0

İZMİR İSTANBUL’DAN DAHA MI GÜZEL?

Kitap imzalamak bahanesiyle, seni görmek için yollara düştüm. Yorucu bir yolculuktan sonra işte geldim. Merhaba İzmir. Şöyle bir baktım göz ucuyla sabahın ilk ışıklarının aydınlattığı siluetine. Gençliğini aradım ama çök kötü çökmüşsün sen de. Siyanür zehrine kurban gitmiş dağların. Kelaynak kuşu gibi sırıtıyorsun. Bağlarında parlayan üzüm sarısı değil, sisler arasından sızan güneşin, camlara vurmuş halidir. Dağlarında çoğalan “ucube yapılar” arasında, yeşil bahçeli gecekonduların yok olmuş. Uzak, yakın tarih kokuyorsun. Kavgaların güzelliği de olmasa hiç tanınmayacaksın.

Pek tanıdığımı da söyleyemem ama yine de Kemeraltı, dar sokaklarında bir şeyleri saklamış, anılarını arayanların hafızalarını iğneliyor. Kaos arasında gözüme ilişti. Anılarım, sadece kazınmış kaldırım taşlarında kalmış. Ne yazık ki, emeğimden kalan bir işaret bulamadım. Çok yabancı geldin bana. Bu nedenle biraz kırgın ayrılacağım.

Bir dostun rehberliğine bıraktım gözlerimi. Gültepe’yi seyrettim. Tariş’i dinledim. Direniş alanlarına baktım uzaktan. Karşı dağda mağaralar varmış. Eşkıyaların ve kuşların sığınaklarıdır mağaralar. “Mağaracılar” denen devrimciler de bir süre misafir kaldıkları o mağaralarda bırakmışlar özgürlüklerini.

Ey koca İzmir, Kadifeden kalesi olan şehir. Kazılan her karış toprağından tarih fışkıran şehir. Dikilip kalenin surlarında, körfezine baktım. Bir de resim çektirdim surlarında. Göçmen şehrisin öteden beri. Mümin amcadan bilirim: “Yugoslav göçmeniyiz biz.” derdi. Hâlâ daha, göç basacak yüreğin varmış demek. Duvar diplerine çadır kurmuş, emperyalistlerin şerrinden kaçan Suriyeliler.

Karşıda Şirinyer, Buca. Kule gibi binaların arasında dört yanı duvar, pencereleri demir parmaklık; yatay bir bina. Sloganlar susmuş, kenarlardaki çam ağaçları, mahkûm türküleri döküyor dallarından. Tünelin ucunu, bekçi kulübesine çıkaran şeytan da düşmandan yanaymış demek.

Bir güzel resim alamadı Mustafa, Karşıyaka’dan. “Her zaman böyle olmayacak, sisler dağılır bir zaman sonra.”

Ranta kurban edilmiş, yıkılmış evleri Ballıkuyu’nun. Çöpçü eşeklerinin, zorlanarak çıktığı merdivenler de olmasa; Ballıkuyu diye bir semt olmayacaktı düşlerimde.

Sis basmış körfezi. Osmanlı torunlarının gemicikleri! Ecnebi gemileriyle yan yana Malta bayraklarıyla yatıyor limanında.

Bayraklı tepeden bakınca fark ediliyor. Beton yığınlarının arasında yeşil bir ada gibi duruyor hâlâ İzmir Fuarı. Basmahane içerisinde anılarımın “Enternasyonal İzmir Fuarı”nın şimdi adı değişmiş: “Kültür Park” olmuş.

Gaz kokusundan tıkanan nefes borularına, oksijen veriyor kitapların kokusu. Kitapların arasında oturup dostların sıcaklığına bıraktım yorgunluğumu. Muhalif gençlerle umutlandım, ilkleri yaşadığım şehirde yeni ilkler yaşadım. Bir tümce, bir imza zamanına çok sohbetler sığdırdım dostlarla. Güzel yürekli ne çok insan varmış meğer. Hepsi dünyalara değer. Az da olsalar, gençlerin heyecanıyla heyecanlandım. Bilenler bilir, devrimcilik güzel bir şeydir, insanın insana sahip çıkmasından başka güzel ne olabilir.

İlkleri yaşadığım bu şehirde, anılarımı bulabilmem için çabalayan Mustafa’nın söylediği:

“Tut ki, unutulmaya yüz tutmuş haramilerin deyimiyle, ‘yataklık etmişiz’ bu bizim için meziyet değil, sıradan bir şey değil miydi? Zamanı geri getirmek mümkün değil, yaşadıklarımızın izini sürmek mümkün. Biraz da bunu yaptık, kentin iki yakasından bakarak sokaklarında iz sürerek. Bin yıllardır var olan İzmir körfezini, sisli bir gün batımı saatinde, yönetenlerin suretlerine benzettiklerinin tanığı olarak seyrettik, hepsi bu. Güle, güle adaş yine bekleriz.”

Bir yoldaş samimiyetinin sıcaklığı ile gülerek ayrıldım saçları dökülmüş, yorgun argın İzmir’den. Saçı sakalı birbirine karışmış perişan İstanbul’a döndüm.

İtiraf edeyim, o halinle bile İstanbul’dan güzel, daha yaşanabilir bir şehir olarak hafızamda her zaman yerin olacak.

Mustafa Korkmaz

 

 

 

 

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler