeydi o güzelim boş tepeler? Yeşil ağaçlar ve onların dallarında uçuşan minik serçeler… Ya çocuklar… Çocuklar da ortalıkta görünmüyorlardı. Üzüntüsü bir kat daha arttı. Gözyaşları olsaydı eğer mutlaka ağlardı. İçi acıyor, kuyruğu sağa sola yalpalanıyordu. Mavi Uçurtmanın kolu kanadı kırılmıştı. Derken karnına bir ağrı girdi. Ağrı bütün kuvvetini kesmişti. Daha fazla uçamayacağını anladı. Kendini rüzgârın gidişine bıraktı. Artık rüzgâr onu nereye sürüklüyorsa oraya gidiyordu.
Önüne bir gökdelen çıktı. Devasa binanın tam tepesindeki direk de neydi öyle? Dikkatlice baktı. Evet anlamıştı. Bu paratonerdi. Paratoner, insanların yaşadıkları binaları yıldırımdan korumaya yarayan ve yine insanlar tarafında icat edilmiş bir cihazdı. Havada bir çığlık attı.
“Çarpıyorum. İmdat! Kurtarın beni!”
Büyük gökdelenin çatısına yerleştirilmiş paratonere kuyruğu takılmıştı. Kurtulmak için kendini zorladı. Zorlandıkça daha da saplanıyordu sanki. Çırpınışları fayda etmedi.
Cüneyt de aşağıda uğraşıyordu. Koştu, koştu. İpi çevirdi, rüzgârı bekledi. Akşama kadar debelenip durdu. Ne kadar uğraştıysa bir türlü Mavi Uçurtmayı kurtaramadı. Çevresini saran binalar rüzgârın hızını kesiyordu, bu yüzden Mavi Uçurtmayı kurtaramamıştı. Artık yorulmuştu Cüneyt. Mavi Uçurtmanın ipini koparıp büyük bir üzüntüyle evine döndü. Bir çocukluk arkadaşından, en güzel günlerini oynayarak geçirdiği Mavi Uçurtmasından ayrılmıştı artık.
Karanlık çökmüş, herkes evine gitmişti. Paratonere saplanan Mavi Uçurtmayı karamsar düşünceler aldı. Burada günlerce asılı kalacak, yağan yağmura, kara, soğuğa, güneşin kızgın ışıklarına maruz kalacak ve böylece çürüyüp gidecekti. Bitip tükenmek, şu güzelim dünyadan çekip gitmek istemiyordu.
Tavan arasında kalmak, her baharda Cüneyt ile birlikte boş kırlara uzanıp, engin gökyüzünde uçmak istiyordu.
Mavi Uçurtma gökte yavaş yavaş beliren yıldızlara baktı. Şimdi onlara uçmayı ne kadar da isterdim, diye mırıldandı.
Hafif içi geçer gibi oldu. Derken büyük bir martı paratonerin en uç noktasına konmuştu. Mavi Uçurtmayı bir sevinç aldı.
“Hey Martı! Sana sesleniyorum. Baksana.”
Martı sağa sola bakındı. Şaşkın bir halde sayıkladı:
“Bu sesler de kimden geliyor? Tam da uyumaya hazırlanıyordum. Rüya gördüm galiba.”dedi.
Mavi Uçurtma:
“Hayır, rüya değil. Ben seslendim. Bak bana, aşağıdayım.”
Martı tekrar sağa sola bakındı. Mavi Uçurtma:
“Buradayım. Azıcık daha aşağıya bak.”dedi.
Martı, sesin geldi yöne baktı. Korktu. Dehşetle;
“Sen de kimsin?”dedi.
“Mavi Uçurtma… Adım bu. Korkuttum mu seni?”
“Evet dostum. Sesler duyunca sandım ki…”
“Ne sandın?”
“Görüyorsun ki ben yaşlı bir martıyım. Anlarsın ya…”
“Aklının gittiğini, bunadığını falan mı sandın?”
“Eh öyle de denebilir. Akşamın bu saatinde sen ne arıyorsun burada? Sahibin yok mu senin?”
“Vardı. Beni uçurmak için buraya gelmişti. Ama gördüğün gibi bir talihsizlik yaşadım ve bu paratonere takıldım.”
“Canın acıyor mu evlat?”
“Evet, çok acıyor hem de. Kuyruğumun birazı parçalandı. Karnım da ağrıyor. Üstelik çok korkuyorum.”
“Neden korkuyorsun ki?”
“Burada çürüyüp gitmekten… Sonra hiç tek başına kalmamıştım.”
“Ah! Siz uçurtmalar. Pek de nazlısınız.”
“Martı… Sevgili Martı. Kurtar beni buradan. Ne olur.”
Martı geniş kanatlarını açtı. Bulunduğu yerden biraz aşağıya doğru uçtu. Şimdi Mavi Uçurtmanın yanındaydı. Gagasıyla Mavi Uçurtmanın takıldığı ipleri düzeltmeye çalıştı. Başaramadı. İpler birbirine girmişti.
“Olmuyor.” dedi Martı. Mavi Uçurtma:
“Bu böyle olmayacak anlaşılan. Daha akılcı yöntemler bulmalıyız.”
“Akılcı mı? Sen beni ne sanıyorsun evlat! Ben sadece bir kuşum. Kuş da akıl ne gezer?”
İkisi de bir an için sustu. Rüzgârın uğultusu gittikçe şiddetlenmişti. Mavi Uçurtma şiddetli rüzgâra daha fazla dayanamayacaktı hızlıca düşündü. Sonun da sevinçle;
“Buldum!” dedi. “Buldum!”
“Neyi buldun evlat!”
“Senin keskin gagaların var. İpleri düzeltmek yerine ne diye onları kesip atmıyorsun?”
“Olabilir ama o zaman sen uçamazsın ki.”
“Evet, uçamam ama uçmam da gerekmeyecek zaten. Sen ipleri kestikten sonra beni gaganla tutacak ve eve götüreceksin.”
“İyi fikir, ama ben yaşlı bir martıyım. Senin ağırlığına dayanabilir miyim?”
“Seni yormam. Ben çok hafif tasarlandım. Hem kuyruğumun birazı da gitti. Bu ağırlığımı daha da düşürecektir. Bir fikrimiz varken uygulamak en iyisi. Ne dersin? Beni kurtaracak mısın? “
Yaşlı Martı uzunca bir süre düşündü. Sonra;
“Tamam evlat! Seni kurtarmak için ne lazımsa yapacağım.” dedi.
Martı geniş gagasıyla ipleri kemirmeye başladı. Dolanmış ipleri kesmesi tam bir saatini aldı. Sonra Mavi Uçurtmanın kuyruğunu çıkartmak için uğraştı. Kuyruk da kurtulunca artık sıra onu taşımaya gelmişti. Yorgun gagasını kocaman açtı ve Mavi Uçurtmanın çıtalarından birini yakaladığı gibi kanatlandı.
Evin önüne geldiler. Martı, Mavi Uçurtmayı Cüneyt’in yattığı odanın balkonuna bıraktı. Kurtulan Mavi Uçurtma, Martıya teşekkür etti. Gün aydınlandığında nasıl olsa Cüneyt balkona çıkacak ve yerde sere serpe yatan uçurtmasını görecekti.
Yaşlı Martı ise yorgun kanatlarıyla uzaklara uçtu. Uyku saati çoktan geçmişti.
Deniz Saygın