0

BAHÇEDEKİ KADIN, ÇAMAŞIRDAKİ GÖKYÜZÜ

 ”…çarşafın birinde beliren bir leke dikkatini çekti.”

 Arka bahçeye bakan mutfak penceresinden sarkan güneş, çamaşır ipindeki çarşaflara ince bir gölgelik seriyordu. Rüzgâr, henüz tam uyanmamış bir sabah gibi ürkekti. Dallar arasında yavaşça süzülen sesleri dinlerken, Ayfer apartmanın arkasına, yosun tutmuş taşlara basarak indi. Elindeki iki bardak çayı dikkatle taşıyordu.

Mürvet Hanım, çamaşır ipini bir ucundan sıkıca tutmuş, diğer elindeki eski bir mandalla beyaz bir çarşafı geriyordu. Hareketleri ağır ama yılların verdiği alışkanlıkla kendinden emindi. Ayfer, “Yardım edeyim mi?” dedi.

Kadın gözlerini kısarak gülümsedi. “Ben yıllardır tek başıma asarım göğü. Azıcık yorgunluk beni durdurmaz.”

Ayfer çayı uzattı. “Göğü mü?”

Mürvet Hanım ipi bağladı, çarşafın kenarına son mandalı taktı ve elini çay bardağına uzatırken, “Ben gökyüzünü bu ipe astım yıllar önce,” dedi. “Kışın dondu, yazın kurudu. Ama hep durdu yerinde.”

Ayfer bir an duraksadı. “Yani… şey gibi mi bu? Şaka?”

“Yok yavrum,” dedi Mürvet Hanım ve bir yudum aldı çayından. “Gerçek. Bir sabah kalktım, baktım gökyüzü yok. Hava vardı, ama gökyüzü sanki başka bir yere gitmiş. O zaman anladım, eğer ben onu burada tutmazsam, herkes unutacak. İnsanoğlu unutur. Ben tuttum.”

Ayfer, yaşlı kadının yüzüne dikkatle baktı. Dalga geçmiyor, oyun oynamıyor, bilmediği bir oyunun içindeymiş gibi ciddi konuşuyordu. Sözleri, içtenliğin ince perdesine sarılıydı.

“Peki ya bu çarşaflar?” diye sordu Ayfer, gözünü bembeyaz kumaşa çevirerek.

“Onlar göğün katları,” dedi Mürvet Hanım. “Şu en uçtaki… yaz mevsiminin göğü. Sabahları mavi, akşamüstü altın sarısı olur. Ortadaki… kışın. İçine sis sinmiştir, bazen kuşlar hiç uğramaz. Ama en sondaki… en sondaki geceyi tutar.”

Ayfer gülümsedi, ama içinde bir kıpırtı belirdi. Bu sözlerde bir tuhaflık vardı, evet, ama aynı zamanda bir bütünlük, bir anlam da hissediliyordu. Yaşlı kadının anlattıkları, yalnızca bir oyun değil gibiydi.

O günden sonra Ayfer daha sık uğramaya başladı. Bahçeye çıktığında gökyüzünü çamaşırlarda aramayı alışkanlık edindi. Mandallar arasında sıkışan rüzgârın sesini, çarşafların kıvrımlarında biriken ışığı takip etti. Mürvet Hanım bazen aynı soruları iki kez soruyor, bazen Ayfer’in adını yanlış söylüyor ama sonra hemen gülümsüyordu.

Bir gün, çayı uzattığında, “Bu gece ay olmayacak,” dedi Mürvet Hanım gözlerini yukarı kaldırarak.

“Ay mı?” dedi Ayfer.

“Evet. Dün gece çarşafa geçerken titredi biraz. Sanki bırakmak istemedi göğü. Ama bu gece kaybolacak. Belki de bizden sıkıldı.”

Ayfer o gece camdan bakarken gökyüzünü uzun uzun taradı. Dama çıktı, her yerde ayı aradı, saatlerce… Gerçekten de ay görünmüyordu. Ne bir bulut vardı ne de sis. Oysa dolunay olmalıydı. Elini telefona uzattı, sonra vazgeçti. İçindeki bir şey, gerçeği bilmeye değil, olanı yaşamaya ihtiyaç duyuyordu.

Zaman geçti. İlkbaharın ilk sabahlarından birinde, çarşafın birinde beliren bir leke dikkatini çekti. Yaklaştı. Leke değildi bu; gökyüzünde süzülen kuşlardı. Ama uçmuyor, çarşafın içinde salınıyorlardı. Rüzgârla birlikte kıvrılıyor, uzaklaşıyor, sonra yeniden beliriyorlardı.

O an Ayfer’in içi bir ürpertiyle doldu. Yaşlı kadının neyi tuttuğunu, neye karşı nöbet tuttuğunu hissetti. Belki hayaldi, belki yalnızca hafızasının kırık aynasında yansıyan bir geçmişti. Ama bu kırılgan gerçeklik, Mürvet Hanım’ın dünyasında son derece tutarlıydı.

Bir sabah, son çarşaf da yerinde yoktu. Bahçeye indiğinde sadece boş ip ve birkaç sessiz mandal duruyordu. Kapıyı çaldı. Açan olmadı.

Az sonra apartmana ambulans geldi. Sessiz bir telaş sardı binayı. Ayfer kapının önünde bekledi. Mürvet Hanım’ı götürürlerken, yanında duran adamla göz göze geldi. Aynı yüz hattını taşıyordu. Oğlu olmalıydı.

“Geçmiş olsun… Neyin varmış Mürvet Teyze’nin?” dedi Ayfer usulca.

Adam omuz silkti. “Alzheimer… Ara sıra ilaçlarını almayı unutuyor. Sonra böyle oluyor işte. Bir şey değil, alıştık biz,” dedi ve başını çevirip cebinden telefonunu çıkardı.

Ayfer öylece kalakaldı. Gözleri, ipteki boşluğa takılıydı. Sessizlik, çarşafların yokluğunda daha derinleşmişti. Bahçedeki ip hâlâ oradaydı ama artık anlamı başka bir yerdeydi.

Bir süre sonra Ayfer çarşafları kendi elleriyle astı. Hepsini, kadının anlattığı sıraya göre. Mandalları sağlamca geçirdi. En sona bir beyaz çarşaf daha ekledi. Bomboş, tertemiz bir çarşaf.

Gözlerini yukarı kaldırdı. Gökyüzü yerindeydi. Ama sanki biraz daha insana benziyordu artık. Belki biraz daha unutkan bir kadına.

Ve Ayfer o an anladı: Gök tutulmaz… tutamazsın ama hayalinde bir kopyasını ilaçsız yaşayabilirsin.

Eyüp Erhun Köse

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler