SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
SARI KOLTUK TAKIMI
Nihan, kocasından ayrılıp iki çocuğuyla baba evine döneli beş yıl olmuştu. On yıl süren ortak hayatın sonunda kocası için yaptığı tespit: “İnsan, en yakınında olsa da birini hiç tanımayabilirmiş.” cümlesiydi. Eskilerin dediği “Bir kişiyi tanımak için kaşık kaşığa, eşik eşiğe, döşek döşeğe olmak lazım.” sözü bazı durumlarda geçerli değildi sanki ya da belki kendi evlilik tecrübesi için.
Hiç kimse boşanmak üzere evlenmezdi muhakkak ama hiç kimse de bir evliliği tek kanatla uçmaya çalışan bir kuş gibi tek taraflı bir çabayla yürütemezdi. Bin bir türlü güzel sözle, vaatle, hayalle kurulan kutsal bir yapının hem de ortada iki çocuk varken; yıkılması kelimelere sığmayan bir hüsrandı, yenilgiydi, yarım kalmışlıktı. Arşı titreten, melekleri ağlatan bir durumdu. Belli bir saatten sonra zaten kendisi için değil çocukları için çırpınmıştı evliliği bitmesin diye. Oğlu ilkokul üçüncü sınıfta, kızı beş yaşındaydı ayrıldığında. Ama adam o kadar katıydı ki gözlerinin içine bakarak: “Hiçbir şey olmaz, dünyada anası babası ayrılan ilk çocuk bunlar olmayacak, alışırlar.” demişti. Nihan’ı uzun süre, karşılıklı hiçbir talepte bulunmayacakları anlaşmalı bir boşanmaya razı etmeye çalışmış; Nihan kabul etmeyince çirkinlikte en dibe inerek “Eğer benden maddi olarak bir şey talep edersen ben de çocukların velayetini talep ederim.” diye tehdit etmişti. Nihan’ın “Ne yani, çocukları bana satıyor musun?” sözlerine de “Nasıl düşünürsen düşün.” diye cevap vermişti. Nihan değil ya, hiçbir normal annenin ağzı süt kokan yavrularından ayrılamayacağını adı kadar iyi biliyordu oysa. On yıl, Nihan hiçbir gizi, sırrı, planı olmadan bu yuvaya maddi manevi varını yoğunu vermişti. Ne kazandığı maaşı esirgemişti ne emeğini ne sevgisini. Hatta son üç yıl işsiz kalan kocasına “Erkektir, karısının elinden para almak zoruna gider.” diyerek maaş yatırır gibi banka hesabı yoluyla her ay para göndermişti.
Allah’ın yalnız kadın cinsine verdiği yavruları için ayakta kalmak, güçlü olmak, derleyip toparlamak vasfıyla her şeyi geride bırakmıştı işte. Zihninde ise soğuk bir şubat günü, götürdüğü çeyizler ve özel eşyalarıyla yüklenip memlekete doğru yola çıkan nakliye kamyonu, kardeşi Zeki’nin kullandığı otomobille yaptıkları on dört saatlik buruk yolculuk; son güne kadar yemek pişirip ailesine sofra kurduğu kendi evinin mutfağında, o güne kadar hiç görmediği bir neşe içinde liseden bayan arkadaşı ile kahkahalar atan kocasının hayali kalmıştı. Eşyalar yüklenirken, ömrünün on yılını verdiği evin salonunun penceresinde denize bakarak kimselere görünmeyecek şekilde ağlarken oğlu gelince gözlerini silip mutfaktan gelen kahkahalara benzer kahkahalarla oğlu ile konuşmuştu: “Şimdi gidecekleri yerde kar vardı, buraya kar bile yağmıyordu, yolculuk çok eğlenceli geçecekti…”
Çocuklar, baba figürünü özellikle son yıllarda akşamdan akşama görülen; hafta sonları bir görev icra eder gibi ayaklarını sürüyerek ailesini dışarı çıkaran ve evde iken kamburunu çıkararak gözü telefon ya da bilgisayar ekranında olan biri olarak bildikleri için ayrıldıktan sonra da ev hayatında büyük bir eksiklik hissetmediler sanki veya duygularını annelerinden iyi sakladılar. Buraya gelince on gün kadar, yaşayacakları bu evde boya badana işleri olduğu için Zekilerde kalmışlardı. Nihan’ın hayatı, hep kendi kendini idare etme, çalışma, çabalama, kendi ayakları üzerinde durma; düşse de gene ayağa kalkma sahnelerinden oluştuğu için yeni hayatlarını kurarken çok sarsılmış gibi görünmüyordu. Kendi evlerine geçtiklerinin haftasıydı, bütün alıcılarıyla çocuklarını gözlemliyor; ölüm yatağındaki bir hastanın kalp ritmini izler gibi onlardaki duygu iniş çıkışlarını takip ederek bu süreçten en az zararla çıkmalarını sağlamaya çalışıyordu. Oğlunu okuldan geldiğinde üzgün gördü, “Neyin var?” diye sordu. Yemek masasındaydılar, çocuk annesine baktı dolu gözlerle: “Babamı çok özlüyorum anne.” diye masaya kapanarak hüngür hüngür ağladı. Nihan’ın ömründen 10 yıl, asıl o zaman oğlunun gözyaşlarıyla aktı gitti. O güne kadar kimseye minnet etmemiş Nihan, işte bu gözyaşlarından korktuğu için “Ayrılmayalım, senden kendi adıma bir şey beklemiyorum ama çocuklar biraz daha büyüsünler.” diye iki yıl yalvarmıştı o yüreği ayarsız adama. Oğlunu kucakladı, hiçbir şey demeden gözlerinden akan yaşlar birbirine karışarak öylece dakikalarca kaldılar.
Bu ev, Nihan’ın bekârken kendi kazancıyla aldığı evdi. O evlenip gidince eğer şehir dışında kardeşlerinin yanında değilse annesi kalmıştı, yaz tatillerinde herkesin geldiği ortak yuva olmuştu. Son dört yıldır da tayinini şehir merkezine aldıran Zeki yaşamıştı ailesiyle. Tam kendi evi yapılıp oraya geçmişti ki Nihan’ın ayrılma konusu kesinleşmişti. Kocası beraber yaşadıkları ev için “Bu ev kentsel dönüşümle yıkılacak, sen daha ne bekliyorsun. Sanma ki ben sana burada bir ev bulurum, yardım ederim, boşuna bekleme.” diye bilmem yüz kaçıncı defa söyleyince de iş hayatındaki aksilikler de üstüne eklenince kalkıp memleketine, kendi evine gelmekten başka çare kalmamıştı Nihan’a. Kocasının liseden bayan arkadaşıyla mutfakta attığı kahkahalarda işte böyle her işi rast giden bir adamın mutluluğu vardı. Ha deyince gelinmeyecek bir uzaklıkta yaşıyor, çocuklarını sadece yılda bir defa alıyor, on beş gün ilgileniyor, geri getiriyordu. Yaşı elli, gönlü liseli olan güdük kişilikli bu adamın babalık anlayışı da güdüktü.
Nihan geri geldi, baba evine yerleşti, baba evi derken her santiminde kendi alın teri, emeği vardı bu evin. Evlenmeden on ay önce taşınmışlardı bu eve. Babasının hastalığı yeni ortaya çıkmıştı. Adamcağızı önceki merkeze uzak dar evden kurtarıp merkezdeki bu dubleks eve taşınarak mutlu etmeyi düşünmüşlerdi ama o, eve taşındıktan altı ay sonra dünyaya gözlerini kapamış, altı ayın da dört ayı hastanede geçmişti. Evin her köşesi hatıralarla doluydu. En çok da salondaki sarı koltuk takımı. Babası bu koltuk takımını önceki evde özel siparişle yaptırmıştı, modelini ve kumaşını beraber beğenmeleri için Nihan’a günlerce ısrar etmiş, Nihan uygun bir zamanında babasıyla buluşarak seçim yapmıştı. Sarı koltuk takımı eve gelince babası çok mutlu olmuştu, kalabalık aileye göre iki üçlü, iki tekli, bir ikiliden oluşan, saten kumaştan yapılmış, arkalığı ve kol kısımları yüksek, gösterişli bir takımdı. O dönemin tutulan bir modeliydi, üstelik yatak olan üçlüler, dar ev ve kalabalık aile için bitirimdi. Yeni evde de misafir odası olarak kullanılan büyük salonu doldurmuştu takım. Buraya temelli dönmeden önce yaz tatillerine geldiğinde Nihan, o koltuk takımı ile babasını kafasında eşleştirdiği için ne zaman misafir odasına girse; o koltukları görse içini saran bir güven hissiyle mutlu olmuştu.
Sarı koltuk takımı bu evdeki nişanların, düğünlerin, ölümlerin bir numaralı şahidiydi. Eve yirmi yıldan sonra giren ilk çocuk olan yeğeninin ilk fotoğraflarında sarı koltuk takımı vardı. Kız kardeşinin nişan merasiminde konuklar bu koltuklara oturmuştu. En küçük kardeşi Yusuf evlenirken şehir dışından gelen misafirler bu odada kalmış, bu koltuklara açılan yataklarda yatmışlardı. Gurbette okuyan kardeşleri ile bitmeyen, sabaha kadar süren gece sohbetleri bu odada bu koltukların üstünde olmuştu. Canları gecenin bir yarısı un helvası isteyince annesi gizlice yaptığı helvayı burada otururken getirip servis etmişti. Babasının hastalığı ortaya çıkınca yanına gelen giden olduğu için bu koltuklara yatak hazırlanmış, diyalizden çıkan adamcağız bir battaniye gibi bu koltuklara halsiz uzanmıştı. Bir keresinde Nihan, hep kaya gibi sağlam gördüğü babasını tekli koltukta iki büklüm oturur vaziyette başı elleri arasında ağlarken bulmuş, “Neden ağlıyorsun baba, ölümden mi korkuyorsun? Diyalize giriyorsun, endişe edeceğin bir durum yok.” diye teselli etmeye çalışırken babası: “Ölmekten korkmuyorum, gurbetteki kuzularıma hasret gitmekten korkuyorum.” demişti. Nihayetinde korktuğu olmuş, hastalığı sekiz ay sürmüş, bu evdeki en son gecesini üçlünün birindeki yatakta geçirmiş, sabahında acil kaldırıldığı hastaneden bir daha da eve dönememiş; aşağıda dış kapının önünde belediyenin cenaze yıkama aracında yıkanıp kefenlenerek ebedi evine götürülmüştü. Kardeşlerinin ikisi yurtdışından cenazeye gelememişlerdi ama taziyeye sel gibi akıp gelenler babasının sarı koltuk takımında oturmuşlardı.
Babasını kaybetmesinin hemen akabinde çok hızlı ve duygusal bir kararla evlenmeye niyet ettiğinde de kocası, ailesiyle tanışmaya geldiğinde burada oturmuş, baş başa bu koltukların üzerinde oturup düğün tarihi seçmişlerdi. Nişan töreni bu odada yapılmış, nişana gelen konuklar bu koltuklarda ağırlanmışlardı. Oğlunun birinci yaş günü tatile rastladığı için burada tekli koltukta ağlak suratıyla ilk doğum günü fotoğrafı vardı.
Kocasından ayrılıp baba evine döndükten sonra ne zaman kulaklarını kapatmaya çalıştığı el âlem dedikodularından biri kendine kadar ulaşsa, çocuklarından birinin okuldan mutsuz geldiğini görüp de sebebini öğrenemese, kendini evliliği bile yürütemeyen, beceriksiz biri olarak hissetse bu odaya gelmiş, sarı koltuklardan birine oturmuş, hayatın sertliğine karşı ihtiyacı olan yumuşaklığı onun saten kumaşında; yılların yorgunluğunun ilacını minderinde; kendini her hâliyle sevecek yüreği yastıklarında bulmaya çalışmıştı. Sarı koltuk takımı, son yıllarda, görmediği kadar gözyaşına şahit olmuştu.
Lakin her şeyin vakti vardı, her şeyin miadı vardı. Geçen yıl on dört yaşına giren oğlu kendine özel oda isteyince oturma odasını ona oda yapmış, salonu oturma odasına çevirmiş ve sarı koltuk takımını gündelik kullanmaya başlamışlardı. Günlük kullanım için iki çocuklu bir eve rengi açık kaçıyordu, örtse saten olduğu için üstünde örtü durmuyordu. Üstelik devamlı hareket edilen bir ortam için fazla iri ve kalabalıktı. Dahası eskimişti, esaslı bir tadilattan geçip yenilenen evde, eski modeliyle sırıtıyordu. Çekyat olan üçlünün birisi alttan kırılmıştı. Bütün bu sebeplerden dolayı Nihan, daha modern, az parçalı, kibar bir koltuk takımı almaya cebren karar vermişti.
Nihan buraya döneli beş yıl, sarı koltuk takımı bu aileye geleli on dokuz yıl olmuştu. Bugün yeni koltuklar eve girince eskileri aşağıya evin bodrumuna koyacaklardı. Nakliyeciler gelmeden sarı koltuk takımının yerini hazırladı, alttan ya da duvardan su alma ihtimaline karşı önlemini aldı, üstüne örtülecek naylonları hazır etti. Adamlar geldi, çarçabuk yenileri kurdular; üç beş lira karşılığında eskileri aşağıya indirip istiflediler, üzerini mavi naylonlarla kat kat örttüler. Nihan, yenilerin nasıl kurulduğundan çok sarıların nasıl korunacağıyla meşgul oldu; bodrumda geçirdiği zaman yukarıdakinden çok daha uzun oldu. En son mavi naylonun üzerinden özür diler gibi koltukları bir daha okşadı, bodrumun ışığını arkasına bakarak kapatıp yukarı çıktı. Odada nasıl durduklarına bile bakmadan yeni tekli koltuğa oturup eski koltuklar için ağladı, sanki babası ikinci kez yeniden ölmüştü; babasından bir kez daha ayrılmıştı.
Yasemin Kaya