0

Murat, eşi Leyla’yı bekliyordu, otogarda.  Otobüs ha geldi, ha gelecek. Sabırsızlanmaya başlamıştı.

Aslına bakarsan, onu sabırsızlandıran, telefonda Aysel’le ilgili sorusuna eşi,

“Gelince anlatırım” demiş, gizemli bir hale sokmuştu. Kafasında sonu görünmeyen sorular belirmiş, hiçbirine de yanıt bulamıyordu.

Aysel Özpınar eski bir sahne sanatçısı idi. Şimdi Bor’da bir huzurevinde kalıyordu. Murat cezaevine düşüp orada şiir yazmaya başladığında, onun adını bir edebiyat dergisinde görmüştü. Yazdığı şiirlerden birini ona göndermiş ve sormuştu:

“Aysel Hanım. Acaba bunun şiirsel bir değeri var mı?”

Aysel onunla ilgilenmiş, şiirin çok güzel olduğunu, onu hemen bir dergiye gönderip yayınlatacağını bildirmişti.

“Başka şiirlerin varsa onları da gönder” demişti.

Murat durur mu? Şiirlerini göndermiş, Aysel’in süzgecinden geçen şiirler dergilerde yayınlanmıştı. Böylece “şair”lik payesini almak için yola çıkmış sayılmıştı.

Aysel’den gelen mektuplar yalnızca şiirle ilgili değildi. Bir ‘moral hocası’ gibi onu mahpushanede diri tutmaya çalışan cümleleri ağırlıklıydı. Aysel’den mektup geldiğinde Murat neşesini bulur, yaptığı esprilerle koğuş arkadaşlarını kırar geçirirdi. Bu yüzden bütün koğuş Aysel’den gelecek mektubu bekler olmuşlardı.

Herkes Aysel için fikir yürütürdü. Bunların ortak yanı salına salına yürüyen bir dilber, ahu gözlü bir ceylan, sesi de ruhlara hitabeden bir bülbül.

Cezaevinin postaya bakan gardiyanı da bilirdi durumu. Aysel’in mektubunu özel olarak getirirdi. Kapıda gülerek,

“Dayı’ya mektup var” der demez, genç mahkûmlar almak için birbirleriyle yarışırdı. Alan gücünün yettiğince bağırırdı,

“Dayı’nın manitasından mektup var.”

Hâlbuki bir sevgiliye yazılan mektup gibi değildi Aysel’in mektupları. Önemli bir dosta yazılmışa benzerdi. Murat da bundan hoşlanırdı. Ama mahkûm milleti illa da‘manita’.

Aysel’in o güzel mektupları ile moral bulan Murat, ‘şairlik payesi’ alarak cezaevinden çıkmıştı. Ama aradan bir hayli zaman geçmesine karşın, bazı nedenlerle Aysel’i ziyarete gidememişti. Eşi Niğde’ye kardeşini ziyarete giderken,

“Yahu şu Aysel’e de uğra hele, nasıldır bakalım? Çokça selamımı götür.” demişti. İşte eşi geliyordu ve telefonda ‘Aysel’i gelince anlatırım’ diyerek, onu bir merak girdabının içine atıvermişti.

Nihayet otobüs göründü. İlk inenlerdendi eşi. Daha valizini alırken sordu Aysel’i. Eşi huysuzlandı. Bir kenara çekildikten sonra balyozla kafasına vururcasına,

“Sen Aysel için yazdığın şiirde onun kanatlı bir melek olduğundan falan dem vuruyorsun ya… Git de gör Aysel’i. Bir yatalak hasta. Bir yandan bir yana bile dönemiyor.”    

“İnanmam. Gelen mektuplar daktilo ile yazılmıştı. Hem de uzun uzun, özene bezene.”

“Hiç yalanım yok. Daktiloyu nasıl kullandığını gösterdi. Göğsünün üzerine başkaları getiriyor. Tek eli ile sana mektup yazıyor. Öteki elini de iyi kullanamıyor. Anlayacağın Aysel’in sadece bir eli var. Şaşkına döndüm. Bu halde seninle nasıl ilgilenmiş, moral vermiş”.

Murat’ın dünya başına yıkıldı. Evet, o haliyle benimle nasıl ilgilenmiş. Kendi haline bakmadan bana nasıl moral hocalığı yapmış. Bu ne güçlü kişilik?  Bu nasıl, yaşama sıkı sıkıya sarılma?

Eşini arabaya aldı. Eve varana değin hiç konuşmadı. Eve vardıklarında arabadan indi ve kollarını havaya kaldırıp olanca gücüyle bağırdı:

“Eyyy… Mahpushane halkı… Ulan mahpusluğa dayanamayıp kafasını duvarlara vuran korkaklar… Her gece gizli gizli ağlayan alçaklar… Bir şey olmuş gibi haftalarca yatağa saklanan uyuzlar… Gelin görün Aysel’i… Gelin görün Dayınızın manitası, güzeller güzeli, bülbül sesli dediğiniz kadını… Her mektubuyla koğuşu bir hafta zinde tutan o meleği görün de HALİNİNZDEN UTANIN!

Halis Açacak  

Görsel: İlknur Çamur                                                                                                                  

Leave a Comment

İlgili İçerikler