KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
‘Bazen bir şarkıyı, onu dinlediğin zamanlarda, kendini özlediğin için seversin. İnsan en çok kendine hasret.’
Eve girdiğimde kimse duymadan, var olmadan, yavaşça bir kenara çekilmek istedim. Yüzümde derinleşmeye başlamış çizgilerimi, kapı eşiğine bıraktım. Olmak istediğim yaştaki beni içeriye aldım. Özlediğim kim varsa hepsini göğsüme sakladım, kimse görmesin, bilmesin istedim. İçerideki odadan gelen sese ‘Henüz gelmedim, yoldayım.’ dedim. Gelmiş olsam ‘Sen mi geldin?’ diye sormazdı, belki de bedenim dışında, tam olarak o eve hiç gelmedim.
Odama usulca girdim, kapının hemen karşısında duran, yeşil kadife koltuğuma on beş yaş olarak oturdum. Önce, ilk gençliğin vermiş olduğu o zıpkın heyecan kondu girdi içime, ‘Merhaba’ dedi tüm enerjisiyle. Ağzımı açtım ama tonumu ayarlayan o ses çıkmadı, sesime ulaşana kadar bedenimde dolaştım, en sonunda buldum. Suskunluğum, dilimde tortu bırakmıştı. Sonra kulağıma doksanlı yılların şarkılarını mırıldandı. İçlerinde bir tanesi vardı, ona gözyaşlarım eşlik etti.
…
Ben sensiz dayanamam.
Resmine bakınca…
Anılar uyandıkça…
Yüreğim bir parça şimdi.
Sesi sesime can verdi. O tortular, şarkının her tınısında yavaş yavaş çözüldü. Geçmişe özlem mi yoksa içinde bulunduğum zamana sığamamak mı? Hangisi daha büyük ve gerçek acıydı kestiremedim. Sonra duygu geçişlerime bir ses takıldı. Bu ses, yaşamı yıllar önce boyut değiştirmiş, şimdilerde ise duvarda ahşap bir çerçevede hüküm süren anneanneme aitti.
“Hiçbir şey düşünme, çok güzel ve çok acıydı hepsi. Şimdi kalk, bir şarkı tut ve radyonu aç.” dedi.
Birlikte şarkılar tutup, ona eşlik ettiğimiz zamanın içinde, O beni yine teselli etti, ben yine iyi oldum. Olgun yaşın yüreğime indirdiği son çekiç darbesini havada yakaladım. Koşarak radyonun yanına gittim, tozlanmış düğmesini çevirdim, radyodan yükselen sese kulak verdim.
‘Dayanamam’ şarkısı çalıyordu. Bu bir tesadüf müydü bilemedim ama oturdum, hıçkıra hıçkıra ağladım. Ağladıkça çözüldüm, çözüldükçe arındım.
Fark ettim ki! Kendimi iyi hissettiğim zamanlardaki şarkılar ve gerçek acılarım benim eksik kalmış yanımdı ve özlem duyduklarım aslında hep benim yanımdaydı. Parçalarımı tamamlayarak koridorda ilerledim. Karanlık dönemime eşlik eden o kısır döngü bana aralanmış, aşınmış bir kapı gösterdi. Kapının üzerinde ise ‘Kapıyı kapatın.’ yazıyordu. Çıkarken yavaşça kapattım, dışarı adım attığım anda, etkileyici bir kokunun içinde sıkışan ‘Wind of Change’ şarkısı, birden önüme fırladı ve ıslık çalarak sokaklarda dolaşmaya başladı. Ben de onun peşine takıldım. ‘Kim ne der? Ne der?’ diye sormadım. Ruhum yıllarca bedenime hapsolmuş o parçalarla boğuşurken, yorgun ve küstü. Onu bedenimle tekrar barıştırdım. Önce geri çekildi sonra eline elma şekeri tutuşturulmuş bir çocuk gibi nazlanıp, gülmeye başladı.
“Delisin, haydi kalk gidiyoruz, bu dönemin bizi bozguna uğratmasına izin vermeyeceğiz. Yeri gelecek doksanlarda yaşayacağız, yeri gelecek, gelecekle ilgili hayaller kuracağız. Dibine kadar acı çekeceğiz ama yine mutlu olacağız ve dönemimde susturulmaya çalışılan o şarkıları hiçbir zaman susturmayacağız.” dedim.
Bedenim yaramaz bir çocuk gibi oradan oraya koşmaya başladı, ruhum ise ona şarkılarla eşlik etti. Bense ikisinin arasında kalan bir melodinin son notasıydım artık.
Özden Çelik