0

İKİZLER

Osman’ın yanık sesi boş sokakta titrek titrek salınıyordu. Meryem bu şarkıyı pek seviyordu. Osman da Meryem korkmasın diye hem elini sıkı sıkı tutuyor hem ona şarkı söylüyordu. “Bu akşam bize gelsene Osman annem bir şey demez, hem sarma sardı sabah, sen seversin” dedi Meryem birazdan ayrılacak olmanın aşina hüznüyle. Berideki “Nenem beni sevmiyor yine kızar boş ver.” dedi. Meryem’e verdiği olumsuz yanıtın hiddetiyle sertleşen sesi varoş sokağın nem ve izbelik kokan duvarlarını dövüyordu. Yol bitmiş, şarkı susmuş, iki küçük yüreğin çarpıntısı kapı zilinin kulak tırmalayan sesine karışmıştı.  Meryem’in annesi kapıyı açtı, Meryem’i gülücükle içeri aldı. Osman’a dönüp artık gidebilirsin, dercesine sinsi bir bakış fırlattı. Osman Meryem’in içeri girmesiyle suratına sertçe kapanan bu kapının her zaman dışında kalacağını o eşikten içeriye kati suretle adım atamayacağının bilincindeydi daha bu küçücük yaşında. Döndü Meryem’in sevdiği şarkıyı söyleyerek evinin yolunu tuttu.

Osman, yer yer paslanmış koyu mavi demir kapıyı çalıp sokağın öbür tarafındaki duvara yaslandı. Meryem’i alıp birlikte okula gideceklerdi. Meryem gelince bulutlar dağıldı, kuşlar şakıdı o gülünce, ruhu şenlendi elini tutunca. “Sana sarma getirdim, bir de portakal.” dedi Meryem, kucağa sığmayan coşkun bir sevgi nidasıyla. “Annem görmedi merak etme.” Osman teneffüste kendisini bekleyen ziyafeti düşününce ağzı sulandı. Keyifle bir şarkı tutturdu. Ev ile okul arasındaki bu tekinsiz yolu şarkı söyleyerek, şakalaşıp kikirdeyerek yürüyorlardı, böylece hem hasret gideriyor hem aynı rahmi paylaşıp aynı kucağı paylaşamamanın intikamını alıyorlardı.

Uzaktan efil efil dalgalanan bayrağın gölgesinde surları yıkılmış metruk bir kaleyi andıran okullarını gördüler. Osman yolun bu kadar çabuk bitmesini istemiyordu, bugün arka yoldan yürümeye karar verdi. Şarkıya bir es verdi, Meryem’e “Siz hangi harftesiniz biz ‘M’ harfine geçtik bile.” dedi. Meryem durgunlaştı “Ama ben okuyamıyorum Osman, annem okuma bilmediği için beni hiç çalıştırmıyor evde.” dedi. “Bu tatilde bizde kalsan.” diye cevap verdi Osman, beyhude bir istek olduğunu bildiği halde. Çaresizliğin ve mutsuzluğun kadim yükünü taşıyan bir omuz silkmesiyle cevap verdi Meryem. Caddeyi enlemesine kesen küçük bir akara geldiler. Osman topuğunu çamurlaşmış suya koydu. Meryem’e “Ayağımın üstüne bas karşıya atla.” dedi. Meryem “Ayağın ağrımaz mı Osman?” deyince Osman, ”Yok yok ağrımaz sen bas. Ayakkabın yeni çamura batmasın.” dediği anda Meryem, Osman’ın ayağında paralanmış spor ayakkabısına baktı. Meryem “Annem sana da bayramda ayakkabı alacakmış, öyle söyledi.” dedi. Osman nenesinin dilinden değil de rahimdaşı biriciği Meryem’inin yüreğinden dile getirilen bir vaat olduğunu bilmenin umursamazlığıyla “Olur!” dedi.

Akşam dönüş yolunda Meryem çok üzgündü. Öğretmeni okuyamadığı için epey kızmış annesini okula çağırmıştı. Osman “Ben seni okuturum, neneme söyleyeyim bize gidelim. Abim, annem, ablam seni okutur. Yarın çok iyi okursun üzülme.” dedi ve türlü şirinliklerle ikizi Meryem’in bu mutsuzluğuna son vermeye çalıştı. Osman aralık duran demir kapının ardındaki, beli bükük, yüzü dönülmez yolculuğa dönük, kızından başka kimseyi görmeyen feri kaçmış gözlerin sahibi Sultan ninesine olanları anlattı. Ninesi biraz olsun yumuşamıştı “Akşam geliriz.” dedi ve kapıyı pişmanlığın ilintileriyle yumuşak bir şekilde kapattı torunu Osman’ın yüzüne.

Meryem dillendirilmese de her şeyin farkındaydı. Anneannesi Sultan nine eşi ölünce tek çocuğu olan Esma’nın evine taşınmış, birlikte yaşamaya başlamış, kızının maddi imkânsızlıklarına destek olmuş neredeyse evin bütün ihtiyaçlarını karşılar olmuştu. Dört torununun bütün ihtiyaçlarını köyden gelen azıcık gelirle karşılıyor, damadının tüm gün kahvehanede vakit geçirmesini hazmedemiyordu. Baba evinde el bebek gül bebek büyüyen kızının çektiği maddi sıkıntılara da, eşinin ve kendisinin olmazlarına rağmen gözünü karartarak yaptığı bu evliliğin hiçbir sorumluluğunu üstlenmeyen damadına da giderek tahammül edemez olmuştu. Kızının yeniden hamile olduğunu duyunca ayrı eve çıkmaya karar verdi. Kızı Esma’ya kızıp ne maddi ne manevi hiçbir destek vermedi. Kızını ve torunlarını özlese de çok nadir görüşüyorlardı. Bir gün kızı gelip ikizleri olacağını ve zor durumda olduklarını söyleyip para istedi. Yüreği hançerlenen Sultan nine kendini tuttu. Kızı Esma’ya altı çocuğa bu yoklukta bakamayacağını doğacak çocuklardan birini kendisine verilmesi karşılığında onlara her ay yardım edeceğini, böylece yüklerinin hafifleyeceğini söyledi. Gün geldi çocuklar doğdu. Esma, doğan ikizlerden Meryem’i annesine Osman’ı kendisine ayırdı. Böylece Meryem ve Osman aynı rahmin bölünmüş beşiklerinde ilk figanlarıyla hayatlarına başladılar. Kendisine anne diyen torununun bir gün elinden alınacağı sızılı korkusu ile kızıyla görüşmüyor, kızının evine gelmesine izin vermiyor, Meryem’i sevmesini de kati suretle yasaklıyordu. Meryem’in kardeşleriyle vakit geçirmesine korkulu bir temkinlilikle yaklaşıyordu.

Akşam Osmanlara gitmişler soğuk ve tetikte geçen iki saatten sonra dönüş yolunda Meryem annesinin –Sultan ninesinin- elini sıkıca tutmuştu. Kimin kime tutunduğu belli değildi aslında. Sokak lambasının loş ışığında adı konmamış nice duygunun fütursuzca depreştiği iki yaralı yürekti aslında öbürüne tutunan. Birbirine kurban edilen, istenilmeyen, terkedilen, barındırılmayandı onlar aslında. Meryem hassasiyetten ve şefkatten uzak babasına, çaresizce çırpınan ama hep biraz tutuk olan annesine uzun uzun bakmıştı. Neden demişti neden? Beni de doyuracak bir lokma yok muydu bu evde, beni de ısıtacak bir parça odun? Ev halkının birbirleriyle olan ilişkilerinden çok uzakta olduğunu bu duygunun hiçbir zaman bir parçası olamayacağını, bu evdeki varlığının ortama kesif bir pişmanlık kokusu yaydığını, bunaltıcı fazlalığının farkındaydı. Kusuru kendinde arıyor istenilmemesinin sebebini sorguluyordu. Yapraklarından arınmış bir dalda anne kuş tarafından terk edilen bir yavru kuş misali kaygıdan ve gözünü açtığı bu dünyanın korkunçluğundan titriyordu. “Üşüdün mü güzel kuşum.” diyen annesinin -ninesinin- sesiyle irkildi. Kendisini sınırsızca seven üzerine ipil ipil titreyen ninesine baktı Meryem. “Biraz üşüdüm anne.” dedi.

 

Meryem gözünü açtığında Sultan ninesi, annesi ve Osman başucundaydı. Önce Osman sonra ninesi sevinç çığlıkları attılar. Annesinin çekinceli elleri alnında dolaştı, saçlarını okşadı. Nicedir kıpırtısız yattığını bilmiyordu. Çok halsiz ve bitkin hissediyordu. O akşam eve dönünce epey hastalanmış, ateşi kırkları bulunca ninesi annesine haber vermişti. Babası acile götürmüş, iki gündür baygın yatan kızının her ihtiyacıyla da yakından ilgilenmişti. Ninesi ve annesi mutfağa geçince “Seni çok seviyorum kardeşim.” diyen can parçası Osman’a döndü Meryem. Odasının küçük camından gökyüzüne baktı, bezgin ve dargın bir sesle “Bana bir şarkı söylesene Osman!” dedi.

Emine Peker Şansal

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler