OLSUN üzülme çocuğum bizden sonra sıra sana gelmeyecek yeneceğiz biz bu zulmü dağlarımızı yine yeşillenecek uğultumuzu duyacak dünya hiç çekinme içi boş görüntüler...
ŞİMDİ HESAPLAŞMA VAKTİ
Kime “Hiç tokat yedin mi?” diye sorulsa, vereceği bir cevap muhakkak vardır. Benimse cevabım onlarca… On üç yaşında, babamın “Gör de oku, oku da adam ol.” deyip yakamdan tutup attığı yerin yemekhanesindeydim. İlk ekmek yuvamda, daha yemek bile yemeden tokat yemek nasip olmuştu. Sebepsizce yediğim tokatların ilkiydi ve en güç geleniydi.
Sanayide öğle arası yemek molasıydı. O gün her zamankinden erken acıkmış, fazlaca susamış ve çokça da yorulmuştum. İşçilerden en kara bıyıklısı, “Ne kibar adamsın be arkadaş!” diye bağırarak yanıma geldi, sol yanağıma vurdu – neyse ki yavaşça- ve kolumdan tutup beni sıradan itip attı. Bana bunu neden yapmıştı anlayamadım. İnsanoğlu ne tuhaf şeydi! Uzun müddet avazım çıktığı kadar bağırmak, günün birinde ona bunun bedelini elbet ödeteceğimi söylemek ve bir de manasız hareketi için özür dileteceğimi haykırmak içimden geçti. Şimdi olmazdı, beklemeliydim, büyük adam olmama şunun şurasında ne kalmıştı. Göz yaşlarımı içime akıtıp, usulca sıranın sonuna geçtim. İşte bu benim yediğim ilk tokattı. Onu ufak tefek boyu, içe kaçmış kara gözleri, poşet gibi buruşuk elleri ve hokka burnundaki kocaman beni ile heybeme- olur ya belki bir gün rastlaşırız diye- attım ve ağzını sıkıca bağladım. Nedense o günden sonra hiçbir tokat ağır gelmedi. Onlar büyüktü, büyüklere karşılık verilmezdi, haklı haksız aranmaz ne derlerse kabullenilirdi. Yanlış bilirdim ve hakkımı yedirirdim. Ta ki tokatlar silsilesi son raddeye gelene kadar.
Kışları okudum, yazları çalıştım. Yaşımdan, boyumdan hatta haddinden fazla çalıştım. On sekiz yaşıma kadar hiçbir yaz tatilini tatil bilmedim. O fabrika senin, bu sanayi benim derken koca beş yıl geçirdim. Aç kaldım, bolca tokat yedim ve hep dışlandım. Bazı zamanlar iftiraya uğradım, çokça kovuldum ve sıkça vakit de yeni işler aradım. Daha onlarcasını beş yaza sığdırdım. O yıllarda verdiğim tek karar büyük adam olmaktı, babam haklıydı, babam akıllıydı, babam her yediğim darbede farkına varmadan geleceğimi kurtarmıştı. Hakkını vererek okudum ve beş yılın sonunda büyük adam oldum. Kendimi kurtardım, mesleğimi elime aldım ve günün birinde öğretmen çıktım.
Hayli yakın bir köy okuluna atandım. Atanma haberim, babamı tebessüm ederken gördüğüm tek andı. Bir adam düşünün ki saçına aklar düşmüş, ama gözlerinin karası çakılı kalmış, yanaklarındaki çukurları- bana hiç göstermediği, anamınsa var ya var elbet hem de iki yanağında da diye söyleyip durduğu gamzeleri- belli ki çoktan kapanmıştı. Yolun açık olsun sözleri dökülürken dilinden, yaşlanmış ellerinin sağa sola usulca sallandığını gördüm. Bu nasırlı parmakların salınışı, sırf mertebe atladığım için artık onun sinirlerini kamçılamadığımı gösteriyordu. Babamı sessiz sedasız miskinliği ile baş başa bıraktım, anamı sıkıca sarıp sarmaladım, öylece çekip gittim. Memleketin olabildiğince en ücra köşesinde mesleğimi icra etmek istiyorken, ben yine mesafede çok yakın ve yine kalben çok uzağına mecbur kalmıştım. Canım sıkıldı. İstifa edip, başka bir şehire başka bir ağır sanayiye dönmek aklımdan geçmedi değil. Çıldırmış olmalıydım.
Vardığım gibi önce köyün muhtarını buldum. Bu tanıdık sima ağzını yaya yaya konuşmaktan çekinmedi. Saygıda kusursuz bu muhtar “Buralara kim girdiyse sevemedi, bir soluklandı, iki harf öğretti çekti gitti.” dedi. Uzun uzadıya anlattığı dolambaçlı laflarından gece uyuyacağım yerin aslında gündüzleri eğitim vereceğim okul olduğu dışında hiçbir şey anlamadım. Hokka burnundaki kocaman beni, seneler evvelinden izler getirdi. O da yükselmiş, muhtar- büyük adam -olmuştu.
“Madem okulsa burası, öğrenciler nerede Muhtar söylesene!” diye bağırdım. “Böylesine virane bir yapıyı köyün evlatlarına nasıl reva görürsün utanmıyor musun?” diye sordum.
Özür dileyip susunca, “Yuva bu yuva, eğitim yuvası, yarına topla köy halkını mevzu derin.” diyerek yanından ayrıldım.
“Sen neler dersin hoca?” diye fısıldadı.
Elim yanağımda “Etme bulma dünyası derim” dedim ve arkama bakmadan uzaklaştım.
Gamze Aydın
