KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
On iki katlı yüksek apartmanın dokuzuncu katından yaşadığı ücra mahallenin şimdilik sessiz sokaklarına bakıyordu.
Manzarası hoşuna gittiği kadar artık onu tatmin etmeyen bir güzelliğe sahipti odası. Neredeyse herkes gibi sahip olduğunun nankörüydü oda. Soğuk bir kış gününün, hava kararmadan önceki son saatleriydi. Onun en sevdiği saatler… İçindeki edebiyatçının, şeytanın, pasif meleğin, sorgulayan asinin… Ve bunun gibi birçok varlığın uyanış saatiydi. O, artık onun için normalleşmiş pembe bulutlar ile gökyüzünü süsleyen manzaraya bakarken, içinde adeta ondan bağımsız bir tartışma başlamıştı bile. Ama bugün, çok daha şiddetli ve karmaşık bir konunun, huzursuz, saygısız, gerilim dolu tartışması vardı. Şeytan hepsinden heybetli, sözü geçen, adeta onun bedenine sahip durumdaydı. Ona bu gücü veren O’ydu. Ama kendini sorumluluk altına almamak için hiçbir zaman bunu kabul etmedi. O bunu seçen doğa, evren, ya da ne ile adlandırılırsa işte suç onundu ona göre. Doğa, onun kötü doğmasını istemiş ve O’da güçlü Şeytan’la doğmuştu. Bu durum bu kadar basitti. Yoksa değil miydi?
Pasif bir Melek’ de vardı. O’nun varlığını unuttuğu. Birisi ona “meleğim” deyince bile garipseyecek kadar unutmuş olduğu o Melek… Ona göre, o unutulmuş bir eşya, gittiği fark dahi edilmeyen dost, sohbeti sevilmeyen geveze enişte… Ona göre bu kadar vasıfsızdı Melek. Ama bugün güçlü bir iddiası vardı Melek’in. O’nun iyi olduğunu öne sürdü. Şeytan, koca bir kahkaha attı. O’nu keyiflendirdi bu kahkaha, ne de olsa aralarından en çok Şeytan’ı seviyordu. Şeytan alaycı bir şekilde bu hayale kapılma sebebini sordu Melek’e. Melek kendinden emin bir şekilde, sokaktaki kediyi nasıl merhamet ve sevgiyle okşadığını hatırlattı. Şüphesiz ki birinin için de sevgi varsa, her daim umut vardı.
O’da hayatına kısa süre girip çıkan birinin bir sözünü hatırlamıştı bu esna da. “Sen, bir kez âşık olsana.” demişti. Kimdi bunu söyleyen? Hatırlamıyordu. Ama ne kast etmek istediğini şimdi anlamıştı. Sevginin birine duyulan büyük bir sevginin merhamete, merhametin de her daim iyiliğe yol açacağını anlatmak istemişti o kişi. Cidden kimdi o? Aklını yormadı. Hayatına giren onca gereksizden biriydi o da. Bu olumlu düşünceler uzun sürmedi. Bu durumdan memnuniyetsiz Şeytan, hemen araya girerek, kediyi severken öldürmek istediğini de hatırlattı O’na. Bu doğruydu. Bu neredeyse her zaman olurdu. Bunu her ne kadar engellese de bunu istediğini, belki de bunu yapmanın nasıl hissettireceğini merak ettiğini O’ndan daha iyi kimse bilemezdi. Ama bu isteği büyük bir çaba ile engellemesi de iyi olduğunun belirtisi değil miydi?
“Herkes kötüdür. İyiler içindeki kötülüğü bastıranlardır.” dedi bir şey.
Muhtemelen içindeki edebiyatçıydı bu. Az ama öz konuşan, bunağın tekiydi. Ortalık iyice karışmış, O bile baktığı manzarayı görmeden, büyük bir dikkatle tartışmanın sonucunu bekliyordu. Birden iş daha da çıkmaza girdi. İyi ve kötü. Bunlar neydi? Bunlar kimin kararıydı? Birilerinin iyi ve kötüsü neden herkese geçerliydi? Her kötü, gerçekten kötü veya her iyi gerçekten iyi miydi? O hatırlayamadığı ama sözleri aklın da yer eden, o sıradan kişinin bir sözünü daha hatırladı tam bu anda.
“Soyut kavramları her insan kendisi yorumlar. Ve herkesin yorumu, birbirine uymak zorunda değil.” demişti.
Bu sözleri ondan duyarken, hiç dikkate almamasına, hatta söyleyen kişiyi hatırlamamasına rağmen, bu sözleri şimdi nasıl olur da bu kadar net ve tam zamanında hatırlayabiliyordu. Bilinçaltı “bu kıyağımı unutma” dercesine göz kırptı. Peki şimdi ne olacaktı?
Şeytan’ın mükemmel vaatleri vardı. Hem bunlar kötü şeyler değillerdi. Ne olurdu bir barda çok içip, beğendiği bir beyin evinde kalsa. Hem bu sürekli aynı kişiyle yaşamaktan çok daha heyecanlı ve özgürce idi. O’nu tek gece için kullanmaktan ziyade, ona gösterdiği ilgi ve sevgi ile sadece bir kişinin özgür kılmaya yeteceğini ve sevgi gibi büyük ve kutsal bir değerin böyle iğrenç mekanlar da değersizleştirildiğini hatırlattı bir şey. Neydi bu? Pasif melek. “Aman kornişon turşu tipli, sünepe seni, yine saçma duyguları yüceltmekle meşgulsün” diyerek ezdi geçti Şeytan.
Şeytan yine çok şey biliyor, yine son sözü söylüyordu. O bir an meleğe inanacak gibi olmanın ince korkusunu Şeytan’la örterek, derin bir nefes aldı. Artık rahattı. Şeytan galipti. O’na istediğini vadeden Şeytan’dı. Özgürlük vadediyordu en başta. O’nun hasret kaldığı özgürlük. O kadar hasretti ki, bu hasret ve ayrılık sırasın da özgürlüğün doğru tanımını Şeytan’a yaptırabilecek kadar yabacı kalmıştı bu kavrama.
Vücudunu Şeytan’la paylaştı. Onun karar vermesine izin verdi. Yeri geldi ona gücünden dolayı taptı. Şeytan artık “Yüce Şeytan” dı. Dur hatta! O aradan çekilmiş, O Şeytan olmuştu. Bu büyük ama gürültüsüz karardan yeri ve zamanı gelince herkesin haberi olacaktı. Ama yeri ve zamanı vardı. Bu O’nu, hatta artık O diye biri yoktu, direk Şeytan’ı memnun etti. Günün son ışıklarına Şeytan olarak baktı. Artık Şeytan’a layık bir yaşam başlamıştı.
Selim Akın