0

CEMRE’NİN ÇIĞLIĞI

Göbekli Osman, köyün tek zenginiydi. İstiklâl Savaşında eli silah tutanların askere alınacağını duyunca kendisi gibi birkaç çapulcuyla dağa çıkmış, halka zulmeden bir eşkıya olmuştu. O günlerde üç köylünün küçücük tarlalarında ölüsü bulunmuştu. Sonradan anlaşıldı ki kendisini jandarmaya şikâyet eder diye düşündüğü köylüleri Göbekli Osman öldürtmüştü. Bu yaptıklarıyla kalmamış, zamanla makilikleri temizleyerek kendisine tarla yapmış, köylülerin elindeki bu tapusuz arazilerin tümüne el koymuştu. Şehit haberi gelenlerin karılarını da kimini tecavüz ederek, kimini ölümle korkutarak kendi kadını yapmış, onların topraklarını da almıştı. Öldüğünde, korktukları için, belinde orakla dolaşan Ayşe hariç herkes cenazesine gitmişti. Cenazenin kaldırıldığı günün gecesi Ayşe’nin gidip Göbekli Osman’ın mezarına işediği anlatılırdı korkuyla.

Kadınlar severdi Ayşe’yi. Gizli gizli severdi. Ona yakın olmanın başlarına iş açacağını düşünür, uzak dururlardı ondan. Bilirdi bunu Ayşe, ama adını Oraklı Ayşe’ye çıkarmaları hoşuna giderdi.

Bu köyde yalnızdı Oraklı Ayşe. Her geçen gün daha da yalnızlaşıyordu. Bu yalnızlık korkutuyordu onu. Kocasını da Göbekli Osman’ın öldürttüğünü öğrenmişti, ama hiçbir şey yapamamıştı.

Göbekli Osman’ın ölmesiyle bitmedi her şey. Torunu Demir Ali dedesinden aldığı kötülüğü sürdürdü. Herkes onun marabasıydı köyde. Elinde bir kırbaçla dolaşır, tarlalarında çalıştırdığı köylüleri daha çok çalışın diye kırbaçlar, pis pis sırıtırdı. Onun kasabaya birkaç günlüğüne gittiği olurdu bazen. Sevinirlerdi ama daha çok çalışırlardı. Geldiğinde, yapılan işi beğenmezse hepsi acımasızca kırbaçlanırdı. Kaç kez öyle olmuştu.

Güzel kızların, kadınların korkulu rüyasıydı Demir Ali. Her fırsatta onları taciz etmekten çekinmezdi hiç. Kimse de korkudan sesini çıkaramazdı. Bir gün Oraklı Ayşe’nin büyük kızı Gülsüm’e tecavüz etmeye kalkışınca kıyamet koparmıştı Oraklı Ayşe. Jandarmaya gitmiş, çığlıklar atarak şikâyet etmişti. Demir Ali karakola çağrılmış, ifadesi alınmıştı, bir gece tutulmuş, sabahına bırakılmıştı. Delirmişti Oraklı Ayşe. Karakola giderek korkusuzca hesap sormuştu. Bunun üzerine karakol komutanı resmi işlemleri başlatmış, olay mahkemeye taşınmıştı.

Mahkeme aylarca sürmüştü. Köylülerden olayı görenler olduğu halde, hiçbiri tanıklık yapmamıştı. Demir Ali’yi öldürmeyi de düşünmüştü. Büyük kızı Gülsüm on dört, küçük kızı Cemre dokuz yaşındaydı. Demir Ali’yi öldürürse onların hali ne olurdu? Uzun uzun düşündü bunu. Bir çıkış bulamadı. Bu köyde bundan sonra barınamayacağını anlamıştı Oraklı Ayşe.

Yıllar önce Göbekli Osman’ın zulmünden köyü terk ederek Ankara gidip Tuzluçayır’a yerleşen kayınbiraderi Zülfikar geldi aklına. Bir mektup yazıp, her şeyi uzun uzun anlatıp yardım istedi ondan. Zülfikar mektubu alır almaz köye geldi.

Bütün gece konuştular. Ankara’ya gitmek daha hayırlı olacaktı Oraklı Ayşe için. Kızlarının geleceğini düşünerek her şeyi göze almıştı çoktan. Öbür gece muhtara gidip konuştular. Yardım istediler ondan. Üç evlek tarlasını, çok sevdiği alacalı ineğini, Demir Ali gelip yakar diye her gece nöbet tutarak koruduğu evini üç paraya muhtara sattı.

Her şeyi olduğu gibi geride bırakıp sabahın köründe ayrıldılar köyden. Dört saat yürüdükten sonra kasabaya vardılar. Çok beklemediler. Ankara’ya kalkan ilk otobüse bindiler. Dönüp birkaç kez geriye baktı Oraklı Ayşe. Uzaklaşan dağlara baktı. Gözyaşlarını tutamadı. İçine içine ağladı.

Onu oyalamak için kayınbiraderi Zülfikar yol boyunca Tuzluçayır’ı anlatmaya başladı: “Tuzluçayır’da bizim gibi insanlar yaşıyor Ayşe. Hepsi yoksul. Artvin’den, Çorum’dan, Yozgat’tan, Kayseri’den, Gümüşhane’den, Sivas’tan… gelip küçük bir gecekondu yapıp yerleşmişler Tuzluçayır’a. Hepsi temiz insanlar. Türkülerimiz aynı. Hiç kimse kapısını kilitlemiyor. Bugüne kadar hiç hırsızlık olmadı. Sokaklarda köpek çok. Onlar şaka yapıyor arada bir. Ayakkabılarımızı gecekondunun önünde çıkarıyoruz. Köpekler alıp başka birinin evinin önüne bırakıyor. Merak etme. Bizim gecekondunun arkasında boş yer var. Herkes yardım eder. Birkaç gün içerisinde size de bir gecekondu yaparız. Bir düzen kurarsın. Kadınlar ev işlerine, merdiven yıkamaya gidiyor. Seni de götürürler. Alışırsın.”

Her şey Zülfikar’ın anlattığı gibiydi. Oraklı Ayşe, diğer kadınlar gibi ev işlerine gitmeye başladı. Bu arada gecekondu yapmak için gereken malzemeler de yavaş yavaş alındı. Tamamlanınca da bir gecede onlarca erkek, kadın gecekonduyu gün ağarmadan tamamladılar. Oradaki herkes mutluydu. Çaylar kondu, yepyeni bir sabahı başlattılar.

Sürünerek de olsa artık burada bir yaşam kurabileceğinden emindi Oraklı Ayşe. Onun tek hayali Cemre’yi okutabilmekti.

Cemre’yi okula kaydettiği gün evde bayram havası vardı. Çalışkan bir öğrenci oldu Cemre. Yıllar yuvarlanarak geçti. Başarıyla üniversiteden mezun oldu. Öğretmenlik diplomasını aldı. Bütün Tuzluçayır sevindi, ama hüzünlüydü Cemre. Atanamam korkusu boğuyordu onu. Kamu Personel Seçme Sınavına hazırlandı gece gündüz. Doksan üç puan aldı. Sözlü mülakatlarda hep elendi. Her geçen yılda biraz daha umutsuzluğa gömüldü. İş aramaya koyuldu. Bir muhasebecide iş buldu. Hafta dolmadan taciz edildi. Başka büro işlerinde de aynı şey geldi başına. Milletin gözü önünde bir iş olsun diye tezgâhtarlık yapmaya karar verdi. Eli ayağı düzgün, alımlı bir kızdı Cemre. İlk başvurusunda da kabul edildi. Bir giyim mağazasıydı çalışacağı yer. Kendisine maaş verilmeyecek, sorumlu olduğu reyondan sattıkları üzerinden yüzde olacaktı. Kabul etti Cemre. Beş gün geride kaldı, sadece bir sütyen satabilmişti. Baktı olacak gibi değil, yeniden iş aramaya karar verdi. Eve dönerken iş ilanlarına bakmak için bir gazete aldı. Döne döne inceledi iş ilanlarını. Küçük ölçekli bir işletme sekreter arıyordu. Ertesi gün gidip görüştü. Kabul edildi. Asgari ücretle işe başladı.

Bir ay sorunsuz geçmişti. Cuma günüydü, patron Kemal mesai bitiminden sonra haftanın işlerini gözden geçirmek için Cemre’nin ofisine gelmesini istedi. Cemre evrakları toplayıp ofise gitti. Gülerek karşıladı onu Kemal. Elindeki dosyaları alıp çalışma masasının ucuna koydu. Gösterdiği yere oturmasını istedi Cemre’den. Oturdu Cemre. Kimse kalmamıştı işyerinde. O ıssızlığı hissedip korktu. Kemal iki kadeh getirip bıraktı sehpaya. Buzdolabından bir şişe kırmızı şarap alıp geldi. Açtı, kadehleri doldurdu. “Şerefine Cemre.” diyerek kadehini kaldırıp sürdürdü sözlerini: “Korkulacak bir şey yok Cemre. Rahat ol. Seni çok beğeniyorum. Seninle yurt dışına iş gezilerine de gideceğiz. En yakınım olacaksın benim.” Donup kalmıştı Cemre. Çantasına uzandı, açıp baktı. Babasının sustalı bıçağı oradaydı. Kemal yerinde kalkıp Cemre’nin yanına oturdu, saçlarını okşamaya başladı. Üstüne çullandı. Zorla öpmeye başladı. Cemre el yordamıyla çantasındaki sustalıyı buldu. Düğmesine bastı. İyice üstüne abanmıştı Kemal. Cemre çığlık atarak saplamaya başladı sustalıyı. Sehpanın dibine yığılıp kaldı Kemal.

Çığlıkları duyan gece bekçisi her zamanki olay diye düşünüp binanın dışına çıktı. Biraz sonra kapıdan Cemre’nin çıkıp gittiğini görünce işin öyle olmadığını anladı. İçeriye koştu. Kemal, kanlar içerisinde yerde yatıyordu. Ambulans çağırdı, polise haber verdi.

Cemre kaç zaman sonra evlerinin sokağına girdiğinde ölü gibiydi. Cesedini sürüklüyordu. Büyük bir kalabalık, büyük bir sessizlik, büyük bir soru vardı sokakta. Polisler çoktan gelmişti. Cemre’yi kelepçeleyip götürdüler. Annesinin çığlıkları dünyanın öbür ucundan duyuldu.

Çok zaman geçmedi. Cemre’nin davasının görüleceği gün geldi. Mahkeme salonu tıklım tıklım doluydu. Bütün Tuzluçayır oraya gelmişti sanki. Mahkeme heyeti yerini aldı. Savcı hazırladığı iddianameyi okudu. Cemre’yi suçladı. Planlanmış cinayetten müebbetle cezalandırılmasını istedi. Hâkim Cemre’nin kimlik bilgilerini okuduktan sonra “Olay nasıl oldu? Patronun Kemal’i niçin öldürdün?” diye sordu Cemre’ye. Ayakta duracak hâli yoktu Cemre’nin. Yüzü ölü yüzü gibiydi. Hiçbir şey demeyince yeniden sordu hâkim. Sustu Cemre. Bir daha, bir daha sordu hâkim. Çılgına döndü Cemre. Ciğerlerini yırtarcasına bağırma başladı: “Ben öldürüldüm hâkim bey! Ben öldürüldüm!” Susturamadılar onu. Salonu dolduranların çoğu ağlıyordu. Mübaşirler Cemre’yi zorla dışarıya çıkardılar. Mahkeme başkanı mahkeme heyetiyle bir şeyler konuştu. Sonra kararı okudu: “Sanığın akıl sağlığının tespiti için adli tıpa sevkine…” Dışarıdan Cemre’nin o gittikçe büyüyen çığlığı geliyordu: “Ben öldürüldüm hâkim bey! Ben öldürüldüm!”

Nurdan Aladağ

 

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler