0

Yaşlı Adam

Yaşlı adam solgun bir ışık altında, yıpranmış pencerenin önünde durdu. Gözleri artık eski ışıltısını kaybetmişti, fakat gökyüzüne baktığında hâlâ içinde bir umut ışığı bulabiliyordu. Masalsı mavi gökyüzünde birkaç yalnız bulut, beyaz tüyler gibi hafifçe süzülüyordu. Pencere önündeki duruşu, kırış kırış olmuş yüzündeki derin çizgileri daha da belirgin hâle getiriyordu. Elini pencerenin soğuk camına dayadığında, içeri sızan hafif esintiyle birlikte titremeye başladı.
Gözlerini gökyüzünden alıp dikkatle komşusunun bahçesine yöneltti. Bahçe renkli çiçeklerle doluydu ve o gün çiçekler yavaşça rüzgârın etkisiyle sallanıyorlardı. Yaşlı adam, çiçeklerin cüretkâr renklerini ve zarif yapraklarının ince detaylarını hayranlıkla izledi. Gözleri dolu dolu oldu ve birkaç damla yaş, kırışık yüzünden süzüldü.

Eskiden beridir komşusu olan adam, sessizce bahçeye doğru yaklaştı ve yaşlı adamın göreceği şekilde durdu. Komşusunun yüzünde derin çizgiler belirmişti, ancak gözleri hâlâ yaşam doluydu. Komşusu, yaşlı adamı yanına çağırdı. İkisi birlikte bahçedeki çiçeklere baktılar, havadaki hafif meltem ile birlikte iyotla karışık çiçeklerin kokusu yaşlı adamın burnuna ulaştı. O an, yaşlı adamın içinde bir duygu fırtınası başladı.

Komşusu, yaşlı adama dönerek, “Bakın, ne kadar güzeller,” dedi hüzünlü bir tebessümle. “Onlar hayatın gerçek anlamını hatırlatıyorlar bize.”

Yaşlı adam, komşusuna hafifçe gülümsedi ve başını salladı. Gözleri çiçeklerin renklerinde kayboldu. Bir anlığına hissettiği o anlam, içine umut dolu bir enerji yaydı. Elini komşusunun omzuna koydu ve birlikte sessizce ve hayranlıkla çiçeklere baktılar.

Rüzgâr, ağaçların dallarını hafifçe sallarken, yaşlı adamın saçlarına ve yüzüne dokundu. Hava, yaşlı adamın yaşlarını kuruttu ve onun ruhuna tazelik getirdi. İkisi birlikte sessiz bir anı paylaştılar, anlam arayışlarında birbirlerine destek oldular. Yaşlı adamın içindeki huzursuzluk yavaş yavaş yerini kabullenmeye ve huzura bırakıyordu.

Ertesi gün, yaşlı adam tekrar penceresine yöneldi. Bu sefer, dışarıda dalgalanan ağaçların ve onların gövdelerine sığınan kuşların görüntüsüyle karşılaştı. Ağaçların kahverengi kabukları, yılların izlerini taşıyordu ve dallarının uçlarındaki yapraklar dans edercesine hafifçe sallanıyordu.
Yaşlı adamın gözleri, ağaçların gövdelerindeki yarıklara takıldı. Yıllar boyunca, ağaçlar doğanın zorlu koşullarına dayanmış ve güçlerini göstermişlerdi. Yaşlı adam, ağaçların dayanıklılığını ve hayatta kalmaya olan azimlerini içtenlikle takdir etti.

Birden, bahçeden yükselen bir kuş sesi kulaklarına çaldı. Yaşlı adam, penceresini açtı ve kuşların cıvıltılarına dikkat kesildi. Onların melodik şarkıları, içini coşkuyla doldurdu. Kuşlar, özgürlüğün sembolüydü ve yaşlı adamın ruhuna yeni bir umut verdi.

“Ne kadar güzel,” diye fısıldadı yaşlı adam. “Doğanın bu kusursuz uyumu ve hayatın çeşitliliği, gerçek anlamı yansıtıyor.”

Derin bir nefes aldı ve ailesini hatırladı. Onlarla geçirdiği anlar, yaşlı adamı hayata bağlayan güzelliklerle yâd ettiği zamanlardı. Her bir gülümseme, her bir sarılma, yaşlı adamın yüreğinde derin izler bırakmıştı. Yaşlı adamın ailesiyle ve doğayla olan bağları, hayatın gerçek değerini ve anlamını taşıyordu. Yaşlı adam, sevdikleriyle ve doğayla kurduğu ilişkilerin derinliğinde huzur buluyor ve kendini tamamlanmış hissediyordu. Bu bağlar, ona güç ve ilham veriyordu.

Yaşlı adamın gözleri zamanın derin çizgileriyle çevriliydi. Yorgun bir gülümsemeyle hatırladığı geçmişe dalıyordu. Eşinin kahkahalarını, gözlerindeki ışıltıyı özlemle anımsıyordu. Onun sevgi dolu dokunuşlarıyla ısıtılan kalbini, o sıcaklığın her bir parçasını hasretle yeniden arzuluyordu. Çocuklarının gülümseyen yüzlerini, neşeli çığlıklarını hatırlarken içine mutluluk doluyordu. O anılar, çocukların masumiyetini, meraklarını ve sevgilerini yaşatıyordu. Pişmanlıklarının gölgesi zaman zaman üzerine düşse de mutlu anıları güneş gibi yüreğini aydınlatıyordu. Gökyüzünün maviliğini, martıların kanat çırpışlarını ve denizin kumların arasından sızan serinliğini hissederek, zamanın onlara hediye ettiği anları düşünüyordu.

Gözleri tekrar mavi gökyüzüne daldı. Kuşların kanat çırpmalarıyla oluşan hafif bir rüzgâr, penceresinden içeri sızarak yüzüne dokundu. Gözlerindeki melankoliyi yansıtan yaşlı adam, solgun dudaklarını titreyen bir nefesle açtı. Bir an için ailesi, zihninde bulanık bir tablo gibi belirdi. “Gereğinden çok uzun yaşadım ve herkesi kaybettim,” dedi kendi kendine. Artık ölümünün yaklaştığını hissediyordu.

Yaşlı adam, hayatın anlamını ararken kendini yeniden keşfetmişti. Kalan zamanında her anı daha derinden yaşayacak, doğanın büyüsünü gözlerinde canlandıracaktı. Yaşlılığın getirdiği kırılganlık, içindeki coşkuyu hiçbir zaman söndüremeyecekti. Yaşlı adam, hayatının son baharında, gerçek anlamı bulmuş bir şekilde, var olmanın ışığını yansıtmaya kararlıydı.

Yaşlı adam, bir sabah güneşin doğuşunu izlerken masasının başına oturdu. Eski bir defteri açtı ve öyküsünü yazmaya başladı. YABAN KAZI. Kelimeler, satırlara döküldükçe yaşlı adamın iç dünyası da aydınlandı.

“Yüzyıllar boyunca sessizliğe gömülmüş uzak bir köyde, adı İshak olan yaşlı bir adam içine dönük bir hayat sürüyordu. Köye sadece patika yollarla ulaşımın olması köyü dış dünyaya kapalı tutuyor, İshak’ı yalnızlığa mahkûm ediyordu. Ancak, yılların yalnızlığına alışmış İshak’ın yüreğinde, güz aylarında soğuk iklimlerden göç eden yaban kazlarına karşı özel bir sevgi filizlenmişti. Onlar, İshak’ın sessiz bahçesine konar, yıldızlı gecelerde onunla vakit geçirir ve yalnız adamın içine umut tohumları serperlerdi.

Bir güz akşamı, İshak bahçesinde dolaşırken gözleri, uçamaz hâle gelmiş bir yaban kazına ilişti. Yanına yaklaştığında yaralanmış kanadının kırık olduğunu fark etti. Bu aciz yaratığı o hâlde görünce, İshak’ın yüreğinde bir acıma duygusu uyandı. Adımlarını hızlandırarak yaralı yaban kazının yanına gitti. Titreyen elleriyle onu kucakladı ve özenle evine taşıdı. İshak, yaban kazını sıcak bir yerde konaklatıp dikkatlice yaralarını temizledi. Kanadını sardı, büyük bir çaba sarf ederek onu hayata döndürdü. İshak’ın gösterdiği sevgi ve özveriyle, yaban kazı adeta yeniden doğdu. İshak, ona Rüzgâr adını verdi. Rüzgâr, İshak’ın sıcak yuvasında özgürce dolaşmaya başladı.

İshak ve Rüzgâr arasında zamanla derin bir bağ oluştu. İshak, Rüzgâr’ a bir baba şefkatiyle baktı, ona yemekler sundu ve onunla sohbet etti. Her akşam, çayını yudumlarken ona hayatın gizemlerini anlattı, karşılıklı dertleştiler. Rüzgâr, İshak’ın yalnızlık duygusunu hafifletti ve ona umut ışığı oldu. İshak, Rüzgâra güvendi, onun sadık dostluğuna sığındı, Rüzgâr da İshak’ı anlamış gibi, hislerini paylaştı. Ancak, mevsimlerin döngüsüne boyun eğmek zorunda olan Rüzgâr’ ın içindeki doğal güdüler, onu yaz mevsiminin sıcak günlerinde doğal yaşam alanına geri çağırdı. İshak bir sabah uyandığında Rüzgâr’ ı yanında bulamadı. İshak’ın yüreği bir anlığına burkuldu, gözlerinde hüzünlü bir ifade belirdi. Derin bir nefes alıp kendini toparladı. Rüzgâr, doğaya dönüşünü gerçekleştirmişti.

İshak, Rüzgâr’ ın ayrılığından dolayı bir süre üzüntü yaşadı, ancak aynı zamanda minnettarlık da duydu. Rüzgâr, ona kısa bir süreliğine de olsa mutluluk ve umut getirmişti. İshak, Rüzgâr’ ın anısıyla yaşamaya devam etti. Her güz mevsimi geldiğinde, yeni yaban kazları gelir ve İshak onlara yüreğini açardı. Onların kanat çırpışları, İshak’ın yüzünde tebessümlere dönüşürdü. Yaban kazları, İshak’ın evine renk ve neşe getirirken, ona hâlâ umut ve mutluluk sunarlardı. Böylece, İshak’ın öyküsü her sonbaharda yeniden başlar. İshak’ın evi, yalnız bir yaşlı adamın sığınağı olmaktan çıkar ve yaban kazlarının sevgiyle dolu bir yuvası hâline gelir. İshak, yaşlılık ve yalnızlıkla mücadele ederken doğanın sunduğu küçük mucizeleri keşfeder. Onun gözlerinde parıldayan umut ve sevgi, köydeki herkesin kalbine de sıçrar. İshak’ın hikâyesi, insanların doğayla uyum içinde yaşayabileceğini, hayvanlara şefkat duymanın ne kadar değerli olduğunu gösterir. Yaban kazları da İshak’ın yalnızlığına dokunan sevgileriyle, insanlara doğanın büyülü armağanlarını hatırlatır.”

Bir sonbahar akşamında kendi yaşam yolculuğunun izlerini taşıyan öyküsünü tamamladığında, yaşlı adamın yüzünde tuhaf bir memnuniyet ifadesi belirdi. Yaşlı adam, öyküsünü yazdığı defteri kapatıp masasının üzerine koydu. Gökyüzü maviden turuncuya doğru renk değiştirirken, içindeki huzuru hissetti. Yavaşça başını çevirdi ve komşusunun bahçesindeki çiçeklere son kez baktı. Gözü yaban kazlarını aradı. Yaşlı adam, sesi titreyerek, “Ne kadar da masum ve güzeller,” diye mırıldandı.

Hasan Kılıç

Leave a Comment

İlgili İçerikler