0

NİHAN

Kaan kanepeye uzanmış, roman okumaya çalışıyor, bir yandan da Nihan’ı düşünüyordu. 50 yaşındaydı, 1 Ekim’den bu yana Nihan sanki kayıplara karışmıştı. “Acaba başka bir şehre mi yerleşti?” dedi kendi kendine. Ya da Nihan diye biri hiç mi yoktu. Nihan’ın anlamını düşündü Kaan. Nihan; gizli, saklı, görünmeyen demekti.

GİZLİ NİHAN, SAKLI NİHAN, GÖRÜNMEYEN NİHAN

Bu roman da çok uzun sürdü, diye düşünüyordu Kaan. Kendi hayatı da uzun bir roman değil miydi? Sonra “Bu roman nasıl bitecek acaba?” diye merak etmeye başladı. Aslında bütün romanlar mutsuzlukla bitiyordu. Bütün romanlar, bütün öyküler, bütün hayatlar… Eyvah! Bu geç kalmışlık duygusu. Son treni, son otobüsü kaçırırsam ya da son tramvayı… Ya da bütün bankalar kapanırsa. “İnsanlar,” diyordu Kaan. Hep bir aldanmışlıkla, hep bir telaşla bir serap içinde kaybolup gidiyorlardı.

Kaan, romanını okumaya çalışırken kendini bir anda çok büyük bir parkın içinde buldu. Nihan bu parkta mı acaba, diye düşünürken az ötede bağrışan çocukları gördü.

“Amca bak, mavi uçurtmamız gökyüzünde kayboldu.”

“Öyle mi?”

“Amca uçurtmamız gökyüzünde göçmen kuşlarla karşılaşır mı?”

“Karşılaşabilir. Belki de bakarsınız gökyüzünden mavi yağmurlar yağar.”

“Yaşasın! Yaşasın!” diye bağrışarak çocuklar uzaklaştı. Kaan, “Çok sevimli ve bilge çocuklar.” diye mırıldandı. Biraz daha yürüdü. Yaşlı bir adam bir bankta oturuyor, işaret parmağıyla sürekli doğuyu, batıyı ve güneyi gösteriyordu.

“Selamünaleyküm.”

“Aleykümselam.”

“Birini mi arıyorsunuz amca?”

“Ben çocukluğumu arıyorum. Sanki yedi yaşında bir çocuğum. Ben doğuyu, batıyı, güneyi ve de kuşları çok merak ediyorum. Mezarlara bakıyorum; babam ve annem sanki hiç ölmemişler. Büyükannem saçlarımı tarıyor, dedem de bayram harçlığı veriyor. Sonra kendimi bir boşluğa bırakıyorum. Seksen yedi yıllık ömrüm bu esrarengiz parkta paramparça oluyor. İnsanlık paramparça oluyor. Son tren son perona yaklaşıyor, istasyon bir anda bir karanlığa gömülüyor.”

Yaşlı adam ayağa kalktı, ağır ağır yürüyerek uzaklaştı. Nihan yoktu. Nihan sanki çöl seraplarına karışmıştı.

Kaan elindeki kitapla uyuyakalmıştı, gözlerini açınca “Bir rüya gördüm demek ki,” dedi. Parktaki çocukları ve yaşlı amcayı düşündü. İnsanlar hep çocuk kalıyorlar, hiç büyümüyorlardı. Kaan da hiç büyümemiş hep çocuk kalmıştı. Çocukluğunda bazen şehirden uzaklaşır, kırlarda, bağlarda dolaşırdı. Hayatımın en mutlu günleriydi diye iç geçirdi Kaan. Şimdi ise hayatı saplantılar, ağrılar, sarsıntılar, uykusuzluklar ve sanrılarla çepeçevre kuşatılmıştı. Sanrılar; Kaan’ın hayatının bir parçasıydı.

İlk Sanrı:

Kaan işyerinde dalgın bir şekilde pencereden dışarısını seyrediyorken, birden güney yönünden Nemrut heykeli gibi Nihan’ın başı göründü. Kaan’ın bütün vücudu titriyordu. Büyük bir korku duydu. “Aman Allah’ım deliriyor muyum yoksa?” diye büyük bir endişeye kapıldı. Sonra Nihan’ın Nemrut heykeli gibi olan başı güney yönünde kayboldu.

*

Kaan, şu roman da bir bitse artık diye mırıldandı. Okuduğu roman da hayatı da belirsizlikler içindeydi. Kaan sanki bir patikada yürüyor, sonra bir dağa tırmanıyor sonra da bir ırmak kıyısında yürüyordu. Bazen içine sevinçler doluyor, sonra bu sevinçler kısa sürüyor; sanki bir uçurumdan aşağı yuvarlanıyordu.

İkinci Sanrı:

Kaan, balkondan doğu yönündeki tepeleri seyrederken tepenin başında oturmuş ve çok üzgün olan Nihan’ı gördü. Gene çok heyecanlandı. “Nihan! Nihan!” diye çığlıklar attı. Nihan’ın tepelerin üstündeki hayaline koşmak isterken, birden Nihan’ın hayali kayboldu. Kaan “Gene bir hayal gördüm galiba” dedi. Mutsuzluk içini kemiriyor, yorgunluktan öleceğini sanıyordu.

Romanın ortasına geldiği halde ne roman kahramanı sevdiğine kavuşuyor ne de Kaan Nihan’la kavuşuyordu. Postmodern bir romandı, uzuyor da uzuyordu. Kaan “Uzun bir ırmağı izleseydim, bir gün ırmağın sonuna ulaşırdım.” diye yakındı.

Romanlar, Hayatlar, Seraplar, Sanrılar, Sarsıntılar:

Hayat bu beş kelimeden mi ibaretti? Yok! Hayat böyle değildi. Böyle olamazdı. Bir yerde bir yanlışlık vardı. Kaan uzandığı kanepeden kalktı. Romanı elinden bıraktı. Bir sitedeki apartmanın beşinci katının onuncu dairesinde yapayalnız yaşıyordu. Tarih mastırı, doktorası, şu kadar yıl memurluk… “Hayat bomboş.” dedi Kaan. Belki de bir daha Nihan’ı hiç göremeyecekti.

Evin odalarında dolaştı. Salondaki tabloları seyretti. Perdeleri çekti ve lambayı yaktı. Fotoğraflara baktı, hüzünlendi. Kendini yorgun ve bitkin bir şekilde koltuğa bıraktı. Masanın üzerindeki kitapları ve 5 miligramlık D. kutusunu süzdü. Kaan iki adet 5 miligramlık D’yi aldı ve derin bir uykuya daldı.

Davut Güner

 

 

 

 

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler