KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
-Yoksa bende her şeyi kendiyle ilgili sanan şımarık insanlardan mıyım? dedi Melisa, çenesini hafifçe kaldırıp başını yana eğerek.
Sağ ayağının parmak uçlarında hafifçe dönüyor, durduğu yerde belli belirsiz salınıyordu. Düz, uzun ve parlak kahverengi saçları bir sağa bir sola sallanıyor, dirseklerine çarpıyordu. Yüzünde hoş bir gülümsemeyle cevap bekler gibi Ali’ye bakıyordu. Bekler gibi diyorum çünkü zaten cevabı biliyordu ve bunu belli etmekten çekinmiyordu.
Ali de gülümsüyordu, ama Melisa gibi değil. Başı biraz öne eğikti ve yanakları kıpkırmızı olmuştu. Yüz kasları ve dudakları sanki daha büyük bir gülümsemeyi saklamaya çalışıyor ve bunu yaparken çok zorlanıyor gibiydiler. Gözlerini ise Melisa’dan alamıyordu ama rahatsız etmekten korktuğu için sık sık yere bakıyordu.
-Aslına bakarsan sendin yani bahsettiğim kişi, dedi. Derinden titrek bir nefes aldı, kelimeler ağızından istemeden çıkmış gibi, ama aslına bakarsanız içinde tutmaya çalışmamıştı. Ona bunu söylemek için en uygun zamandı. Yine de hem söylediğine pişman hem de söyleyip daha fazla içinde tutmadığı için mutluydu. Söyledikten sonra yanakları daha çok kızarmıştı ve vücut ısısı 39 dereceye çıkmış olabilirdi; çünkü yanma hissi, tüm vücudunu kaplamıştı. Gülümseyerek onu izlemeye devam eden Melisa ise halinden memnun görünüyordu.
-Teşekkür ederim. Benden bahsetmen çok hoş, tabi hikâyende yaptığım her şey iyi olmasa da. Ama merak etme ben mesajı aldım, dedi ve şımarık bir şekilde, sağ göz kırptıktan sonra devam etti:
– Yarın öğle yemeğinde bana eşlik etmek ister misin? Senaryon hakkında konuşuruz.
Ali iki senedir tiyatroda çalışıyordu ve kapıdan girdiği ilk andan beri Melisa’ya hayranlık duyuyordu, herkes gibi. Melisa çok güzeldi. Alımlı, kibar, yetenekli ve canayakındı. Kulüpteki en iyi aktristi. Role çok çabuk giriyor ve neredeyse hiç hata yapmıyordu. Ses tonu her zaman tam kararındaydı, sahnedeyken sesi ne duyulmayacak kadar alçak ne de rahatsız edecek kadar yüksek çıkıyordu. Her şarta uyum sağlıyordu. Her zaman bakımlı, temiz ve şıktı. Tiyatro dışında da bir kariyeri vardı, özel bir şirkette organizatör olarak çalışıyordu. Tüm bu özellikler Ali için ulaşılması imkânsız şeylerdi. Ali yakışıklı değildi, çekingen bir karakteri vardı. Hiçbir zaman fazla konuşmaz, gittiği yerlerde dikkat çekmezdi. Çok fazla arkadaşı ya da harika bir sosyal hayatı da yoktu. Tiyatro gurubuna ise yakın arkadaşının can sıkıcı olmaya başlayan ısrarları yüzünden gelmişti. Yazmaya ilgi duyduğu için hem kendini geliştirmek hem de çevre edinmek için iyi bir fırsat olacağını düşünmüştü ama istediğini elde edememişti, edemezdi de. Bu yüzden Melisa, Ali’nin sahip olmadığı ama olmak istediği tüm özelliklere sahipti ve hayranlık duymaması için hiçbir sebep yoktu.
Ali, tüm bunları düşünürken; Melisa ona meraklı gözlerle bakıyordu, çünkü hâlâ yemek teklifine cevap alamamıştı ve bekletilmekten hiç hoşlanmıyordu.
-Neden bu kadar düşündün? Bana hayır demeyeceksin herhalde! dedi ve sanki ortada çok komik bir şey varmış gibi bir kahkaha patlattı.
Her zaman olduğundan daha şımarık bu hareket Ali’yi rahatsız etti. Beyninde farklı düşünceler belirmeye başladı.
Sanki Melisa’nın kahkahası Ali’nin arkasından ona baktığı hayranlık camını kırmıştı. Ali, Melisa’nın yüzündeki kibri fark etti. Ona bakarken saklayamadığı tavırlarındaki küçümsemeyi gördü. Hâlâ salınıyor olması, onu aşırı derecede rahatsız etmeye başladı. Sanki onun karşısında düzgün duracak kadar önemsemiyordu bile. Sonra görünüşü onu rahatsız etmeye başladı. Saçları gereğinden fazla uzundu ve uçları kırıktı. Muhtemelen bu düz saçlar, saçının doğal hali değildi. Makyajı ise çok fazlaydı, kirpiklerine sürdüğü şey o kadar çoktu ki sanki kirpikler onu taşıyamıyor gibi görünüyordu ve bu kısık gözleri, süzülen bakışları açıklıyordu. Peki, ince dudaklarından taşırdığı ruja ne demeli? Sanki ruju farklı sürmesi dudaklarının şeklini değiştirebilirmiş gibi. Gerçekten fark edilmeyeceğini düşündü mü acaba? Ve yüzünün tamamına sürdüğü o kremsi, renkli şey neyse yüzündeki kabartıları saklayamıyordu, yakınlaştıkça daha garip görünüyordu. Kıyafetlerine gelince, bluzu çok inceydi ve dar pantolonu ise fazla sıradandı. Ne yani, moda diye her şeyin altına aynı tür pantolon mu giymek zorundaydı. Sanki başka çeşit pantolon üretilmiyormuş gibi. Özellikle de her şeyin altına giydiği o on santimetrelik topuklular! O pantolonun altına da mı? Cidden mi? Ve o parfüm! Ah o parfüm! Bu kadar parfüm çürük kokusunu bile bastırırdı. Çürümüş demişken, tüm bu makyaj ve kıyafetlerde çürümüş bir insanı canlı ve sağlıklı gösterebilirdi, ne kadar çürümüş olursa olsun hem de. Belki Melisa da çürümüştü. Kim bilir, belki içiten içe ölüydü, dürüst yaşamayı ve sevmeyi unutmuştu. Evet, evet kesinlikle öyleydi. Yalnızca unutmak bu duruma uygun değildi belki de o sevmeyi bilmiyordu. Herkesle iyi geçinerek ve yapmacık tavırlar sergileyerek tiyatrodaki yerini koruyordu. “Ah aptal kafam!” diye içinden geçirdi Ali. “Başrolü istiyor. Senaryo hakkında konuşmak istemesinin sebebi de bu tabi. Benimle ilgilendiği ya da yaptığım işi beğendiği yok.”
Ali sinirlenmişti ama ona değil, kendisine. Senaryoyu onun hakkında yazdığı için, senaryo aracılığıyla aşkını ilan ettiği için ve bu kadar aptal davrandığı için tabi. Tüm bu düşünceler kafasında dolaşırken, Ali birden:
-Yarın için başka planlarım var, kusura bakma, dedi. Geçen seneki hali bu söylediklerini duysa onu boğardı ama artık durumlar değişmişti.
Melisa şaşırmıştı ve tabi biraz da bozulmuştu. 2017 yılında hala 60’lardan kalma kare formunda örgü kravat takan ve postacı çantası taşıyan acemi senarist onu reddetmişti. Adını bile bugün öğrenmişti hâlbuki. “Ahh” dedi içinden “Uğraştığım şu insana da bak. Ben ne zaman bu hale geldim?” Ama vazgeçmeye de niyeti yoktu; çünkü kadın, başrolü gerçekten istiyordu. Üstelik, erkek başrolü muhtemelen Ahmet alacaktı ve bu oyun onunla yakınlaşmasını sağlayabilirdi. O yüzden şansını tekrar denedi:
-Tamam, o zaman başka bir zaman diyelim.
Melisa her ne kadar yüzüne çekici bir gülümseme kondursa da öfkesini bastırmakta zorlanıyordu, reddedilmeye alışkın değildi.
Ali ise kararlıydı. İsterse en güzel gülümsemesini takınsın, yine de artık ona hoş görünemezdi. Onu net olarak görebiliyordu ve gördüğü şey hiç hoş değildi. Yani bırak öğle yemeğini bu konuşmayı bile sürdürmek istemiyordu.
-Bilemiyorum, bu aralar biraz meşgulüm, o yüzden söz veremem, dedi ve çantasını omzuna iyice yerleştirip hızla oradan uzaklaştı. “Hoşça kal”, “Güle güle” yada “Görüşürüz” bile dememişti. Melisa bu ani kaçışa çok sinirlendi ve sesli bir şekilde;
-İyi ki bir senaryo yazdı! Şuna bak, kim olduğunu hemen unutuverdi! diye söylendi ve kulise döndü.
Naciye Adaş